- Gündem
- 27.06.2025 20:28
Çetin Tokay ile röportajımızın devamında yayınevi-editör ilişkini konuştuk. Tokay, bir kitabın yayınevinden çıkarken ne aşamalarda geçtiğini anlattı
ONURHAN ALPAGUT/RÖPORTAJ
La Kitap Yayıncılık Editörü Çetin Tokay ile röportajımızın ikinci kısmında yayınevi-editör ilişkisini konuştuk. Yayınevi sahibi ve editörün birbirine yakın düşüncelere sahip olması gerektiğini söyleyen Tokay, “Çatışa çatışa iş üremez. Her ikisinin de toleransları geniş olmalıdır. Yayıncı ticari nedenlerle, makul bir ölçüde metne müdahale edecekse bunu editörle birlikte karar vermelidir” dedi.
Yayınevi-editör ilişkisi nasıl yürüyor, basılacak kitaplar nasıl seçiliyor, birbirinize ne kadar karışıyorsunuz?
Yayınevi sahibi ile editör öncelikle dünya görüşü olarak, buna bağlı olarak yayıncılıktan, kitaptan ne anladıkları konusunda birbirine çok yakın düşüncede olmalılardır. Yoksa çatışa çatışa iş üremez. İkincisi her ikisinin de toleransları geniş olmalıdır. Yayıncı ticari nedenlerle, makul bir ölçüde metne müdahale edecekse bunu editörle birlikte karar vermelidir. (Ör: Roman 15 formayı geçmesin) Editör ise yayıncının ticari kararlarına asla müdahil olmamalıdır. Zamanlama, fiyatlandırma, yazarın payı, sözleşme koşulları gibi. Yayın Yönetmeni yoktur böyle küçük yayıncılarda demiştik, o zaman sıra dışı bir metin geldiğinde ve baskıya uygun görüldüğünde o zaman yeni bir seri açılsın mı veya mevcut dizilere mi sokalım gibi yayın ilkelerine dair konulara da yayıncı talep ederse görüşünü bildirir. Editörün en hoşlanmadığı eser ise daha önce basılmış eserdir. Yıllar önce basılmış eserler tekrar basılacağı zaman editör kendince bir karar vermek zorundadır; ya zaten basılmış, okunmuş, benim müdahalem olmaz der, hiç karışmaz. Geldiği gibi basılır. Ya da yazar da onaylarsa “Gözden geçirme” denilen aşamaya dahil olur. Gözden geçirme metne sıfırdan bakma değildir artık. Yazar eserinde eksik olanları gündeme getirir veya editör eskimiş metni yenilemeye, cilalayıp, parlatmaya çalışır. Bu gözden geçirme edebi metinlerde nadirattandır. Asıl kuramsal kitaplarda yapılır ve hatta yapılması elzemdir. “Gözden geçirilmiş Baskı” kapak açılması dikkat edin hep kuramsal, akademik kitaplarda yer alır. Basılacak kitapları eğer önceden basılmış bir eserle yazar yayıncıya gelmişse yayıncı (Patron) kabul eder veya etmez. Editör karışmaz. Yazarın ilk eseriyse o zaman doğrudan editöre gelir, taslak metin deriz buna ve basılabilir olup olmadığına editör karar verir. Tabi yazarları sinir eden bir durum vardır ki yıllardır çözülemez. Küçük yayıncının yıllık basabileceği kitap sayısı 7-8 kadardır. Bu nedenle eğer yayıncıya çok eser gelir ve basılabilir ön izni alırsa işlenmiş bile olsa o eser bir türlü basılamaz. Özellikle ilk kitabını yazmış genç yazarın bu durumda sinir sistemi harap olur.
YAZARI SIKIŞTIRIRIM
Bir kitabı yayınlama süreci nasıl işliyor? Ne kadar sürede baskıya hazırlanıyor?
Basılma onayı çıkan her dosya farklı süreçlerden geçer. Öncelikle yayın politikası gereği gruplara ayrılmış olan türlerden hangilerinde iddialı veya hangi alanlarda güçlü bir yayıncı olunacağına bağlı olarak kitaplar seçilir, üst soruda yazdığım gibi önceden baskısı olan ve bize gelen veya bizim bulup anlaştığımız eserler elbette bir editoryal süreçten geçmediği için yayınevi basım planına göre baskıya gider. Asıl süreç dediğimiz uzun süre ilk kez kitabı basılacaklarda yaşanır. Epeyce uğraşılması, üzerinde çalışılması gerekebilir metni ıslah etmek diyorum ben buna. Genellikle gençlerin heyecandan ve tecrübesizliklerinden kaynaklı hataları, eksikleri oluyor. Onları bulup çıkarıp önüne koyup, yeniden yazmasını bekliyorsunuz. Ben ilk olarak asla “yerine” yazmam. Yani “yahu dur sen beceremedin ver şu kısmı, paragrafı, cümleyi ben yazayım” demem. Yazarı sıkıştırırım, zorlarım, anlatırım, olmadı bir daha, yine olmadı bir daha. Bu eserler anladığınız gibi roman ve ya öykü kitabı olan kurgusal eserlerdir. Bir de yayınevimize özel bir alanımız var ki o tamamen Leyla Akgül’ün editörlüğünde veya ilişkileriyle yürür. Alevi – Bektaşi kurgusal metinleri. Bunlar tarihi metinler de olabilir, akademik çalışmalar da. Yayınevi olarak alanımızı genişletmeye çalışıyoruz ama butik yayıncıların yılda basabileceği kitap sayısı sınırlı, o nedenle reddettiğimiz kitaplar veya dosyalar olabiliyor. Özellikle genç arkadaşlar çok sabırsız, hemen gelecek ay kitabı çıksın istiyorlar. Bir de onlardan yayıncıya karşı vefalı olmalarını bekliyoruz.
BU BİR MESLEK DEĞİLDİR!
Editörlük mesleğini seçecek arkadaşlara ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Bu sorunuzu bir itirazla açıklamaya çalışayım. Bu bir meslek değildir. Yani nasıl ki yazar sadece yazdıklarının telif ücretleriyle maddi olarak yaşam kalitesini sürdüremiyorsa (Çok az yazarın böyle bir lüksü vardır) editörlük yapanların da bu tek işleri olamıyor. (Nispeten kurumsallaşmış, köklü yayıncı firmalarda ücretli, tam zamanlı (bordrolu) çalışanlar var tabi benim dediğim yüzlerce butik yayıncı için geçerli. Yine de o noktaya gelebilmek için elbette çok küçükten beridir çok okur olmak gerek şart. Üniversite eğitimi illa Türk Dili ve Edebiyatı olmak zorunda değil ama sosyal bilimlerin her hangi bir alanında faydalı olur. Üniversiteyle birlikte sadece kurgusal değil çok fazla alanda kuramsal kitapları da okumak zorunludur. Bırakın sosyoloji, tarih, psikolojiyi; edebiyat bilimi üzerine bile Türkçe’de çok iyi kitaplar var. Okuyun! Sosyal bilimler veya bazı üniversitelerin tanımladığı adıyla “Beşeri Bilimler” alanı içinde olan her şeye ilgi duyun. O benim alanım değil demek kendini kör etmektir. Bu yargıma bağlı olarak ve her şeyin başında meraklı olmak gelir! Merak, merak, merak… Türkçe’ye ama öyle öz falanına takılmadan, kullanılan veya kullanılmış tüm sözcükleriyle Türkçe’ye hakim olsunlar. Metin düzeltmelerinde bu çok işe yarar. Sözcüklerin nerede nasıl kullanılması gerektiğini bilsinler. Çok sinir olduğum bir örnek vermek isterim; “Kafa mı – Baş mı?” Yüz mü – Surat mı?” Hangi cümlede hangisi kullanılmalıdır? Öyle çok baş denmesi gereken yerde kafa ile karşılaşıyorum ki.
İNSANIMIZIN YAZGISINI ÖĞRENİN
Son olarak okurlarımıza neler söylersiniz?
İlk olarak şunu söylemek isterim; gözünüzle değil beyninizle okuyun. Hocam Hilmi Yavuz’un derste söylediği gibi metni “kazarak” okuyun. Metnin katmanlarını keşfedin. Hiçbir metin tekdüze değildir. Anlatılan olaylara (mevzuya) takılıp kalmayın, sosyolojik ve psikolojik tahlilleri bulun çıkarın. Tarihi(mizi) mutlaka bilin, öğrenin, devletin öğrettiği tarihe takılıp kalmayın. Yukarıda değişik alanlardan etkilenin, kuramsal metinleri okuyun demiştim ona değişik sanat alanlarıyla da ilgilenini eklemeliyim. Edebiyatla etkileşimin ve faydalanmanın çok olduğu sinema sanatı örneğin. Bir ortama girdiğinizde en azından ayaküstü sohbet edebilecek kadar gazete bilginiz olsun. Dünyadan haberiniz olsun. Binlerce yıllık tarihi olan, müthiş bir kültür hazinesi olan topraklarımızı tanıyın, öğrenin, ötelemeden, küçümsemeden insanımızın yazgısını öğrenin. Çünkü o yazgı sizin de yazgınızdır, kaçamazsınız.