Sayfa Yükleniyor...
26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü kapsamında çeşitli sivil toplum kuruluşlarının birleşmesiyle yapılan eylemde işkenceye hayır denildi
NİLGÜN TAZE- Alsancak, Kıbrıs Şehitleri Caddesinde Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), İnsan Hakları Derneği (İHD), Özgürlükçü Hukukçular Derneği (ÖHD), Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri (SES), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) işbirliğiyle düzenlenen eylemde, Birleşmiş Milletler (BM)in uzun yıllar süren hazırlık çalışmaları ve tartışmalar sonucunda 1984 yılında İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşmesini kabul ettiğini ve sözleşmenin yeterli sayıda devlet tarafından imzalanmasından sonra 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe girdiğini vurgulayan ÇHD üyesi Av. Ayşegül Karpuz, 1997 yılında BM Genel Kurulunun 26 Haziranı İşkence Görenlerle Dayanışma Günü olarak ilan ettiğini belirtti. Karpuz, yaptığı açıklamada Sözleşme, işkenceyi mutlak olarak yasaklıyor. Bu yasak uluslararası hukukta bir emredici kuraldır, bu nedenle de hiçbir istisnası olamaz ve taraf devletler tarafından hiçbir çekincede bulunulamaz. İşkence ve kötü muameleye tabi tutulmama hakkı, tüm insanlığın, dolayısıyla uluslararası toplumun ortak hakkıdır. Çünkü bu hak, bir yandan kişinin onurunu, ruh ve vücut bütünlüğünü koruduğu için tek tek bireylerin ama aynı zamanda ortak değer olarak tüm insanlığın onurunu korumaktadır. Ne yazık ki işkence günümüzde, dünyanın pek çok ülkesinde devletler tarafından insanlık dışı bir cezalandırma, yıldırma ve sindirme aracı olarak kullanılmaktadır. Uluslararası insan hakları örgütlerinin hazırladığı raporlar, işkencenin sadece askeri diktatörlüklerde ve otoriter rejimlerde değil, demokratik olma iddiasındaki ülkelerde dahi uygulandığını ortaya koymaktadır. Günümüzde işkencenin önlenmesi yönünde sürdürülen çalışmaların yanı sıra işkence görenlere destek olmak, onların fiziksel ve ruhsal olarak tedavi ve rehabilitasyonlarına yardımcı olmak da önem kazanmıştır. Bugün dünyanın hemen her yerinde işkence görenlere yardım elini uzatan 200den fazla tedavi merkezi bulunmaktadır. Türkiye İşkenceye Karşı Sözleşmeyi 1988 yılında kabul etmiş, Anayasa ve Ceza Kanununda işkenceyi yasaklamıştır. Buna rağmen işkence, hâlâ kamu görevlileri tarafından sistematik bir uygulama olarak varlığını sürdürmektedir. Ancak, son yılların ayırt edici özelliği, fiziksel işkence yöntemlerine daha çok sokakta, polis araçlarında, toplantı ve gösterilere müdahale sırasında, yani resmi gözaltı yerleri dışında başvurulmasıdır. Bununla birlikte resmi gözaltı yerlerinde de işkence yapılmakta ve daha ziyade ruhsal etkileri olan yöntemler uygulanmaktadır dedi.
İŞKENCE İNSANLIK DIŞIDIR
En uç örneklerin 2013 yılı Gezi Parkı Direnişinde, 6-7 Ekim 2014 Kobane Protestoları sırasında, 2015 yılı dahil 1 Mayıs kutlamalarında görüldüğünü ve polisin toplantı ve gösterilere yönelik orantısızlığının çok ötesinde kayıt dışı ve linççi nitelikte şiddet ve işkence uyguladığına değinen Karpuz, polisin bir adli işlem yapma amacı dışında sırf cezalandırmak ve intikam almak amacıyla şiddete başvurduğunu belirterek, Polisin bu tutumu İşkence Yasağı ile ifade ve toplanma özgürlüğü başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklere yönelik ciddi bir müdahale niteliğindedir. Nitekim BM Genel Kurulu, 14 Şubat 2014 tarihinde aldığı bir karar (A/REC/68/156) ile dünyanın her yerinde, barışçıl toplanma hakkını ve ifade özgürlüğünü kullanan insanlara yönelik eylemlerin işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleye dönüşmesinden son derece kaygı duyduğunu belirtmiştir. Polis şiddetinin bir başka boyutu ise, toplantı ve gösterilere müdahaleler sırasında son derece kontrolsüz ve yoğun biçimde kimyasal gaz kullanılmasıdır. AİHM, kendisine yapılan pek çok başvuruda kontrol altındaki kişi ve gruplara yönelik olarak yaygın uygulanan göz yaşartıcı gaz kullanımını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin işkence ve diğer kötü muamele yasağını düzenleyen 3. Maddesinin ihlali olarak değerlendirmiş ve Türkiyeyi mahkum etmiştir. AİHM, barışçıl nitelikte olmayan ve yasaya uygun olarak düzenlenmeyen gösterilerde dahi polisin müdahalesinin amaçla uygun ve orantılı olması gerektiğini, bu bağlamda gaz kapsülünün göstericileri hedef alarak fırlatılmasının işkence yasağının ihlali olacağını belirmektedir. 7 Haziran Milletvekili Seçimleri öncesi alelacele çıkarılan İç Güvenlik Yasası ile kolluk güçlerinin yetkilerinin ve müdahale araçlarının genişletilmesi polis şiddetinin daha da artmasına ve mutlak karakterdeki işkence yasağının çiğnenmesine yol açacaktır. Yine son dönemlerde cezaevlerinde gerçekleştirilen, bilhassa da çocuk mahpuslara yönelik işkence ve kötü muamele uygulamalarında, tecavüz eylemlerinde de belirgin bir artış görülmektedir. Her şeyden önce cezaevlerinin genel koşulları (barınma, havalandırma, hijyen, sağlık, iletişim vb. koşullar) ve cezaevleri kapasitesinin yüzde yüz doluluk oranına yaklaşması nedeniyle ortaya çıkan mekansal sıkışıklık tüm tutuklu ve hükümlüler üzerinde toplu işkence etkisi yaratmaktadır. Bununla birlikte özelikle cezaevine giriş sırasında yapılan çıplak aramalar, süngerli oda uygulamaları ve kamerasız kör bölgelerde gerçekleştirilen şiddet, cezaevlerindeki arama ve denetimlerde, avukat ve aile görüşmesine gidiş ve gelişlerde, hastane sevkleri ya da mahkemelere götürülüp getirilirken uygulanan şiddet ve tabi ki izolasyon, cezaevlerinde öne çıkan işkence ve kötü muamele uygulamalarıdır açıklamasını yaptı.
Haber Merkezi