Burada endüstriyel gıdalara yer yok!

Karaburun Bozköy’de bulunan Furma Ekolojik Yaşam Çiftliği’nin kurucusu Şadan Tütüncü, permakültür denilen toprağı sürmeden ve doğanın akışına bırakarak üretim yapmanın daha verimli olduğunu söyledi


  • Oluşturulma Tarihi : 05.02.2019 07:08
  • Güncelleme Tarihi : 05.02.2019 07:08
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Burada endüstriyel gıdalara yer yok! haberinin görseli

BURCU YANAR/ÖZEL HABER
Giderek bir beton yığını haline dönüşen dünyamızda yaşayabilmek için, bir avuç insan hala doğaya ve üretime yönelik çalışmalar yapmaya devam ediyor. Karaburun Bozköy’de bulunan Furma Ekolojik Yaşam Çiftliği’nin kurucusu Şadan Tütüncü’de bu insanlardan bir tanesi. Geçmişte büyük şirketlerde finans yönetimi işiyle uğraşan 57 yaşındaki Tütüncü o yaşamdan mutlu olmadığını, konfor tanımını tekrar gözden geçirerek nasıl “daha fazla tüketmeyeceğim” dediğini ve nasıl ekolojik tarıma yöneldiğini anlattı.



Memur bir anne babanın çocuğu olarak dünyaya gelen Tütüncü, geçmiş yaşamında o mevkilerde görev yaparken iyi paralar kazandığını ancak bu hayat tarzından mutlu olmadığını ve daha basit bir yaşam istediği için bu hayatı tercih ettiğini belirtti. O zamanlar Karaburun’daki bu arazileri satın aldığını söyleyen Tütüncü, “İlk olarak 8 yıl önce Yaylaköy’de dikim yapmaya başladım. Bu işe ilk başladığımda tarım nasıl yapılır bilmiyordum bile. Köylülere sora sora ağaçlar dikmeye başladım. Sonra bu durumun benim için yeterli olmadığına karar verdim ve ekolojik tarım, sürdürülebilir yaşam gibi konuları araştırmaya başladım. Öğrendikten sonra ise sürdürülebilir yaşam felsefesiyle iç içe olan ekolojik tarımı uygulamaya karar verdim” dedi.



GÖZLEME DAYALI TARIM
Ekolojik tarımın ne olduğunu ve nereden geldiğini anlatan Tütüncü, “Permakültür adı verilen sürdürülebilir tarım tekniğin kurucusu olarak kabul edilen Avustralyalı doğa bilimci Bill Mollisan ve Japon filozof Masanobu Fukuoka’nın felsefelerine dayanıyor. Fukuoka tarımı, hiçbir şey yapmama tarımı denilen tohumları tarlaya serpmek suretiyle hiçbir makineye ve kimyasala gerek duymadan yapılır. Mollison ise kalıcı tarım yani aslında tasarlanmış tarım tekniğini konu alır. Mesela evin yakınına en çok kullanılacak olan domates soğan gibi sebzelerin ekilmesi, yılda bir toplanacak bir meyvenin ise en uzağa dikilmesi şeklinde planlanır” şeklinde açıklamalarda bulundu.



Aslında bu işin özü şu diyen Tütüncü, “Biz burada gözleme dayalı tarım yapıyoruz. Çiftliğimizde ekolojik olan her tarım yöntemini uyguluyoruz diyebilirim. Toprağı traktörle sürmüyoruz ve alt üst etmiyoruz. Tüm bu yöntemlerin kendi içerisinde ayrı tartışmaları var. Toprağı sürmeden, hava aldırmadan olur mu diyenler oluyor ama oluyor. Hatta daha iyisi oluyor. Bu şekilde hem erozyonu önlemiş oluyorsunuz hem de biyo çeşitliliğin devamını sağlamış oluyorsunuz. Solucanı böceği vs. toprak bu şekilde kendi doğal gübresini üretmiş oluyor” ifadelerine yer verdi. Tütüncü, Permakültür ile yapılan tarımda ağaç başına verimin düştüğünü söyleyenler oluyor fakat biz ağaç başına verimin peşinde değiliz diyerek “Aslında toprağa hiç zarar vermezseniz ve doğanın kendi düzeni içinde bırakırsanız kendi kendine üretimin gerçekleştiğini görürsünüz. Bahçenize azot bağlayıcı ağaçlar dikerseniz bunu kökleriyle diğer bitkilerle paylaşırlar. Biz bunu sadece doğada gözlemleyip yürümesini sağlarsak bizim için yeterli olur. Neden kimyasal bir azotu getirip bitkilere karışmasını sağlayarak sağlıksız ürünler yetiştirelim ki bu durum zamanla toprağı öldürür” vurgusu yaptı.



TÜM İKLİMLERDE UYGULANABİLİR
Bu sistemin dünya genelindeki tüm topraklarda uygulanabilir olduğunun altını çizen Tütüncü, “Soğuk iklim veya sıcak iklim fark etmez. Ekolojik tarım dünyayla uyumlandırılarak her toprakta uygulanabilir. Sadece ekmek biçmek meselesi değil, bu bir yaşam biçimi. Bu işin temelinde minimum enerjiyle ve tüketimle endüstriyel paketli ürünlere ihtiyaç duymadan nasıl yaşarız felsefesi yatıyor. Meta yani para kazanmak için hayatta çalışarak elde edemeyeceğimiz tek şeyi; zamanımızı harcıyoruz. Ben hiç çalışılmasın demiyorum fakat doğayla bütüncül yaşadığınızda zaten her şeyi daha az şekilde tüketmiş oluyorsunuz. Baktığınız zaman son yüzyıl tam bir tüketim dünyası” diye konuştu.
Çiftlikte minimum enerjiyi tüketimini sağlayabilmek için geri dönüşüm sistemlerine oldukça önem verdiklerini ifade eden Tütüncü, “Geri dönüşüm sistemlerini de işin içine katıyoruz. Toprağı öldürmüyoruz aksine kaliteli toprak üretiyoruz. Organik atıklarımızı çürütüyoruz ve bir kompost oluşturuyoruz. Ayrıca yine gübre olarak kullandığımız kırmızı Kaliforniya solucanlarımız da var. Ürettiğimiz gübrelerin hiç biri ticari değil. Sadece çiftlikte kendi ihtiyacımızı karşılayabilmek için yapıyoruz” diye belirtti.
GERİ DÖNÜŞÜMÜN ÖNEMİ
Tütüncü, “Buradaki her türlü atığı değerlendirerek geri dönüşümünü sağlamaya çalışıyoruz. Dışarıdan ambalajlı bir şey almadığımız için burada neredeyse üç haftada bir çöp çıkıyor. Çiftliğimizde bulunan 9 adet banyonun giderleri de birbirinden ayrılarak gri su ve siyah su dediğimiz şekilde geri dönüştürülüyor. Gri su ayrı, siyah su ayrı olarak değerlendiriliyor. Bu yaza kadar atık sular için bir biyolojik arıtma sistemi yapmayı planlıyoruz. Biyolojik doğal bir arıtma yaparak o suyu tekrar bahçemizde ve bitkilerimizin sulanmasında kullanacağız” diyerek planlanan çalışmalarını da anlattı.
BURADA HİZMET YOK!
Buraya gelecek olan insanların tüketim anlayışından uzak olmasını talep ediyoruz diyen Tütüncü, “Burada zaten bir hizmet anlayışı yok. Gelecek olan kişilere bizler sadece temiz bir yatak ve banyo veriyoruz. Geri kalanı kendileri hallediyorlar. Ortak bir mutfağımız var yemeklerini kendileri pişiriyorlar. Etkinliklerimiz oluyor. Yaptığımız etkinliklerde üretmeye gelecek olan insanları daha çok tercih ediyoruz. Yanlış anlaşılmasın, burada ilkel yaşamaktan söz etmiyoruz. Endüstriyel ürün ve paketli gıdaları tamamen yaşamımızdan çıkartmaktan ve doğaya dönmekten bahsediyoruz. Ben kendi yiyeceğimi ve içeceğimi bu şekilde üretmeye başladım. Toplam 25 dönüm arazimde 2 binden fazla fidan diktim. Çiftliğin bulunduğu yer 12 dönüm. Ben burayı yaparken gelir olsun diye fazladan odalar yaptım. Dinlenmek isteyen insanlar gönüllülük esasına dayalı olarak gelip kalabiliyor. Gönüllü kişiler günlük 6-7 saat çiftlik işlerine yardım ediyorlar. Tabii çat kapı gönüllü kabul etmiyoruz. İhtiyacımız olduğunda proje bazlı olarak bunun duyurusunu yapıyoruz. Bunun dışında bir de yarı gönüllü diye bir kavramımız var. Yarı gönüllüler ise günlük 3 saat çiftlik işlerine yardım ediyorlar ve bir katkı payı ödüyorlar. Yani aslında konaklama bedelini ödüyorlar” diyerek çiftlikte vakit geçirmek isteyenlerin neler yapabileceklerini sözlerine ekledi.