- Gündem
- 07.04.2025 10:18
Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu’nun çalışmaları, Türk- Amerikan ilişkilerinin tarihi geçmişi ve Amerika’daki Türk toplumunun geleceğine dair sorunlar, İLKSES TV’de Erdal Erek’in sunduğu ‘Gündem Özel’ programında masaya yatırıldı
Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu eski Başkanı Atilla Pak, Tarihçi-Yazar Prof. Dr. Mehmet Çelik ve İLKSES Gazetesi İmtiyaz Sahibi Halil Arslan, gazeteci Erdal Erek’in sunduğu ‘Gündem Özel’ programına konuk oldu. Programda, Amerika’daki Türk toplumunun yıllardır süregelen birlik arayışı, kimlik mücadelesi ve kurumsal temsiliyet eksikliği gündeme taşındı. Türk Günü Yürüyüşü’nün sembolik değeri ve yıllar içinde kazandığı toplumsal anlam vurgulanırken, özellikle genç nesillere kültürel aktarımın önemi üzerinde duruldu. Ermeni ve Yunan lobilerinin organize yapısına karşı Türk toplumunun dağınıklığına dikkat çekilen programda, lobicilik, tarih bilinci ve toplumsal örgütlenmenin önemi dile getirildi. Ayrıca, ABD-Türkiye ilişkilerinin mevcut durumu, dış politikadaki değişim sinyalleri ve Trump dönemine dair değerlendirmeler de programın öne çıkan başlıkları arasında yer aldı.
Merkezi New York’ta bulunan Türk Amerikan Federasyonu ile ilgili detaylı bilgi veren Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu eski Başkanı Atilla Pak, “1956 yılında kuruldu. Amerika’daki Türk toplumunu bir araya getirmek, kültürümüzü tanıtmak, yeni nesillere kimlik kazandırmak ve Türkiye’nin sesini Amerika’da duyurmak istedik. Bu federasyon sadece etkinlik düzenleyen bir kurum değil. Bu kurum bir duruşun, bir hafızanın ve bir mücadele ruhunun taşıyıcısı. Bugün hala her yıl binlerce kişinin katılması, işte bu federasyonun halkla toplumla tarihle kurduğu bir bağın göstergesi. Federasyon sadece yürüyüş yapmakla kalmaz. Amerikan siyasetinde Türklerin sesi olmak, genç nesillere burs sağlamak, kültürel kaynaşmasını sağlamak ve gerektiğinde de lobicilik yapmak gibi pek çok sorumluluklar üstlenir. Bugün Başkanımız Gülay Aydemir liderliğinde çok vizyoner ve kapsayıcı noktaya ilerliyor. Bu benim için ayrı bir gurur” diye aktardı.
Bu yıl gerçekleşecek olan Türk yürüyüşü hakkında açıklamalarda bulunan Pak, “Türk yürüyüşü toplumun sesi ve ruhudur. Her yıl mayıs ayının 3’üncü cumartesi günü yapılır. Bu gelenek değil bir kural artık. New York’un göbeğinde 38’inci caddede başlayacak olan yürüyüş 25’inci caddede bir kortejle Türk bayrakları yürüyüşü ile gerçekleşecek. O haftaya biz Türk Günü Haftası diyoruz. Türk Günü Yürüyüşü1981’de başladı. New York’ta her ülkeye bu izin verilmiyor. Türk Günü yürüyüşü bir onur nöbetidir. Bu yürüyüşte sadece gönüllüler değil, devletimizin ve sanatçılarımızın da büyük katkıları var, onlar da yürüyüşe katılırlar” dedi.
Amerika ve Türk toplumun geçmiş tarih ilişkilerine değinen Tarihçi Yazar Prof. Dr. Mehmet Çelik ise Türk ve Amerikan ilişkilerinin ilk olarak Osmanlı döneminde başladığına değindi. Amerikalıların ticarette yaşadığı sorunlara Osmanlı Devleti’nin müdahale ettiğini ve bu sayede Amerikalıların kendi dilleri haricinde ilk anlaşmayı Türkçe yaptıklarını vurguladı. Aynı zamanda İzmir’deki bir matbaada Bulgaristan alfabesinin yapıldığına değinen Prof. Dr. Çelik, Türk tarihi için önemli bir adım olduğunu aktardı.
Prof. Dr. Çelik’in konuşmasının ardından geçmiş tarihten bugüne kadar Türk Amerikan toplumu içinde yeterli birlik ve beraberliğin hala olmadığını aktaran Pak, “Bugün hala arzu ettiğimiz gerçek birlik ve beraberlik seviyesinde değiliz. Bunu yaşadım ve sahada gördüm. Gelecek nesiller kimliksiz büyümesin ve bu ülkede Türk adı onurla anılsın istiyoruz. Ancak en büyük engeli dışardan değil, nedense hep kendi içimizden gördüm. Küçük hesaplar, kıskançlıklar ve birbirinin ayağına basma huyu… Çok değerli katılımcılarımız var ancak bir masaya oturup aynı yöne b akamadığımız sürece bu zenginliğin bir anlamı kalmıyor. Birbirimize sahip çıkmadıkça, bu toplum başkalarının yazdığı senaryoda bir figüran olur. Biz istersek kendi hikayemizi Amerika’da yazacak güce sahibiz. İnsanların çağrısında artık kulak verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Amerika’da etkili olabiliriz. Bugün hala toplumun birleşmesi için emek veriyoruz. Biz bu birliği kurmadan ne Amerika’da güçlü olabiliriz ne de Türkiye’nin temsilcisi olabiliriz. Tam 66 yıl sonra Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu’nda ilk defa bir kadın başkan seçtik. Başkanımız Gülay Aydemir ekibiyle 3 yıldır büyük bir özveri ile çalışıyor. Bu değişim, güçlenme ve kurumsal yenilenme ile kurumsal kimliğin bir parçası olarak, inanıyorum ki bu birliği sağlayacağız” ifadelerini kullandı.
Yurt dışında oy kullanma durumunun birlik ve beraberlik olma konusunda bazı sorunlara yol açtığını ifade eden Pak, “Bizler yurt dışında yaşasak da oy kullanmaya başladık. Yurt dışında yaşayan gurbetçilerin siyasetle alakası olmadıkları için birleşmelerinde bir yakınlık ve kolaylık vardı. Çünkü siyasi düşünceler olmadığı için bir ayrılık yoktu. Ancak oy verme durumu başladıktan sonra Türk dernekleri dahil olmak üzere birçoğunda ayrımcılık başladı. Seçimler bence bizim oy oranımız ile belirlenmemeli. Çünkü biz Türkiye içerisinde değiliz. Haliyle bize ‘gelin oy kullanın’ denilmesinin hala uygun olmadığı kanaatindeyim” diye aktardı.
Ermeni ve Yunan lobileri karşısında Türk toplumunun geri planda kaldığını dile getiren Pak, “Duyarlı ama dağınık bir toplumuz, tepki veriyoruz ancak örgütlenemiyoruz. En büyük problemimiz bu. Tarihi bilenimiz çok ancak tarihi savunmak için organize olmamız gerekiyor. Gururumuz yüksek ama ortak bir masada durmayı hala beceremiyoruz. Amerika’daki Türk toplumun potansiyeli çok yüksek ama mesele bireysel gücü kurumsal güce çevirebilmekte. İşte biz ne yazık ki burada çok zorlanıyoruz. Ermeni ve Yunan lobileri tek ses olmayı, ortak akılda birleşmeyi ve en önemlisi de sistemli çalışmayı çok önceden biliyorlar. Biz ise en önde hala kim olsun kavgasındayız. Yurt dışında savunmak, Türkiye’de tweet atmaya benzemez. Sahaya gitmek, kongreye gitmek, yerel yönetimlerle temas kurmak ve medyanın diliyle konuşmak, stratejik mücadele etmek gerekir. Yunan ve Ermeni lobileri bunu çok iyi yapıyor. Bu tablo değişebilir, yeter ki biz kişisel ihtiraslarımızdan ve küçük hesaplarımızdan sıyrılalım. Davamızı büyütmek zorundayız. Değerli hocalarımızın yurt dışında tarih bilgisi vermesi gerekiyor. Tarihimizi bilmiyoruz. Bu konuda bilgi sahibi olmadan söz sahibi olmak mümkün değil” sözlerine yer verdi.
Donald Trump’ın başkanlık sürecinin Türkiye ilişkilerine olan yansımasını değerlendiren Pak, “Mesele Donald Trup olunca siyasi üstü bir gerçeklik var. Trump sıradan bir siyasetçi değil. Bir liderden çok etki alanı. Kimi için umut kimi için kriz sebebi. Sahneye domine edilebilen bir karakter. Trump döneminde meseleler çoğu zaman kurumsal diplomasi ile değil liderler arasında telefon görüşmesi ile çözülüyordu. Ancak şunu söylemek gerekir; Trump ’un Türkiye’ye bakışı diğer başkanlara göre daha rasyonel ve esnek oldu. Bakışı ideolojik değil, ticari ve stratejik pencereden bakıyor. Kazan kazan mantığına yakın. Bu bazı alanlarda kolaylık sağladı ancak istikrarsızlık riski de barındırdı. Trump’ı desteklemek ya da karşı çıkmak bana göre siyasal bir tercih olabilir ama biz Türk- Amerikan toplumunun insanları olarak, hangi başkan gelirse gelsin kendi haklarımızı ve Türkiye’nin onurunu savunmaya devam etmemiz gerekir. Kişi değil, ilke merkezli durmak zorundayız. Haliyle Trump’ı sevmek ayrı onun döneminde fırsat ve riskleri okumak ayrı” dedi.
Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye hakkında öne çıkan gelişmeleri değerlendiren Pak, şu ifadeleri kullandı: “Son dönemde Amerika- Türkiye ilişkilerini belirsizliklerle dolu ama stratejik sinyaller içeren bir dönem olarak görmeye başladım. Tamamen kopukluk var ne de tam anlamıyla uyum olmadığını düşünüyorum. İki tarafta uyumunu korumaya çalışırken birçok şey pazarlık masasında kalıyor. Bir yandan F35 programına geri dönüş sinyalleri öte yandan S400’ün devre dışı bırakılması şartı… Bir yandan ekonomik yaptırımların kaldırılması ama karşılında da stratejik taviz beklentisi var. Amerika’da bazı çevrelerin Türkiye’ye bakışında değişim olduğu çok net. Son dönemlerde kongrede olan yasa tasarısında; Türkiye artık Avrupa ve Avrasya masasında değil, Orta Doğu masasında otursun deniliyor. Avrupa’dan koparılıp Orta Doğu masasında yer alsın isteniyor. Bu teknik bir detay olarak gözükse de aslında çok derin bir mesaj içeriyor. Türkiye artık bizimle güvenlik perspektifini paylaşmıyor demek oluyor bu. Bu ciddi bir eleştiri. Türkiye bugüne kadar Batı’nın hep güvenlik mimarisi olmuş bir ülke. Türkiye’nin dış politikası artık Batı’nın çıkarlarıyla uyuşmuyor. Türkiye bağımsız davrandığı için ‘artık bizden değil’ denmek isteniyor. Ancak bu tür hamleler Türkiye’yi daha da dışlamak yerine, diyalog kanallarını daha açık tutması gerekenlerin sabrının azaldığını gösteriyor. Bu da bir baskı yönetimidir. Bu tasarı geçse de geçmesi de Amerika’nın kongresinde Türkiye algısının ne yöne evrildiğini gösteriyor. Türkiye’nin bu mesajı açıkça görmesi ancak özgün tavrından da vazgeçmemesi gerekiyor. Türkiye’nin dış politikasını artık kendi kararlığını koruması, masadaki ağırlığını artıracaktır. Zaman zaman gerilimler olacak ancak bu Türkiye’nin duruşunu tarif eden bir dönem.”