Şiirin dalgalı denizi: MAHİDE

“Kendimden Öte” şiiri ile başlayan duygularını öğrencilik ve günlük iş koşuşturmaları arasında yazmaya başlayan genç İzmirli Yazar Anıl Talat Eryontuk’la ilk romanı olan “Mahide” üzerine söyleştik. Bir şiir ve bir romanı okuyucularla buluşturan Eryontuk, genç yaşına rağmen oldukça olgun davranışı ile geçmişten günümüze uzanan yakın tarihi irdelerken bir o kadar seviyeli yaklaşımı karşısındaki kişide oldukça etkili bir iz bırakıyor.


  • Oluşturulma Tarihi : 08.12.2014 07:20
  • Güncelleme Tarihi : 08.12.2014 07:20
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Şiirin dalgalı denizi: MAHİDE

Hamza GÜL

28 Mayıs 2014 tarihinde mail kutuma gelen bir e-posta dikkatimi çekmişti. Mailin sahibi bugünkü röportajı yaptığım genç ve deneyimli yazar Anıl Talat Eryontuk’tan başkası değildi. Özel bir şirkette çalışan 33 yaşındaki Anıl Talat’ın o gün benden istediği ‘Gönüllü köşe yazarlığı talebi’ gazete yönetimince uygun görülmüş ve o günden itibaren Cuma günleri Ege’de Bugün okuyucuları Anıl Talat Eryontuk’un köşe yazıları ile buluştu. Yazarın otobiyografisinden edindiğim bilgilerle daha önce yazdığı dergideki yazılarını kontrol ettiğimde, oldukça düzeyli bir kalemle tanıştığımı algılamam çok uzun sürmedi. Eryontuk’un güncele dair yazılarını okurken, sıradan bir köşe yazarı değil de edebi bir kişiliğin imbiğinden damıtılan konuların şiirsel bir anlatımla bütünleştiğini fark ettim. Genç yaşına rağmen Türk Siyası Tarihine olan ilgisi ve bu ilgiyi yazılarında özellikle de ilk romanı ‘Mahide’de derinlemesine ele alan yaklaşımları uzun yıllar tarihsel makaleler yazan birisi gibi gösteriyordu kendisini. Gazetedeki yazılarını keyifle takip ederken bir gün Anıl Talat Eryontuk, elinde ‘Mahide’ ile çıkageldi gazeteye. Elimde olan kitapları bitirdikten sonra okumaya başladığım ‘Mahide’ bende sıradan bir romandan daha derin bir etki bıraktı. Anıl Talat’ı tanımasam, 1950’lerde İzmir’de oldukça etkili bir yazarın eseri olarak kabul edeceğim ‘Mahide’de bir romanın sürükleyiciliği kadar, geçtiği zamana dair çalkantılı siyasi süreçte oldukça iyi bir biçimde insan ilişkileri çerçevesinde vücut buluyor. Kısa sürede büyük bir keyifle okudum ‘Mahide’nin ardından uzun süre gözümü körfezin uzaklarına odaklayıp, sanki ufuk çizgisinde ‘Mahide’ye koşan Necati’nin el sallayışı geliyor gözlerimin önüne.. Kitabın üzerimde bıraktığı tılsımla Anıl Talat’la ‘Kendimden Öte’ ve ‘Mahide’ üzerine bir söyleşi yapmalıyım diyerek boş bir zaman ayarlama telaşına girdim. Beklediğim gün geldi ve Anıl Talat Eryontuk’la sohbetimiz gazetemizin haber merkezinde gerçekleşti. İşte sohbetimizin satırbaşları;

*Yazmaya, ne zaman ve nasıl başladınız?

Lise yıllarımda başlayan bu yazma alışkanlığı ilk kitabımın çıkmasına kadar süregeldi.Ardından şiirlerimi okuyanlar “ Neden şiir? dediklerinde ben de  Neden roman değil?diye kendimi sorgulamaya başladım.Artık kısa kısa yazılan hikayeleri büyütmenin zamanı gelmişti benim için.

*Yayınlananlar kitaplar ve tarihleri

2010 aralık ayında  çıkmış olan  Kendimden Öte  bir şiir kitabıydı. Bu şiir kitabı Mahide romanının isim babası aslında. Çünkü bu romanın varoluş sebebi romana ilham veren Mahide şiiridir. İlk kitabımın ardından  üç yıla yakın bir süre geçti. Bakıldığında her romanın kendi süresi var. Bunu yazarın değil de romanın belirlediğine inanıyorum. 2013 mart ayında yayımlanan Mahide’nin ortaya çıkışına gelince, herşey çok genç bir cumhuriyet olan ülkemizin 1950-1960 yılları arasında demokrasi ve  çok partili sisteme geçiş dönemine fazla ilgi duymamla başladı. Bu yıllara Mahide karakterinin oturtulmasıyla on yıllık dönemi içine alan güzel bir siyasal romanın ortaya çıktığını söyleyebilirim. 

*Kendi kitabını okumak nasıl duygular uyandırıyor?

Mahide romanı zamanın politik koşuluyla tutkulu bir aşkı sarmalayan, isyankar, herşeye rağmen umut veren, içinden çıktığı toplumu çelişkileriyle sevecek kadar rasyonel bir kitap. Dönemin izlerini günümüze taşımakla, bize kıyas yapma şansını tanıdığını düşünüyorum.

*Topluma vermek istediğiniz mesajlar…

Okumayı ve yazmayı seçtiğiniz anda, ilerlemeyi, erkinleşmeyi ve birikimlerle yetkinleşmeyi hızlandıran bir hayat da seçmiş oluyoruz. Okuduğumuz kitaplar ile girdiğimiz yaşamların sayısı arttıkça, hayatın üzerimize yıktığı yüklerin minimuma indiğini görüyoruz.                                                                                                                                              Birşeyler okumak ve bunu üzerine düşünmek  bizim sadece akli anlamda değil,ruhani anlamda da ilerlememizi sağlamaktadır.Tabii bu, okuyucuların kalbinin,kapısını kime, ne kadar araladığına bağlı.Romanın da,şiirin de böyle bir gücü vardır,senin kapını çalar ama kilitliyse, zorla giremez.

*Size yazar mı diyelim, şair mi ?

İkinci kitabım çıkmasına rağmen kendimi henüz şair veya romancı olarak görmüyorum.Yazar-çizerim aslında. Yazar, sınırı iyi çizebilmeli ve eseri özgür bırakabilmeli. Unutmayalım ki ancak özgür kalan bir eser yaşayabilir. Yazarın işinin yazmak olduğunu; yazdıktan sonra da metin ile okur arasından çekilmesi gerektiğini düşünüyorum. Böyle olursa üçünün de, yani yazarın, metnin, okurun, daha özgür olabileceği fikrindeyim. Bir tür kuvvetler ayrılığı ilkesi…

*Bu arada  karakterlerinizi nasıl yaratıyorsunuz? Takip ettiğiniz belli bir yol var mı?

Şiirde karakter bulma ve yaratma sorunu yoktu.Aksine romanda bu durum biraz daha zor.                                                                                                                                              Karakterlerin yaratılmasına geldiğimizde,benim için kitaba iki türlü girerler. Birinci olarak belli bir rolü doldurmaları için kullanılırlar.İkinci olarak da  hiç beklenmeyen bir şekilde gelenler vardır.Bunlar  bir daha da kolay kolay  gitmezler. Mahide romanı içinde  birçok karekter rolünü başarılı  bir şekilde  oynadı diyebiliriz.

Mahide romanını  ne kadar sürede yazdınız?

İlk kalemi ele almamdan itibaren iki yıl geçti. Bakıldığında her romanın kendi süresi var. Bunu yazarın değil de romanın belirlediğine inanıyorum.Mahide’nin ortaya çıkışına gelince, herşey çok genç bir cumhuriyet olan ülkemizin 1950-1960 yılları arasında demokrasi ve  çok partili sisteme geçiş dönemine fazla ilgi duymamla başladı.Bu yıllara Mahide karakterinin oturtulmasıyla on yıllık dönemi içine alan güzel bir siyasal romanın ortaya çıktığını söyleyebilirim. 

*Nasıl bir ruh hali gerek yazmak için?

Bence bir meslek adı olarak “yazar”, yazmak fiilinin geniş zamandaki çekimidir. Çok az mesleğe özgüdür bu. Elbette her meslek gibi yetenek ister. Yine de yetenek tek başına yeterli değildir. Bu başka şeyler için de geçerli. Deneyim olmadan yetenek kontrolsüz güç gibidir. Nasıl bir yön izleyeceği hesaplanamaz. Deneyim derken, onlarca kitap yayımlamış olmaktan söz etmiyorum. Neticede Mahide  Romanı benim ilk romanım. Okumak, bakmak, yaşamak, bunların üzerine düşünmek gerek. Sonunda da yazmak elbette.

Mahide’nin sonunda genç Mahide’nin ölümünün ardından cezaevindeki Necati’nin ihtiharı şu dizelerle okuyucuyaaktarılıyor…Nöbetçi assubay havalandırma için dışarı çıkan mahkûmların ardından koğuşu kontrol etmek üzere içeri girdiğinde yerde bileklerini kesmiş, kanlar içinde yatan Necati'yi gördü. Yanına koştu. Büyük bir feryatla kapının arkasında bekleyen askere bağırmaya başladı. Çavuş! Hemen doktoru çağır buraya! Bu sırada gözüne Necati'nin yatağının başucunda duran mektup çarptı. Hemen zarfı açtı. Okumaya başladı.

Gitmeseydin be Mahidem…

Her zamanki gibi demlenseydik,

Son kez otursaydık Recep Usta'nın yerinde,

Dökseydik içimizi,

Tazeleseydik anılarımızı,

Sarabilseydik keşke yaralarımızı…

 

Meğer haberimiz olmadan sıra sana gelmiş.

Göz göze gelmeden, ağlayamadan,

Son kez seni seviyorum diyemeden,

Koca iki yıl geçti Mahidem…

Ben yok, Sen yok, Biz yok,

Olsun.

Bugün çok mutluyum.

Son güz artık,

Ekim ayının yirmi yedisi,

Ayın son perşembesi,

Yarın yanındayım Mahidem,

Sonsuzluk şarkısını beraber söylemek için.

Görüşmek üzere Mahidem.

Necati

EŞREFPAŞA, TARİHİN YAŞAYAN SOKAKLARI

Genç yazarın 1950’li yılları, bu yıllarda yaşanan adına demokratik süreç denilen ve çok partili siyasi hayata alışmaya çalışırken 10 yılı aşkın süre iktidarda bulunan Demokrat Parti’nin antidemokratik uygulamaları, ülkede adına reform denilen değişikliklerin hayata geçmesi için yeniden şekillendirilmeye çalışılan eğitim politikaları ve toplumun büyük çoğunluğunu hegomonyası altına alan muzafazakar yaşam tarzının yarattığı sancılı süreci akıcı bir Türkçe ile bizlerle buluşturan Anıl Talat Eryontuk, “İkinci Dünya savaşına girmeyen ancak başta Avrupa olmak üzere tüm Dünyada etkisini gösteren ekonomik kriz ve bu krizin sonucundaki kıtlık süreci içinde yoksul türk insanının nasıl cumhuriyet değerlerinden uzaklaştırılarak iktidar güdümünde manevi  duygularla yoğunlaşan yeni Türkiye’nin yeni modelini kanıksayan tiplerinin ortaya çıkışı şu içinde yaşadığımız sürece de ışık tutması açısından oldukça önemli. Anıl Talat Eryontuk, 6 yaşındaki oğlu Utku’nun geleceği ve onun yaşamını idame ettirebilmesi için bir takım güvenceleri oluşturma çabasının önümüzdeki dönemde yeni bir çalışmanın ortaya çıkmasının önündeki en büyük engel oluşturduğuna dikkat çekiyor. Her ne kadar şu an kendimi günlük yaşamın akışı içerisinde ailemin geleceği ile ilgili tasarruflarıma yöneliyorum dese de, ben yaptığımız sohbet süresince kafasında yeni oluşacak yazıların taslağının şekillendiğini algılar gibiyim. Çünkü sohbet konuları arasında bazıları öyle etkiliyor ki Eryontuk’u not almasa da sanıyorum benden ayrıldıktan sonra bazı başlıkları kalın kalın harflerle not ediyordur defterine.

Doğup büyüdüğü Eşrefpaşa’nın dar ve yokuş sokaklarının kendisi üzerinde derin izleri bulunduğuna vurgu yapan Eryontuk, duygularını şu şekilde aktarıyor; “Ailemizin kökü bir anlamda buralarda, bu anlamda ben evlilik yaptıktan sonra ayrılsam da mahallemden tekrar döndüm buralara. Bu sokaklarda sanki Mahide, Necati, Bakkal Reşat Amca’ya rastlayacağım hissi ile buradaki eski günleri yaşıyorum. Bu anlamda oğlumun da buralarda büyüyerek geçmişe dair yaşananları bizden dinlerken mekanı gözünün önünde canlandırması burada daha kolay olacak. Bu anlamda oğlum adına burada bulunmamıza son derece sevinmekteyim.”

 

 

 

Haber Merkezi