- Gündem
- 16.05.2025 21:22
Bugüne kadar çektiği birçok dizi ve filmde insanı insan yapan evrensel değerleri izleyicilerine yansıtmaya çalışan ünlü Yönetmen Oğuz Yalçın İzmir’de yeni projeler gerçekleştirmeye devam ediyor
NİLGÜN TAZE / RÖPORTAJ
Kaygısızlar, Ana, Çılgın Bediş, Mahallenin Muhtarları, Şaban ile Şirin, Emret Komutanım ve Deli Dumrul gibi film ve dizilerin yönetmenliğini yapan Oğuz Yalçın, unutulmaya yüz tutmuş olan insani değerleri hatırlatmaya çalışan ender yönetmenlerden biri olma özelliğini taşımaya devam ediyor. Dokuz Eylül Üniversitesinden mezun olmasının ardından İzmir’den ayrılmaya gönlü razı olmasa da İstanbul’a zorunlu gidişinden bu yana gözü hep bu keyifli şehirde kalan Yalçın, İstanbul’da geçirdiği uzun yılların ardından yuvası olarak adlandırdığı İzmir’e geri döner. 8 aylık bir gözlem sonucu İzmir’in artılarını ve eksilerini saptayan Yalçın artıların daha fazla olduğunu fark etmesinin ardından Baba filmini çekmeye başlar. Film çekmek için iyi koşulları beklemek yerine koşulları kendi oluşturan Yalçın ile insani değerleri hatırlatan güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. Keyifli okumalar…
İlk olarak yönetmen olmaya nasıl ve ne hayatınızın hangi sürecinde karar verdiniz?
Lise yıllarımda tiyatro ile uğraşıyordum. Hatta çok yüksek puanla Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümüne girmiştim. Bir oyun sırasında bu kadar emeğin daha kalıcı olması gerektiğini düşündüm. Ünlü Fasüleciyan tiradındaki gibi her şey oynarken vardı, daha sonra kaybolup gidiyordu. İşte o zaman çok daha kalıcı, yaygın ve etkili bir sanat olan sinemayı seçtim. Okulu değiştirmek için yeniden sınavlara girerek Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Bölümüne geçtim. Azimle yürüdüğüm bu yol beni yönetmenliğe götürdü.
İlk yönetmenlik deneyiminiz size neler hissettirdi ve birçok projede yer aldıktan sonra hislerinizde değişen bir şey oldu mu?
İlk projem “Kıskaç” adlı bir sinema filmiydi. Tefecilere borçlanarak, annemin bileziklerini satarak çekmiştim o filmi. Bu filmi yapabilmek için girdiğim bu soluk soluğa mücadelede müthiş bir heyecan ve inanılmaz azim hissetmiştim. Aradan geçen 32 yıldan sonra ‘Baba’ filmini çekerken de bu anlamda değişen pek bir şey yoktu. Bir film yapabilmek halen hiç kolay bir şey değil. Ve aynı şeyleri hissediyorum. Heyecan ve azim olmadan bu işi yapabilmek pek mümkün değil bence.
SESSİZ FIRTINA
Bugüne kadar sizi derinden etkileyen filmleriniz ve konuları nelerdir?
En çok etkilendiğim filmim “Sessiz Fırtına” idi. Orta yaşlı bir adamın yazarken hayatıyla yüzleşmesini, kendisiyle hesaplaşmasını ve barışarak kabuğundan çıkıp hayata karışmasını anlatan bir filmdi. Dizi olarak da “Kaygısızlar”ı çok sevmiştim. Keşke yine öyle bir dizi ya da film çekebilsem.
Bugüne kadar örnek aldığınız yönetmenler oldu mu ve neden?
Etkilendiğim, hayran olduğum birçok yönetmen sayabilirim ama örnek aldığımı söyleyemem. Çünkü her insan başka bir dünyadır ve her yönetmenin anlatmak istediği dünya başkadır. En çok etkilendiğim yönetmeni sorarsanız düşünmeden Mel Brooks derim.
Eğitimsiz oyuncular hakkında neler düşünüyorsunuz? Sizce oyunculuğun ayakaltına düşmesi nasıl engellenebilir?
Oyunculuk daha bebeklikten başlayarak her insanın içinde olan bir şeydir. Hepimiz oyuncuyuz aslında. Hayat dediğimiz oyunda hepimiz birçok rol oynamıyor muyuz? Ancak meslek olarak oyunculuk çok başka bir şey. Ne yazık ki bunun farkında değil insanlar. Meslek hayatım boyunca en rahatsız olduğum şeylerden biri “Bize de rol var mı?” sözüdür. Oynamak, daha doğrusu kendini göstermek hevesini anlayabiliyorum, bu masum bir heves olarak görülebilir. Ama kendisini profesyonel ve eğitimli oyuncularla bir görmek, onların oynaması gereken rolleri ciddi ciddi yapabileceğine inanmak ve o rollere ısrarla talip olmak nasıl bir körlük ve nasıl bir cahilliktir. Tiyatroda, sinemada değil ama televizyonda herkesin oynayabileceği bir rol bulunabilir. Ama profesyonel dünyada işler böyle yürümez. Oyuncuya göre rol aranmaz, role göre oyuncu aranır. Birçok rolü oynayabilmek için de eğitim gerekir. Eğitimsiz sandığımız oyuncular bile aslında uzun süren bir set eğitimden sonra ustalaşmışlardır. Uzun süre pratik yapmak da deneme yanılma yöntemiyle de olsa rol almak bir çeşit eğitimdir. Oyunculuğun bir meslek olarak görülmesinin, ayağa düşürülmemesinin çaresi hem toplumsal, hem de mesleki eğitimdir. Ve tabi ki meslek örgütlerinin daha etkin çalışması.
İÇE KAPALI SİNEMA
Bir yönetmen olarak gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında Türkiye’de yönetmen olmanın artıları ve eksileri nelerdir? Türk yönetmenlerin kendi kalitelerini artırabilmeleri için hangi koşullara ihtiyacı var?
Türkiye’de yönetmen olmanın en büyük zorluğu finans bulmak. Her ne pahasına olursa olsun film çekmek istemiyorsanız, çok fazla ödün vermek istemiyorsanız finans bulmanız çok daha zor. Dünyada film yapımını destekleyen çok fon var. Oysa bizim bunlardan yararlanmamız birçok nedenden dolayı çok zor. Zaten içe kapalı bir sinemamız, çok dar bir pazarımız var. Son yıllarda özellikle dizilerimiz seksenin üzerinde ülkede izlense de bu durum bizim planladığımız bir şey değil ve bundan yeterince yararlanamıyoruz. Dolayısıyla pazar kısıtlı olunca yatırım da kısıtlı oluyor. İkinci engel seyirci kalitesi. Türkiye’de bilinçli ve seçici sinema seyircisi o kadar az ki bir yönetmenin içtenlikle ve sanatsal tercihlerle yapmak istediği filmlerin gişe şansı neredeyse yok. Daha kaliteli filmler yapabilmek için gerekli olan temel ihtiyaçlar, ticari başarı koşulu olmaksızın yapım desteği ve daha çok seçici seyirci desteğidir.
Bilindiği üzere televizyon film ve dizileri başta çocuklar ve gençler olmak üzere yetişkinlerinde kişilik oluşturmasında önemli bir rol model oluşturuyor. İnsanlığa yıkıcı enerjiler (savaş, kırma dökme, intikam) değil de insanı değerleri hatırlatan projelerin gelişmesi için neler yapılabilir?
Gençler ve çocuklar değil sadece, yeterli olgunluğa erişemeyen yetişkinler de bu tür filmlere itibar ediyor. Bunun sosyolojik, psikolojik ve ekonomik birçok nedeni var. Sıkıntılarını ve sorunlarını çözmek için tek çarenin güçlü olmak olduğunu düşünen insanlar bu özlemle bu filmlere yöneliyorlar. Gerçek hayatla mücadele etmek yerine hayal dünyasındaki hayali kahramanlarla özdeşleşerek öfkelerini boşaltıyor ve rahatlıyorlar. Daha kötüsü kendilerini kaptırıp o kahramanlar gibi davranıp tatmin olmaya çalışıyorlar. Buna karşı benim bulduğum yol bu konuları ele alan filmler yapmak ama doğru önermelerle. Delikanlılığın içini doğru değerlerle doldurarak insanları iyiye, doğruya özendirmek, o filmlerde özendikleri yolun çıkmaz yol olduğunu göstermek bence en etkili yollardan biri. Örneğin son yaptığım Baba filmi de tam da bunu anlatıyor.
ZOR OLAN İNSAN KALABİLMEK
Bir yönetmen olarak filmlerinizde yer vermeye çalıştığınız değerler nelerdir?
Unutulmaya yüz tutmuş insani değerler. İnsan olmayı unuttuk ne yazık ki. Benim tek kriterim “İnsan Olmak”.Oyuncu seçerken, ekip kurarken, dost edinirken ilk dikkat ettiğim şey bu. Öğrencilerime de sürekli bunu söylüyorum. Ne olursanız olun, ama önce iyi insan olun. Kötü insandan oyuncu da olmaz, sanatçı da. Susan Sarandon’ın dediği gibi “Başarılı olmak zor değil, insan kalabilmek daha zor.” Filmlerimde de bu konuya öncelik vermeye çalışıyorum elbette.
Yönetmenliğin zorluklarını anlatır mısınız? Biz bir sahneyi 10 defa çekmek zorunda kalabildiğinizi biliyoruz mesela..
Yönetmenliğin en büyük zorluğu insanla uğraşmak. Kısa sürede ve aynı anda ortalama yüz kişiyi yönetiyorsunuz. Üstelik bunların bir kısmı beğenilen, hayranlık duyulan, yüksek egolu kişiler. Bir de kıskançlıkları, çekememezlikleri, dedikoduları zamanında fark edip önlem alamazsanız, o insanları birbirlerine düşman olmak yerine takım haline getiremezseniz işinizi yapamazsınız. Bunun içinde nerde, hangi üslupla, nasıl davranacağınızı bilmek çok önemli.
Yönetmen ve oyuncu olmak isteyen gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Öncelikle hiçbir işin kolay olmadığını, azimle, yılmadan, usanmadan kendisini geliştirmek, mücadele etmek, ama her şeyden önce iyi insan olmaktan asla vazgeçmemek gerektiğini söylemek isterim. Yalnızca yeteneğe güvenmek bu alanda yapılabilecek en büyük aptallıktır. Çalışmadan, kendini geliştirmeden, düşünmeden, kafa yormadan, araştırmadan, öğrenmeden, hayatın her yönüyle ilgilenmeden, okumadan, seyretmeden, dinlemeden, gözlem yapmadan hiçbir şey olmaz. Bu saydıklarım sanatın her dalı ve alanı için gerekli, en azından insan olmak için bile gerekli.
KUTU
OĞUZ YALÇIN KİMDİR?
1982’de ‘9 Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölümünü bitirdi. Çıraklık dönemini son ustası Bilge Olgaç’la noktalayıp 1986’da yönetmenliğe başladı. Sinemadan önce müzik, tiyatro, fotoğraf ve grafik dallarında da çalışmaları olan Oğuz Yalçın sinema ile başladığı yönetmenliği televizyon alanında sürdürmektedir. Film-Yön üyesi ve Sine-Bir kurucu üyesidir. Halen “Yaşar Üniversitesi, Film Tasarım Bölümü”nde ve kurucusu olduğu “Art-İz Sanat Atölyesi”nde ders vermektedir.
KUTU KUTU 2
Dizi, Film ve Belgeselleri
Ünlü Yönetmen Oğuz Yalçın’ın bugüne kadar çekmiş olduğu film, dizi ve belgeselleri ise şöyle;
Diziler
Emret Komutanım, Kaygısızlar, Tatil Aşkları, Şaban ile Şirin, Ateş Dansı, Benimle Evlenir misin, Mahallenin Muhtarları, Ana, Yangın Ayşe, Sütkardeşler, Tek Celse, Acı Günlerim, Evdekiler, Güzel Günler, Hababam Sınıfı, Makul Çözüm, Üç Kadın, Sevda Tepesi, Şöhretler Kebapçısı, Baba Bana Reyting Al, Hiç Bana Sordun mu? , Teber ,ile Muteber, Öyle Bir Sevda ki, Pulsar, Kız Takımı, Deniz Yıldızı.
Filmleri
Kıskaç, Evlerden Biri, Bir Çember Kırılırken, Kurt Payı, Bir Irmağa Yolculuk, Sessiz Fırtına, Düşler Artık Yetmiyor, Yeni Bir Yıldız, Mertali, Mertali 2, Benimle Evlenir misin?, Yaşamın Kıyısında, En Güzel Güzel, Saf Asaf, Çil Horoz, Bir Sepet Elma, Deli Dumrul, Hopdedik, Antep Fıstığı, Baba.
Belgeselleri
Hacı Bayram Veli ve Külliyesi - T.C. Kültür Bakanlığı; 35mm; 1989
Yabanlu Pazarı - T.C. Kültür Bakanlığı; 35 mm; 1990