- Gündem
- 21.04.2025 22:12
Mona Kitap tarafından çıkan ilk romanı ‘Semra’ ile 1990’lara çocuk gözüyle ışık tutan Araştırmacı Gazeteci Mazlum Vesek, “Aşk ve özlem bana bu kitabı yazdırdı” dedi
NURETTİN BAKİ-RÖPORTAJ
Araştırmacı Gazeteci Mazlum Vesek’in otobiyografik romanı ‘Semra’ geçtiğimiz ay raflardaki yerini aldı. Roman ‘Küçük-Esmer-Uzak’ başlıkları altında üç bölümden oluşuyor. İlkokulda başlayan bir aşk hikayesi çerçevesinde ele alınan roman, özellikle 1990’larda başlayan toplumsal, politik ve ekonomik zorlukların yaşandığı döneme de ışık tutuyor. Biz de gazete olarak gazeteciliğinin yanı sıra sanat, kültür ve edebiyat alanlarındaki çalışmalarıyla tanınan kitabın yazarı Mazlum Vesek ile Semra’yı konuştuk.
Öncelikle ben kitabın kapak tasarımıyla başlamak istiyorum. Kitabın kapağında yer alan ve bir çiçek dalına konmuş bir kuş var. Sizin için özel bir anlamı var mıdır?
Kitabın kapağını Mona Kitap’tan sevgili Sevda Karacan çizdi. Ona teşekkürü borç bilirim. Açıkçası benim kapağa konulmasını istediğim serçe kuşu başkaydı. Yüreğinde serçelerin ötüşüyle yaşayan çok güzel bir insanın çizimiydi. Yayınevine o serçeyi yolladım; ama teknik olarak onu yerleştirmeleri mümkün olmadı. Bununla beraber Sevda Karacan’ın sanatını konuşturduğunu söylemeliyim. Serçenin elbette özel bir anlamı var. Romanda yer alan “Serçem” şiiri hasretin ve uzaklığın ifadesi bir şiir. Şu ana kadar okuyucular da çok beğendi ve yer yer bu şiiri paylaştılar. Bu nedenle kapakta serçenin yer almasını önemsedim.
AŞK VE ÖZLEM VURGUSU
Kitabınız, okuyucusunu her ne kadar ‘çocukluk aşkını arama’ yolculuğuna çıkartsa da aynı zamanda göç eden Doğulu bir ailenin; dilini ve kültürünü bilmediği bir coğrafyada yaşadıklarına ışık tutuyor. Size bu kitabı yazdıran temel unsur neydi?
Açıkçası okuyucunun bir aşkı bu denli merak etmesi ve bu yolculuğa ortak etmesi beni mutlu ediyor. Hele de aşk zamana ve her türlü güç ilişkisine direniyorsa…Ama elbette aşkla beraber aşktan daha fazlasını anlatmak istedim. Bana bunu yazdıran unsura gelince… Tabii ki kişisel olarak çocukluğa, bir dönem yaşadığım ve hayatım boyunca kopmadığım Ceyhan’a duyduğum özlem çok etkili oldu. Aşk ve özlem bana bunu yazdırdı; yalnız 1990’ların da öncelikle bir çocuğun gözünden anlatılması gerekti. Bu çalkantılı dönem eminim Türkiye’nin her yerinde çok derin sarsıntılarla yaşandı; ama o dönemde biz çocuk olanlar henüz fazla konuşamadık. Kendi adıma benim için o döneme açılan bir girizgah oldu. Adana, özellikle Ceyhan öyle insan hikayeleri barındırıyor ki, sonsuzluk duygusuyla insan boyuna yazmak istiyor.
Romanın kahramanı Mazlum, ilkokul ve ortaokulda olmasına rağmen dönemin politik ve toplumsal konularına oldukça hakim. Mazlum’un içindeki bu kitap okuma aşkı nereden geliyor, ya da Mazlum’u kitap okutmaya iten sebepler nelerdir?
Aslında Mazlum, romanda da belirtiyor. Okumanın ona güç vereceğini, onu ayakta tutacağına inanıyor. Öyle de oluyor. Kitapların, şiirlerin, şarkıların peşinden giden biri olarak, onu Semra’ya bu denli bağlı kılan şeylerden biri de yüreğindeki söz denizidir. Tabii, bir de Mazlum’un koşullarına bakmak lazım. İşçi ve politik bir aile ortamının dışında onu etkileyen kişiler de çok okuyan insanlardır.
OYUNCAĞI OLMAYAN ÇOCUKLARIN HİKAYESİ
Mazlum neden ekmek teknesi olan ayakkabı boya sandığına ‘Başımın Belası’ diyor? Sınıfta dalga geçilme korkusundan mı?
E Sevgili Nurettin, bu kadar kitap okuyan birinin boya sandığına bir ad takması normal değil mi? Yani Mazlum’un oyuncağı oldu da mı onlara isim vermedi? O yaşlarda bir çocuk mutlaka eğlenecek bir şeyler bulmaya çalışır. Mazlum’un eğlenceleri erken büyüyen bir çocuğun hayatındaki unsurlara ve koşullara uygun oluyor. Hayır, sınıfta dalga geçilmesinden korktuğu için değil; Mazlum bir sürü iş yapıyor. Ama sürekli işsiz de kalıyor. Daha doğrusu sürekli çalışmak zorunda olduğu için bir günü bile boş geçmemeli. İşte o işsiz günlerde yine o sevmediği boya sandığını sırtına alıyor. İşte bunun için “Başımın Belası” diyor. Tabii, romanda da okuduğun üzere bir süre ayakkabı boyamaktan ve ellerinin kirli kalmasından utanıyor. Ama yıllarca bir sürü iş yapıyor, gerisin geri boya sandığına dönüyor. Baş belası demesin de ne desin?
Mazlum’un sık sık sorduğu bir soru var. ‘Neredesin Semra?’ Semra neden kendini göstermiyor, ya da neden kaçıyor?
Semra, Mazlum’un kendisine doğru bir yolculuğudur da. İşçilik, işsizlik, kaçaklık, yokluk, ölümler, hapislikler içinde Mazlum’un iç dünyasında yaşadığını kendisine hissettirecek tek şey Semra’ya olan aşkıdır. Onun için bu soruyu soruyor. Semra’nın kaçtığını söylememiz mümkün değil. Olsa olsa yolları bir türlü kesişmeyen, buluşamayan iki insandan söz edebiliriz. Bu arada Mazlum’un hayatı da bir gül iki nergis değil. O karmaşa içinde başka türlü olması beklenemez.
Son olarak Mazlum’un babasına bir öfkesi var mı? ‘Babası yanında olsaydı belki Semra’yı aramak derdine düşmeyecekti’ diyebiliyor musunuz?
Sevgili Nurettin, açıkçası Mazlum’un babasına öfke ya da başka negatif bir duygu beslediğini de bilmemize imkan yok. Romanın kahramanı o kadar “mecbur”dur ki, bazı duyguları hissetmeye bile vakti yoktur. Çok fazla eğlenemez, uyuyamaz, işsiz kalamaz. Hatta işsiz kalsa kendine iş yaratmak zorundadır. Adeta hayatta kalma savaşı. Ve Nurettin kardeşim, insanlar savaşın içindeyken bazı şeyleri hissedemez. Buna vakit yoktur. Bir anlık boşlukta düşersin, çünkü. Ama şunu söylemek mümkün, romanda Mazlum’un abisinin “babamız olsaydı” diye başlayan bir diyalogu var. Babaları olsa herhalde ondan öğrenecekleri bir şey vardır. Gel gör ki, babasız ayakta kalmak zorundadırlar.
EMEKÇİLERİN SANATA ULAŞMASI HALA ZOR
Sanat, edebiyat ve kültür ile ilgilenen bir gazeteci olarak Mazlum’un çocukluğunun geçtiği dönemin edebiyat ve sanatıyla ilgili neler söylemek istersiniz?
Genel olarak sanata ulaşmak maalesef ülkemizde hep pahalı olmuştur. Yolum Ankara’ya düştüğü bir dönemde Türkiye’nin en saygın tiyatro topluluklarından birinin oyununa gitmek istemiştim. Sosyalist gerçekçi anlayışı ile bilinen bir tiyatrodan söz ediyorum. Bilet fiyatını öğrendiğimde işçi sınıfına hitap eden bu oyuna işçilerin gitmesinin imkansıza yakın olduğunu düşündüm. Anlattığım örnekte olduğu gibi, bu ülkenin emekçileri için sanata ulaşmak hâlâ zor. Romanda anlatılan dönemde kütüphaneler gerçekten büyük imkandır. Yoksulların en ucuz ve yegane eğlence aracı televizyondur. Bunun dışında sosyalleştikleri politik alanlar, akrabalık ilişkileri (düğünler) vs. sayılabilir. Televizyon, gazeteler ve diğer iletişim araçlarının toplumsal dayanışma (özellikle mahalle, semt ilişkileri açısından) zengin olduğunu söylemek mümkün. Bugünlerde bunun pek az örneğini görüyoruz.