Sayfa Yükleniyor...
Sporun giderek yaygınlaşmaya başladığı günümüzde kadınların spora ilgisini ve bakışını bir kadın eğitmene sorduk. Fitness ve Latin Dansları Eğitmeni Dilek Yavuz Özkan ile spor ve beslenmeyi konuştuk
EMİRCAN IŞILDAK
Bireysel sporlar ve özellikle fitness günümüzde hızla yaygınlaşıyor. Eskiden sayıları iki elin parmaklarını geçmezken, artık hemen hemen her semtte birer ikişer açılmış spor salonlarını görebiliyoruz. Bir taraftan gitgide yükselen obezite ve hastalık trendleri, diğer taraftan da insanların spor salonlarını doldurmaları tezatlığını Fitness ve Latin Dansları Eğitmeni Dilek Yavuz Özkan ile konuştuk. Özkan bir kadın eğitmen olarak kadınların spora bakış açılarını, beslenme ve sağlıklı yaşam önerilerini paylaştı.
Dilek Hanım bize bu spora nasıl başladığınızı anlatır mısınız?
Benim spora yatkın olmam çok küçük yaşlarda anlaşılmış diye düşünüyorum. Çünkü ben bebekken babam beni hep bacaklarımı ayırarak, kollarımı çekerek severmiş. Normalde bebekleri severken ekstra olarak hassasiyet gösterilir, titiz davranılmaya çalışılır. Ancak benim bebekliğim tam tersi bir şekilde geçmiş. Lastik bebekler gibi bir sevgiye maruz kalmışım. Zaten 10 aylıkken yürümeye başladığımı düşündüğümde, bana bu sporun doğuştan bahşedildiğine inanıyorum. Sonraki süreçte eğitimim aslında spor üzerine olmamıştı. Üniversite eğitimime Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde başladım. Orayı bitirdikten sonra spor daha cazip geldi. Dokuz Eylülden sonra Celal Bayar Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulunda antrenörlük okudum. 2005 yılında antrenörlükten mezun oldum. Aslında üniversite eğitimlerim devam ederken de her zaman spor ile iç içe bir yaşam sürdüm. Eğitimim süresince her zaman okul takımlarında görev aldım. Hep aktif oldum. Basketbol oynadım, futbolu denedim, atletizmle uğraştım. Ama en çok fitness sporunu sevdim. Bana fitness her zaman daha cazip geldi diyebilirim. Küçük yaşlardan itibaren de kariyerimi bu yönde ilerleteceğime kendimi inandırdım. O yönde çalışmalarıma devam ettim. Eğitim alırken de 19 yaşımda aktif olarak fitness yapmaya başladım. Fitness yaparken de vücut geliştirmeye yoğunlaştım. Çok emek verip iki kez yarışmalara hazırlandım. Ancak her iki yarışma döneminde de talihsizlikler geçirince hiç yarışma şansına erişemedim. Daha sonra aerobik dersleri vermeye başladım. O dönemde 7 yıl boyunca aerobik dersleri verdiğim kulüpte de yönetici olarak ayrıldım. Halen daha çalıştığım spor salonunda antrenörlük ve yöneticilik yapıyorum. Her işte olduğu gibi bu işte de severek çalıştığınız zaman, çalışıp kendinizi verdiğiniz zaman başarıya ulaşmamak gibi bir şey söz konusu değil.
Öğrencilerinize hangi dersleri veriyorsunuz?
Fitnessın yanı sıra step aerobik, oryantal aerobik, zumba, insanity gibi dersler veriyorum. Bunun dışında yurtdışındaki trend olan tüm dersleri takip etmeye özen gösteriyorum. Pilates eğitmenliğimi Madonnanın kişisel antrenörü Michael Kingden aldım. Ama tabi böyle kişilerle her zaman etkileşim halinde olamayabiliyorsunuz. Dersler alamıyorsunuz. O yüzden temel eğitimden sonra olayın mantığını kavrayıp, kendiniz üstüne koyabilmelisiniz. Basmakalıplardan sıyrılıp, kendi özel koreografinizi oluşturmanız gerekir. Bu şekilde kendinizi geliştirebiliyorsunuz. Bunun için de farkındalığınızın yüksek olması gerekiyor. Michael Kingden aldığım temel derslerin ve koreografilerin üzerine koydum. Kendime ait çok sayıda çalışmalar hazırladım. Bence bir eğitmenin başarılarından en büyüğü kendisinin de birebir aktivitenin içinde yer almasıdır. Ben kendi adıma bunun faydasını çok gördüm. Hem enerjinizi en iyi şekilde aktarabiliyorsunuz hem de öğrencilerin hareketlerini ders boyunca nizami şekilde görebiliyorsunuz. Hem de öğrencileri motive etmiş oluyorsunuz.
Sizce göre bu sporda doğru bilinen yanlışlar neler?
Her şeyden önce insanlar sporla ilgili çoğu zaman büyük yanılgılar içerisinde oluyorlar. Bu anlamda doğru bilinen yanlışlardan biri spor merkezlerine gelip her gün 2-3 saat spor yapma inancıdır. Salondan tüm enerjinizi kaybetmiş, bitik bir halde çıkma düşüncesidir. Belki her gün spor yapmak çok güzel bir alışkanlık olabilir. İnsanı motive ve disipline eder. Fakat şunu söylemek isterim ki ben hiçbir zaman her gün spor yapmadım. Eğer bir birey doğru besleniyorsa o kişinin günlük egzersiz için harcayacağı süre 45 ila 60 dakikayı geçmez. Çünkü bu işin yüzde 70i beslenmede saklıdır. Doğru beslenip etkin çalışmak sonuca ulaştırır. Az süre çalışıp yoğun antrenman yapmak gerekiyor. Doğru beslenmek de tabi çok tartışılan bir konu. Artık günümüzde görsel ve yazılı basın sayesinde de çocuklar bile hangi yiyeceklerin zararlı hangi yiyeceklerin sağlıklı olduklarını bilebiliyor. Ancak tabi kişinin çok aşırı kilosu varsa mutlaka bir diyetisyen hekimden yardım alması gerekiyor. Beslenme konusunda motivasyonunu kaybedenler, bu işin altından kalkamayanlar mutlaka bir destek almalı. Antrenman konusunda da eğitmenlere başvurmalılar. Diyetler konusunda da magazinel şekilde öne çıkan diyetlere hiçbir zaman inancım olmamıştır. Çünkü o diyetler dönemseldir ve insanların dikkatlerini çekmeyi amaçlar. Bu konuda her zaman söylediğim önemli bir husus vardır. Bahsedilen diyet önerileri, piyasada tamamen maddi kaygıdan dolayı reklam yapmak isteyen kişilerin başvurmuş oldukları açıklamalardır. Ben bir sporcu olarak çok erken yatarım. Sabah uyanır uyanmaz da ilk öğünümü mutlaka protein içeren besinlerle yaparım. Vücudumun ihtiyacını karşılarım. Çünkü güne proteinle başlamak, şekerle başlamaktan çok daha mantıklıdır. Eğer sabah protein tüketilmezse gün boyunca vücudun kan şekeri değişkenlik gösteriyor. Daha sonra bütün gün beslenme alışkanlığı kötü seyrediyor. İkişer saat arayla doğru öğünler yemeğe özen gösteririm. Ara öğünlerde sağlıklı kuruyemişler tüketirim. Meyve ve yeşil çay tüketirim. Ana öğünlerimde muhakkak protein almaya çalışırım. Yeşil sebzeler tüketmeye çalışırım. Çünkü yeşil sebzeler ve salatalar bolca lif içerirler. Bu lifler sağlığımız açısından oldukça önem taşıyor. Herkese de tavsiye ederim. Tuzun da fazlasını asla tavsiye etmem. Çünkü tuz vücutta su tutulmasını sağlıyor. Daha şişkin bir vücut ve deri sahibi yapıyor. Sağlıklı bir kalp de istiyorsak tuzdan uzak durmamız gerekiyor diyebilirim.
Kadınlar için nasıl çalışmalar öneriyorsunuz?
Kadınlarımız her zaman koşu ve kardiyo ağırlıklı sporu tercih ediyorlar. Direnç antrenmanları yapmaktan kaçınıyorlar. Ağırlık kaldırmaktan korkuyorlar. Bununla ilgili de her zaman aynı bahaneleri duyuyoruz. Kas yapmak, kaslı bir görünüme sahip olmak istemediklerini söylüyorlar. Ama keşke kas yapmak o kadar kolay olsa. Bu iş çok ciddi emek ve disiplin isteyen bir spor. Devamlılık gerekiyor. Aslında sanılanın aksine kas yoğunluğu kadınlar için çok fazla önem arzediyor. Çünkü kadınlar erkeklere oranla çok daha çabuk gelişip, daha hızlı bir şekilde de deformeye uğrar. Kadınların yağ dokusu erkeklere göre daha fazladır. Aynı şekilde metabolizma hızı da erkeklere göre yüzde 50ye kadar daha yavaştır. Bezeli dokularımız daha fazladır. Dolayısıyla kas yoğunluğunu artırmaya yardımcı olacak direnç antrenmanları yapmak çok önemlidir. Bir de tabi kadınların estetik kaygısı daha fazladır. Fit ve diri görünmek bir kadın için çok daha güzeldir. Bunu da şiddetle söylemek istiyorum; Kadınlar direnç antrenmanı yapmaktan kaçınmasınlar. Hatta beslenmeleri doğru ve düzenli ise sürekli direnç antrenmanları dediğimiz ağırlık kullanarak egzersiz yapsınlar. Kondisyonel anlamda kardiyo, bisiklet gibi antrenmanlarla da spor programlarını takviye etmeliler. Ayrıca iyi bir eğitmen yardımı alındığı takdirde, ekstra ağırlık kullanılmadan da vücut ağırlıkları ile çalışabilirler. Böylelikle hem kondisyonları artmış olur hem de yağ yakıp, sıkı bir görünüme kavuşmuş olurlar.
Kadın bir eğitmen olarak kadınların spora ilgisini nasıl buluyorsunuz?
Kadınların spora karşı giderek artan bu ilgileri beni fazlasıyla memnun ediyor. Ancak şöyle bir durum da var ki, henüz okul çağlarında bile çocuklara sporun faydaları öğretiliyor. Bunların yanı sıra yine basın ve yayın organlarında spor ve hareketli yaşam fazlasıyla öne plana çıkarılıyor. Kadınlar için rol model olabilecek tanıdık yüzlerin sporla iç içe yaşam sürdürmeleri de kadınların ilgisini çekiyor. Kadınlarımız artık daha bilinçliler. Bunun yanı sıra hayattaki özenilecek şeylerin en iyisi olarak bu işi görüyorum. Kadınlarımız özenseler bile spor yapmaya özensinler. Ama yine de bahaneler üretmemeliler. Belki eşlerinden, belki sevdiklerinden ya da televizyon, kahve keyiflerinden bir saat çalıp, en azından haftada 4 gün spor yapmalılar. Ayrıca bel fıtığı, eklem rahatsızlıkları gibi buna benzer hastalıkları olan kadınlar da spor yapmaktan olabildiğince kaçınırlar. Ancak o kişilere de her zaman üstüne basarak söylüyorum; Bu rahatsızlıklar spor yapmalarına engel değildir. Medikal pilates dersleri de verdiğim için, bu rahatsızlıkları olan kişiler spor yaptıkları takdirde daha rahat bir yaşam sürebiliyorlar. Bu faydayı doktor muayenelerinde çok rahatlıkla görebiliyorlar. Çünkü spor kişinin kendine yapabileceği en büyük yatırımlardan biri. Zaten fazlasıyla sağlıksız bir zamanda yaşamak durumundayız. En başta sağlıksız bir hava soluyoruz, sağlıklı ve düzenli beslenmiyoruz, hızlı ve doğal olmayan yemekler tüketiyoruz. Alkol, sigara ve uyuşturucu ile insanlar artık daha rahat buluşabiliyor. Onların yanı sıra stres en büyük handikabımız olarak duruyor. Eskiden spor bir lükstü ama artık daha ulaşılabilir bir durumda. Yani evinden çıkıp spora gitmeyen kişiler, ya da gerçekten zaman ayıramayanlar için de evlerinde yapacakları hafif egzersizleri öneriyorum. Sporun içinde kalmalarını tavsiye ediyorum. Ben de bir kadın olarak bu işin içerisinde olduğum için kendimi çok şanslı görüyorum.
Haber Merkezi