- Gündem
- 30.06.2025 21:49
İzmir’in tarihine ışık tutan tarih araştırmacısı Mustafa Üzel, İzmir’in neredeyse dörtte üçünü yok eden büyük İzmir yangını hakkında belgelere dayanan açıklamalarda bulundu
BURCU YANAR/ÖZEL HABER
“9 Eylül 1922 tarihinde işgal altındaki İzmir’e giren Türk süvarileri, her ne kadar vatanlarının neredeyse tamamını kurtarmanın mutluluğunu yaşasalar da, hemen akabinde olacak bir olay herkesin ruhunda derin izler bırakacaktı. İzler bırakacak olan bu olay; İzmir’in neredeyse dörtte üçünü yok edecek olan büyük İzmir yangınıydı.”
Araştırmacı –Yazar Musatafa Üzel, İzmir kent tarihinin neredeyse dörtte üçünü yok eden büyük İzmir yangınını işte bu sözlerle tanımlıyor. Büyük İzmir yangınını bu olayın tek resmi belgesi olan İzmir Sigortaları İtfaiye Kumandanı Mösyö Gresgovic’in raporundan Osmanlıca’dan Türkçe’ye bizzat kendisi çeviren Üzel, gerekli detayları bizimle paylaştı.
SİNYALLER VERİLMİŞTİ
“Aslında çok daha önce ele geçen istihbari bilgiler, böyle bir olayın meydana geleceğini haber veriyordu” diyen Üzel, “Mesela 2 Eylül 1922 yılında İzmir Amerikan Başkonsolosu Mr. Horton’un Washington’a gönderdiği bir telgrafta bu konu hakkında istihbari bilgiler veriliyordu. Wisconsin üniversitesi kütüphanesinde bulunan bu telgrafın İngilizce metni ve tercümesi şöyleydi ; ‘Yunan askerleri yorgun ve moralleri bozuk olduğu için askeri durum son derece ciddi. Uşak, Kütahya ve Aydın önceki gün Yunan kuvvetlerince boşaltıldı ve yakıldı. Uşak batısında kaçan Yunan 1. ve 2. ordusu bir araya geldi. Bu güçler Türk ordusunun ilerlemesini durdurmaya çalışacak ama buna güvenilemez. 3. Yunan Ordusu Eskişehir’de, büyük olasılıkla şehri terk edecek ve yakacaklar. Destek güçleri bekleniyor. Benim düşüncem durum kurtarılamayacak kadar ciddi. Yunanlılar ve diğer Hristiyan ve yabancılar arasında panik yayılıyor ve pek çoğu kaçmaya çalışıyor. Morali bozuk Yunan güçlerinin İzmir’e girişinden sonra sorun ciddi, şehri yakacakları konusundaki söylentiler serbestçe duyuluyor. Bu durum karşısında İzmir’e vatandaşlarımızı ve konsolosluğumuzu korumak için savaş gemisi gönderilmesini talep ediyorum.’”
Üzel bu açıklamayı yaptıktan sonra sözlerine şöyle devam etti: “Gelişen olaylar Mr.Horton’un verdiği istihbari bilgiyi doğrulayacak ve Türk ordusunun girişinden bir gün sonra yani 10 Eylül 1922 yılında ufak ufak yangınlar başlayacaktı. O dönem İzmir’de devlete ait bir itfaiye kurumu olmadığından İzmir’de faaliyet gösteren sigorta şirketleri aldıkları özel izinle kendi itfaiye teşkilatını kurmuş ve kumandanlığına Monsieur Gresgovich’i getirmişlerdi. Yarı resmi diyebileceğimiz bu kurum her ne kadar yangın söndürme görevi yapsalar da sigortacılıkları gereği bazı istihbari bilgiler toplamakta ve bu bilgiler Mr.Horton’un verdiği bilgilerle uyuşmaktaydı.” Üzel, 10 Eylül 1922 tarihinden itibaren başlayan yangın esnasında görevi gereği bu yangının tam ortasında bulunan Gresgovich’ in daha sonra bu yangınla ilgili bir rapor hazırlayarak gerekli yerlere gönderdiğini fakat yangına ait tek rapor olan bu belgenin her nedense hep göz ardı edildiğini dile getirdi.
RAPORDA BULUNAN BİLGİLER
Rapordaki bilgileri Gresgovic şu sözlerle belgeliyor: “Son taarruz harekatı başladığı zaman Yunan subayları ve askerlerinin ağızlarından ‘İzmir’i Türklere bırakmaya mecbur kalacak olursak, yakacağız’ tabirleri çıkıyordu. 8 Eylül 1338 günü saat 6 sularında iki Yunan askerinin Hacı İstan Mahallesi’ndeki çavuş sokağında iki numaralı hanenin karşısında bulunan ve İngiliz tebaasından olan Mösyo Fulburc’un hanesi hizasına gelirken bir kutu kibriti ateşleyerek Mösyö Fulburc’ un hanesinin penceresinden içeri attıklarını gördüm, tabi kendimin selameti için askere bir şey söyleyemedim. Fakat kibrit sönünceye kadar nezaret ettim ve hane sahibini telaşa düşürmemek için haber vermedim. 9 Eylül 1338 Cumartesi günü saat 2 gibi Türkiye ordusunun süvarileri İzmir kasabasına girdikten sonra hiçbir vukuat zuhur etmediğini gördüm. 10 Eylül 1338 Pazar günü İngiliz bakan vapurundan bir çavuş ile sekiz İngiliz neferi yangın kulesine kadar gittiler, kuleye çıktılar ve vapur ile kuleden flama ile muhabere ettiler. Muhabereleri ertesi güne kadar devam etti. 11 Eylül 1338 tarihinde İngiliz çavuşu elinde bir kağıt ile bana geldi ve dedi ki ‘Gemi kumandanıyla olan muhaberemiz bundan ibarettir. Bu akşam Karantina’daki Türk hastanesini yakacaklardır.’ Ertesi günü Buca Mahallesi’nde mukim itfaiye komisyonu katibi Mösyö Zak Mesir gece yarısı Buca’ya iki tren geldiğini ve bütün İngiliz ailelerinin seri olarak İzmir’e nakil ve gemiye intikal olunduklarını söyledi, anladım ki İzmir’in başına tarifi gayri kabil büyük bir felaket gelecekti ve Yunan efradının söyledikleri çıkacaktı. 11-12 Eylül 1338 tarihinde itfaiye efradı yangın kulesinde nöbet beklerken Ermeni kilisesinde ve diğer yüksek mevkilerde kiremitlerden Ermenilerin faaliyetlerini dürbün ile gördüler ve bana söylediler, aynı zamanda itfaiyeden birkaç nefer Ermeni kilisesinin çan kulesinden yağmalama kararı alınmış olan parolalı muhabereler olduğunu gördüler. 10-12 Eylül 1338’e kadar geçen üç gün zarfında Ermeni mahallesinden Tepecik mahallesine kadar çıkan yangınların adedi ve bu yangınlarda müşahede ettiğim durum, itfaiyenin 30 senelik istatistik cetvelinde görülmemiştir. 11-12 Eylül 1338 gece yarısından bir saat sonra Ermeni mahallesinden yangın çıktığını haber verdiler, itfaiye efradı yangına hareket ederken ve Rum hastanesini geçerken 120-150 kadar çoluk çocuk ve kadın sürüsü acı acı bağırıyorlardı ‘Ne bağırıyorsunuz?’ diye sordum ‘Ermeniler bizi yaktılar, Seyis Hanı içerisinde oturuyoruz’ dediler, bunlar Rum idiler. Hane mücavir Ermeni hanesindeki duvardan Ermenilerin bir delik açtıklarını ve delikten çokça gaz dökerek evi ateşlediklerini söylediler. Bunları sabaha kadar çıkmaz sokak içerisinde muhafaza ettim ve sabahleyin devriyeye teslim ettim.
ERMENİ MAHALLELERİ YANIYORDU
13 Eylül 1338 saat 10.30’da Ermeni mahallesinden ateş zuhur edildiği haberini verdiler, itfaiye ile birlikte giderken Ermeni kilisesinden elli metre mesafede bir Ermeni hanesinin yandığını gördüm, hanenin alt katında şiddetli ve sadmeli ateş çıkıyordu, mecburi biraz geri gittim ve etrafa sirayet etmemesi için söndürmeye uğraşırken Ermeni kilisesinde yangın olduğunu haber verdiler, kilisenin bahçe kapısından girmek imkan haricindeydi demir parmaklıklardan atladık ve hortumu geçirdik, kilisenin binalarında ateş yoktu, yalnız küçük bir bina civarında bahçede iki yüz kadar yağlı balyasıyla paçavralar bir yere toplanmış ve üzerine iki yüz tüfek ve kilitli cephane konmuştu ateşte bunlar arasından çıkıyordu, aynı zamanda ateş içerisinden devamlı infilak işitiliyordu, söndürmeye çalıştık, biz kilisedeyken Ermeni mahallesinde Basmane karşısında yangın olduğunu haber verdiler, itfaiye efradıyla beraber koştum ve bir Ermeni hanesinden ateş çıktığını gördüm, ateşin itfasına çalışırken Soğuk Çeşme’de yangın olduğunu haber verdiler, iki itfaiye neferiyle gittim, ateşini söndürdüm, tekrar Basmane’deki yanan haneye gittim, ateş içinde birtakım sürekli infilaklar vardı ve ateş gittikçe şiddetleniyordu, bu esnada yine bu esnada yine Ermeni kilisesinin yandığını haber verdiler, birtakım itfaiye efradıyla gidip su ile söndürmeye çalışırken üç yüz metre uzakta ve arka sokaktaki dirsekte bir hanenin yandığını haber verdiler, ateşleri söndürmeye uğraşırken etrafıma baktım ve bir haneden değil Ermeni mahallesinin her yerinden ateş çıktığını ve herhalde yirmi beş mahalde ateş mevcut olduğunu gördüm, biz ateş içerisinde kaldık ve aynı zamanda her taraftan bana kurşun sıktılar ve ateş ile abluka olduğumuzu görünce el mecburiye daha geriye çıkılarak ve arkamızı ateş olmayan mahallelere vererek ateşin daha gerilere sirayet etmemesi için uğraştık. Bu ateşleri su ile söndürmenin imkan haricinde olduğunu anladım ve derhal mevki kumandanı Kazım Paşa’ya gittim ve vaziyeti anlattım ve herhalde mevadı infilakiyye ile sağlam ve yakın binaların hadım edilmesini ve Ermeni mahallelerinin abluka altına alınmasını istirham ettim, mevki kumandanı, bir çavuş kumandasında otuz kadar istihkam efradı verdi ve kamyon ile yangın mahalline gittik, daha geriden mücavir ve yanmayan Aya Dimitri Mahallesi hanelerinin hadımı için çalıştık mamafih duvarların zayıf olması yüzünden dinamitler yalnız delik açıyordu, duvarlar hadım edilemiyordu, ateşlerin devam kesretinden hortumlar bozuldu ve yandı, tulumbalar gayri kabil istimal bir hale geldiği halde yine ateşin itfasına çalışmaktayken Peştemalcılar başında ateş çıktığı haberini verdiler, ateş kasabanın her tarafını sardı, rüzgarın devam etmesinden yangın şiddetleniyordu ben ise mecburi olarak itfaiyenin malzeme ve efradını ateş içinden çıkardım ve birkaç takım teşkil edip ateş olmayan mahallerden daha gerilerden iş yapmağa uğraştım. Halbuki ben bu işin kasti yapıldığına kanaatim dolayısıyla 11 Eylül 1338 sene tarihinde itfaiye komisyonu meclisi reisi Mösyö Bon’a gittim ve katiyetle Yunan zabitan ve efradının ettiği gevezelik hatırıma geldikçe bunun hakiki bir tertip ve kasıt olduğuna ve bütün İzmir kasabasını kül haline getirmeye karar verdiklerine kanaat getirdim. Bu kanaatimi kendisine anlattım, beni serbest bırakmalarını ve İzmir’i bu büyük felaketten kurtarmak için malzeme, efrad, hayvanat ve ne lazımsa tedarik edilmesine müsaade olunmasını istirham ettim. Mösyö Bon, itfaiye meclisini topladı. Ben meclis huzurunda vaziyeti tamamıyla anlattım, mecliste klifatımı aynı kabul ve bana motorlu tulumbanın gümrük karşısında daima hazır kalmasını emretti ben ise makineyi denize atarlar ve makineyi elimizden kaybederiz ihtimali ile bu teklifi kabul etmedim, iki gün zarfında ne mümkünse İzmir’den tedarik ve icap eden teşkilatı ifa ettim ve bütün mevcudiyetimle İzmir’in yangından kurtulmasına gayret ettim, yangının ikinci günü söndürmeye uğraşırken bana dahi kurşun sıktılar, atılan mermilerin bana değil yangın tulumbalarına isabet edip bunları delik deşik ettikleri maruzuyla işbu rapor takdim kılınır.”