- Gündem
- 12.03.2025 23:53
Enerji içecekleri, bebek tulumları, kadın çantaları, çoğu patlak şişme botlar, aşkın devam ettiğinin işaretleri kondomlar… Arkeolog ve fotoğrafçı Aykan Özener’in Assos kazılarında çalışırken kıyıdan fotoğrafladığı mültecilerden geriye kalan bu eşyaların her biri acı bir hikayenin simgesi
ÇAĞLA GENİŞ-ÖZEL HABER
Enerji içecekleri, çocuk bezleri, bebek arabaları, kadın çantaları, topuklu ayakkabılar, can yelekleri, çoğu patlak şişme botlar, makyaj malzemeleri, aşkın devam ettiğinin işaretleri kondomlar… Mültecilerin botlarla Avrupa’ya uzanan yolculuğa çıkmadan önce ağırlık yapmaması için kıyıda bıraktıkları veya batan botlardan kıyıya vuran bu eşyaların her biri, acı bir hikayenin simgesi. 35 yıldır fotoğraf makinesini elinden düşürmeyen Aykan Özener, aynı zamanda bir arkeolog. 2016 yılında Assos kazılarında çalışırken, kıyıda yaşanan mülteci dramına yakından tanıklık etti. Kıyının çok yakınında bulunan kazı evinde kaldığı her gece, botlarla karşı tarafa geçmeye çalışan yüzlerce mülteci ailenin sesine uyandı. Kıyılarda, bu göçten arda kalan eşyaların ve hatıraların arasında dolanırken, geçmişin hikayelerini öğrenmek için kazarak toprağın altına bakmasına gerek olmadığını hissetti. Onu en çok etkileyen bir kız çocuğuna ait olan kırmızı bir kabandı. Makinesini eline alarak mültecilerden arda kalan eşyaları tek tek fotoğrafladı ve Turuncu Dernek’in desteğiyle bir sergide topladı. İşte o kırmızı kaban ve mültecilerden ‘Arda Kalan’ her şey, içinde insana dair izler taşıyan herkesi 2 Aralık Pazartesi günü Tarihi Havagazi Fabrikası’na bekliyor.
AFSAD OKULUM OLDU
1964 yılında Balıkesir’de dünyaya gelen Aykan Özener, hayatımın büyük kısmını Ankara’da geçirdi. Sevdiği iki iş var hayatta. Arkeoloji ve fotoğraf! Fotoğraf çalışmalarına Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD) ile başlayan Özener, 35 yıllık yolculuğunu şöyle anlattı: “Büyükbabamın evinde 1 yaşındayken Ahmet Esmer tarafından çekilmiş bir fotoğrafım asılıydı. Ahmet Esmer, Balıkesir’de herkesin tanıdığı önemli bir fotoğrafçıydı. Büyükbabam neredeyse her adımımı fotoğraflarla belgelediği için çocukluğumu çok iyi bilirim. Askerde, nöbet tuttuğum sırada komutanım gelen geçen çok olur diye fotoğraf makinesini bana bıraktı. Satılmayınca ben almaya karar verdim. 1983’lü yıllar ve ben Erzincan’daydım… Fotoğraf konusunda çok bilgim yoktu. AFSAD’ın fotoğraf dergisine abone olduktan sonra çok başarılı fotoğraflarla tanıştım. O zaman internet, kitap hiçbir şey yoktu. Temel fotoğraf eğitimi alabileceğimiz materyal yoktu. Askerlik bittikten sonra hemen Ankara’ya gittim. Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD), benim okulum oldu. Bir karanlık odamız bir de çaycımız vardı. Çaycıya gider, bana bir çay bir de banyo versene derdik ve sıramızı beklerdik. Fotoğraf alanında yetişmemde en önemli pay ise sinemaya aittir. Ankara’daki konsoloslukların hepsi, film haftaları düzenlerdi. Mesela Rus filmleri haftası olurdu, 1 hafta izlerdik. Fransız, Alman filmleri haftası… Dimağımız hep açıktı. Bu şekilde 15 yılım geçti Ankara’da. Şimdi de elimde, eteğimde biriktirdiğim ne varsa paylaşmaya çalışıyorum.”
FOTOĞRAF ÖN PLANDA OLDU
Aynı zamanda arkeolog olan ve 16 yıl Assos kazılarında çalışan Özener, “20 yıl da Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde fotoğraf alanda öğretim görevlisi olarak çalıştım ve 2 yıl önce emekli oldum. Hemen bir karavan yaptırdım ve eşimle birlikte yollara düştük. Kendisi sosyolog… Birlikte arkeolojik ören yerleri geziyoruz. ‘Unutulmuş yollarla unutuşmuş insanlarla’ adında bir proje üzerinde çalışıyoruz. 40’a yakın şehir dolaştık. Türkiye’de ilk kez arkeoloji fotoğrafçılığı üzerine tez yazdım. Bu yıl arkeoloji fotoğrafçılığı üzerine bir de kitap çıkarmak istiyorum. Arkeolojiyi çok sevmeme rağmen fotoğraf hep ön planda oldu” ifadelerini kullandı.
DİSTOPİK FİLMLER GİBİ!
Mülteci akınının en hızlı olduğu dönemlerde Assos kazılarında bulunan Özener, burada yaşadığı tanıklığı şöyle aktardı: “2016 yılında Assos kazısındaydım. Sabahları erken kalkardık ama 3 gibi, yattığımız odaların arkasından sesler gelirdi. Bir bakıyoruz pencereden… Yüzlerce insan… Distopik filmler gibi! Sepetini, çantasını alan kazı evinin arkasından bir kilometre ilerideki zeytinliklere koştururdu. Günlerce botlarla karşıya geçmeyi beklerlerdi. Adeta bir insanlık dramı yaşandı gözlerimizin önünde. Ben fotoğrafçılıkta etiğe çok önem veriyorum. Kaçan mültecilerin çoğu fotoğrafının çekilmesini veya yüzlerinin gösterilmesini istemiyordu. Ama o sırada birçok gazeteci onların fotoğraflarını ve hayatlarını onlarla birlikte giderek yayınladılar. Kimi bunu izin alarak yaptı kimi ise izinsiz… Ödüller havada uçuştu. Öyle dehşet görüntüler var ki. Onları ben görmedim mi? Gördüm. Ama çekemedim. Çekmek istemedim. Ama bir gün çekmeye karar verdim. Makineyi boynuma takarak kazı evinden çıktım. Yüz metre ilerlediğimde jandarmanın mültecileri yakalamaya çalıştığını gördüm. Bir kısmı kaçıyordu. Bir aile bana doğru yaklaştı. Baba, önümde diz çöktü ve yalvararak su istedi. Saklanmaları için kazı evi yakınlarında bir yere götürdüm, kazı evinden erzak verdim… Gün doğmadan kaçmaları gerektiğini anlattım. Sabah gittiğimde kaçmışlardı. Bunun gibi sayısız drama şahitlik ettim.”
MÜLTECİLERİN GERİDE BIRAKTIKLARI
Kıyıda mültecilerden arda kalan eşyaları tek tek fotoğraflayan Özener, “Sahildeki şişme botlar zincir gibi sıralanmış, 19 kişilik şişme botlara 30 kişi binerek Midilli’ye geçmeye çalışıyorlardı. Ağırlık olmasın diye de, yanlarına alamadıkları eşyalarını geride bırakıyorlardı. Bütün o eşyalar kıyıda katman katman yığılmıştı. Suriye’den beri yanında taşıdığı eşyaları orada bırakıp gitmek zorundaydılar. Benim çektiğim fotoğraflar da işte bu eşyalar. Yani arda kalanlar… Artık giysilerin üzerine basa basa katman olmuş. O kadar çok insan geçmiş ki. Bir palto, üzerine hırka, üzerine bir ayakkabı derken… Bir arkeolog olarak orada gördüklerim bana katmanları hatırlatıyordu. Biz arkeologlar kat kat kazarız, bunu yapmaya gerek kalmadan yaşamın katmanlarını gördüm. Daha sonra Ayvalık Belediyesi bu eşyaları toplayıp mavi çöp poşetlerine doldurdu” diye konuştu.
BİR KISMI İSTANBUL’DA SERGİLENDİ
Mültecilerden arda kalan eşyaların fotoğraflarının yer aldığı serginin 2 Aralık Pazartesi günü Tarihi Havagazı Fabrikası’nda ziyarete açılacağını söyleyen Özener, “Bu sergide yer alan fotoğrafların bazıları 3 yıl önce Yusuf Arslan ile birlikte Foto İstanbul’da açtığımız sergide de yer almıştı. Rum Yetimhanesi’nde müthiş bir sergileme yöntemiyle açılmıştı o sergi. Yusuf daha çok mülteci kıyafetleri toplamıştı. O benden daha çok kıyı gezmişti. Gittiği yerlerde bin 500’e yakın eşya toplamıştı. Aynı dönem Foto İstanbul’a başvurduk. İkimiz de mülteciler üzerine çalıştığımız için ortak bir sergi açtık. Daha sonra yapılmaması gereken bir sansür olayı oldu. Bu sebeple serginin 4. gününden sonra çekilmiştik” dedi.
AMACIM İNSANLARI DÜŞÜNDÜRMEK!
Serginin afişinde de yer alan bir kız çocuğuna ait olan kırmızı bir montun kendisini çok etkilediğini dile getiren Özener, “Şu an nerededir, ne yapıyordur asla bilemiyorsunuz… Çok üzücü. Bir de, kıyaya vuran bir tekne vardı. Yaklaşık 20 tane kız çocuğu içinde boğularak ölmüştü. Teknenin yanında bir muska vardı. Annesi kızının boynuna asmış muhtemelen boğulma sırasında… Ben hep öyle düşünüyorum yani, bilmiyorum... O muska da beni çok etkilemişti. Bu serginin amacı insanlara düşündürmek. Bir gün sen de mülteci olabilirsin diyebilmek. İnsanların giysiler ve eşyalar üzerinden daha fazla şey düşündüğünü gördüm. Hepimiz eşyalarla bir bağ kuruyoruz. Eşyalar, insan olmadan da bir şeyleri ifade edebilme gücüne sahip. Duyarlı insanlar zaten geliyor da… Hala içinde insana dair izler taşıyan, ‘yaşasın ailem’ deyip kapısını dışarıya kapatmayan herkes gelsin sergiyi görüsün isterim. Empati kurmalarını isterim. Gençler gelsin, gerekirse ruhları sıkılsın. Çünkü tozpembe bir hayat yok. 2010 yılında Halep’e gitmiştim. 3 gün kaldım. 2011 yılında savaş başladı. Fotoğrafını çektiğim her yer şimdi yok olmuş veya yıkılmış. Bugün mültecilere karşı bu empatiyi duyabiliyorsam Halep’te gördüklerimin etkisi büyüktür. Şimdi o insanlara ülkemizde düşmanlık yapılmasını anlayamıyorum” açıklamasında bulundu.