- Çevre
- 18.06.2025 12:50
Ülkemizin içinde bulunduğu kuraklık ve çölleşme tehlikesine ilişkin konuşan İklim Bilimci Prof. Dr. Nüzhet Dalfes, “Türkiye bu konuda attığı birçok adımda başarısız oldu. Politikacıların uygulamaya koyduğu birçok plan tamamlanmadan bitiyor. Bu da kaynak israfından başka bir şeye yaramıyor” dedi
AYSELİN UZUN-ÖZEL HABER/ Türkiye, bulunduğu coğrafi konum, topoğrafik, klimatik ve toprak özellikleri gibi çeşitli nedenlerle kuraklık ve çölleşmeden en çok etkilenen ülkeler arasında yer alıyor. Özellikle yağışların azalması, toprak kirliliği, çevre kirliliği, aşırı gübre ve pestisit kullanımı, sanayileşme ve tarımda yeraltı sularının kontrolsüz bir biçimde kullanılmasıyla da birlikte var olan sorun artarken, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından kuraklık ve çölleşmeyle mücadele amaçlı belirli dönemlerde uygulamaya koyulan planlar yetersiz kalıyor. Dünyayı ve ülkemizi yakından ilgilendiren bu konu hakkında ise uzmanlar, hükümetler tarafından daha kapsamlı çalışmalar gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtiyor.
“Kuraklık ve çölleşme etkilerinden en çok Akdeniz tipi iklimler etkilenecek” diyerek sözlerine devam eden Dalfes, “Özellikle bizim ülkemizin içinde bulunduğu Akdeniz Havzası en çok etkilenecek yerlerden bir tanesi. Öncelikle sıcaklıklar hissedilir bir biçimde artarken, yağışlar azalacak. Bununla ilgili bilim dünyasının kafasında soru işareti yok. O yüzden Türkiye’nin küresel iklimin değişmesine ayak uydurması ve buna uygun planlamalar hayata geçirmesi şart. Ancak ülkemiz bu konuda balık hafızalı. Çünkü durumun ciddiyeti ne kadar hatırlatılırsa hatırlatılsın, bir türlü yeterli önlemler alınmıyor. Politikacıların uygulamaya koyduğu birçok plan tamamlanmadan bitiyor. Bu da kaynak israfından başka bir şeye yaramıyor. Zaten Türkiye bu konuda attığı birçok adımda başarısız oldu. Çünkü çölleşme demek; yüzey ekosistemlerinin bozulması, bitki örtüsünün zarar görmesi, üst toprağın erozyonla akıp gitmesi demek. Bunlar çölleşmenin parçaları. Biz eğer çölleşmenin nedenlerine ve sonuçlarına dikkat edip, ektiğimiz bitkiye, sulama şeklimize, arazi kullanımımızı ona göre ayarlamazsak olumsuz etkilerden kurtulamayız. Buna örnek vermek gerekirse, Türkiye’de zamanında Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) yapıldı ama bu süreç yönetilemedi ve bol bulunan su tarımda yanlış sulama şeklinde israf edildi. İnsanlar salma sulama dediğimiz yanlış bir sulama biçimi kullandı. Böylece su israf oldu. Yapılması gereken damlama sulamaydı. Çünkü toprağa bitkinin ihtiyacından fazla su verirsen hem bitki zarar görür hem de toprakta tuzlama meydana gelir. Bu da suyu israf ederken toprakta da bozulmaya yol açar. Toprak bozulduğu zaman ise binlerce yılda oluşmuş toprak verimsiz hale gelir” ifadelerini kullandı.
Kuraklık ve çölleşmenin önüne geçmek için yalnızca yağışların değil, yağış biçimlerinin de önemli bir faktör olduğuna dikkat çeken Dalfes, “Dünyada ve ülkemizde kuraklık sebeplerinden bahsedecek olursak, başta gelen sebeplerden biri yağışlar. Fakat yağışın ne biçimde olduğu da yani suyun yeryüzüne nasıl indiği de önemli. Örneğin suyun yavaş bir şekilde inmesiyle, ani sağanaklarla inmesi arasında çok önemli bir fark var. Yavaş inmesi kuraklığın ve çölleşmenin önlenmesi bakımından çok daha yararlı. Çünkü bu şekilde suyu toprak emebiliyor ve yeraltı suyuna götürüyor. Ancak bunun aksine ani yağışlar çok ciddi problemler yaratıyor. Bunları çölleşme meselesine de bağlayabiliriz. Çünkü ani yağışlar erozyona, toprağın taşınmasına neden oluyor. Yani yağışın belli bir mevsimde, belli bir yılda kaç milimetre veya metrekareye kaç kilogram düştüğü önemli olması kadar, bu yağışın nasıl, hangi formda düştüğü de önemli. Hangi formda düştüğü konusunda şunu da eklemek isterim; bilindiği üzere Güney Doğu’dan Dicle ve Fırat akarsuları geçiyor. Bu akarsuları Doğu Anadolu’nun dağları besliyor. O dağlardaki karların erimesi sonucu ortaya çıkan su, Basra Körfezi’ne kadar taşınıyor ve böylece bu su yalnız Türkiye’ye değil aynı zamanda Suriye’nin bir kısmına ve Irak’a da hayat veriyor. Bu nedenle o suyun Doğu Anadolu’ya nasıl düştüğü önemli” dedi.
İklim modelleriyle yapılan çalışmalarda; önümüzdeki 30 yılın geçmişteki 30 yıldan farklı olacağını belirten Dalfes, bu kapsamda ani sıcakların sıklığının artacağını dile getirdi. Dalfes, “Biz iklim modelleriyle yaptığımız çalışmalarda: zaman içerisinde toplam yağışta değişmeler olabildiğini gördük. Buna göre kışın yağışın kar mı yoksa yağmur mu olarak düştüğü önem teşkil ediyor. Çünkü kar için doğal baraj da derler. Yani kar birikir ve baharda erir, böylece suya dönüşür ve bu su akarsuları besler. Örneğin, Doğu Anadolu’da ağırlıklı olarak yağmur yağarsa o su orada birikmez ve akıp gider. Bu akıp giden su Fırat ve Dicle’nin rejimini değiştirir. Ani değişen rejim ise biriken su miktarını olumsuz yönde etkiler. Bu ve bunun gibi nedenler dolayısıyla iklim açısından önümüzdeki 30 yıl geçmişteki 30 yıldan farklı olacak. Ayrıca şunu eklemeliyim, iklim biliminin varmış olduğu nokta; insan etkisinin iklimi değiştirdiği yönünde ve bu değişim 1950’lerden, 1960’lardan itibaren belirgin. Bu kapsamda yaptığımız bilgisayar modelleriyle, gelecekte ani sıcakların ve yağışların sıklığının değişeceğini öngörülüyoruz” şeklinde konuştu.