Deprem ve ardında  bıraktığı psikolojik enkaz!  

1999 Marmara Depremi’ni ve geçmişte yaşanan birçok depremin korkusunu ilk gün ki gibi yaşıyoruz.  Yakın zaman önce gerçekleşen Elazığ Depremi’yle de acının fotoğrafı ne yazık ki değişmedi. Depremzedeler ise bir ‘psikolojik enkaz’ olarak çadırlarda yaşıyor


  • Oluşturulma Tarihi : 01.02.2020 09:11
  • Güncelleme Tarihi : 01.02.2020 09:11
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Deprem ve ardında  bıraktığı psikolojik enkaz!  

SULTAN GÜMÜŞ / RÖPORTAJ
Son dönemde üst üste birçok deprem yaşandı. Özellikle Manisa ve Elazığ’da meydana gelen hatta can ve mal kaybına neden olan depremler vatandaşı oldukça korkuttu – korkutmaya da devam ediyor. Peki, travmalar yaşayan depremzedeler için nasıl bir psikolojik destek sağlanmalı; insanların eski günlerine kavuşması adına neler yapılmalı? Uzman Klinik Psikolog Metin Olataş, fiziksel ihtiyaçlar karşılandıktan sonra kişiye psikolojik ilk yardımın yapılması gerektiğini vurguladı. Medya tarafından her fırsatta dile getirilen ikinci bir İstanbul depremi algısının da vatandaşların psikolojisi açısından çok tehlikeli olduğunu aktaran Olataş, basın-yayın organlarının deprem gibi bir doğa felaketi üzerinden dahi reyting avı yaptığını kaydetti; yapılan haberlerin dozajının önemli olduğunu belirtti. 



ÖNCE FİZİKSEL İHTİYAÇLAR KARŞILANMALI
Depremin yaratmış olduğu ciddi bir korkudan ve travmalardan bahsediyoruz. Olayı yaşayan insanların psikolojik bir desteğe ihtiyacı var. Sizler uzman bir psikolog olarak neler söylemek istersiniz? 

Evet, korkutmaya devam ediyor. Sizinle bu röportajı yapalım diye konuşurken yine 5.1 ile sallandık. Bu sarsıntıların ne anlama geldiğini en iyi bu işin uzmanları bilir. Benim uzmanlık alanım ruh sağlığı olduğu için işin jeolojik kısımlarıyla alakalı bir yorumda bulunmayacağım. Sorunuza dönecek olursam eğer ilk olarak deprem ve benzeri afet durumlarını ya da herhangi acil bir durumu yaşayan birey ya da bireylerin fiziksel ve biyolojik olarak güvenliklerinin sağlanması gerekmektedir. Çünkü bir kişi fiziksel olarak güvende olmazsa ya da kendini güvende hissetmezse o kişiye yardım edebilmek oldukça güçtür. Maslow’un ‘İhtiyaçlar Piramidi’ de bize bunu anlatmaktadır. Önce kişi fiziksel ihtiyaçlarını karşılamalı ki sıra psikolojik ihtiyaçlara gelebilsin. Fiziksel ihtiyaçlar karşılandıktan sonra öncelikle o kişiye bulunduğu ortamda psikolojik ilk yardım yapılmalıdır. Bu bir nevi ambulansın kaza anındaki yapmış olduğu ilk müdahaleye benzer. Daha sonrasında bireyin ihtiyaç duyacağı psikolojik destek hizmetlerinin organize edilmesi gerekmektedir.



Sadece depremzedeler değil aslında… Şairin de dediği gibi ‘Nerede bir can ölse oralı olur yüreğimiz’… Depremi henüz hiç yaşamayan ya da küçük sarsıntılarla depremi tanıyan insanlar, başka şehirlerde yaşanan şiddetli depremlerden korkabilir, evlerine giremeyebilir, can sağlığı için endişe duyabilir. Bu düşüncede olan insanların korkularını yenebilmeleri için, daha fazla paniğe kapılıp hata yapmamaları için nasıl bir yol izlemesi gerekiyor?
Travma denen olgu aslında gündelik hayatımızın her anında yaşanabilmektedir. Bazen o travma bizim başımıza gelirken, bazen de yaşanan bir travmaya dışarıdan tanık olmaktayız. Başımıza gelmeyen sadece bir şekilde tanık olduğumuz travmaya ikincil travma diyoruz. Bazen televizyonda izlediğimiz bir haber ya da internette denk geldiğimiz bir paylaşım bize bunu yaşatabilmektedir. O esnada travmayı yaşayan kişinin yaşantı deneyiminden biz de travmatize oluruz. Eğer bir kişi gündelik hayatını aksatmayacak şekilde sadece olaya tanık olduğu anda bir endişe yaşıyor ve o olay geçtikten sonra normal hayatına dönebiliyorsa bu normal bir durumdur. Çünkü zihnimiz gördüğü şeyleri anında kendi içerisinde simule eder ve sanki biz yaşıyormuş gibi hissedebiliriz. Problemin başlayacağı nokta ise tanık olma durumu bittikten sonra hala endişe, evham ve benzeri duygu durumlarının devam etmesidir. Örneğin televizyonda bir haber izledik. O anda kendimizi kötü hissettik. Haber bittikten sonra hala olumsuz duygu durumumuz devam ederse ve hatta artarsa o zaman konu ile ilgili bir uzmandan terapi desteği almak gerekmektedir. Aynı durum deprem ile ilgili haberleri izleyen, herhangi bir yerde canlı olarak deprem olayına tanık olan ya da olayı yaşayanlardan etkilenen bireyler için de geçerlidir. Eğer sadece olayı izledikleri, duydukları süreçte bir korku, endişe yaşıyorlarsa bunda sakıncalı bir durum yok. Demin de bahsettiğim gibi o anda zihin o yaşantıyı simule edebilmektedir. Ancak daha sonrasında hala daha aynı şiddette ya da artan bir şekilde bir korku, endişe durumu yaşamaya devam ediyorlarsa ihmal etmeden konu ile ilgili bir uzmandan yardım almaları hem kendi yaşam kaliteleri hem de birlikte yaşadıkları kişilerle olan ilişkiler için oldukça önemlidir. 



HABERLERİN DOZAJI ÖNEMLİ
Her depremin ardından olası büyük İstanbul depremi ortaya atılıyor. Başka şehirlerde yaşanan depremlerin ikinci bir İstanbul depremini tetikleyeceği vurgulanıyor. Medya tarafından yansıtılan bu tarz haberler –İstanbul’da yaşayan vatandaşları paniğe sürükleyen bu tarz haberler- sağlıklı mı? 

Kesinlikle sağlıklı değil. Hem İstanbul’da yaşayanlar için hem de Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan vatandaşlar için olumsuz bir durum. İstanbul’da yaşayan vatandaşlar için belki biraz yapıcı etkisi olabilir. Belki deprem ve depremle mücadele konularında kendilerini geliştirebilirler, depreme yönelik hazırlıklarını yapabilirler, depremden sonra sığınmaları gereken yerleri öğrenebilirler gibi. Bunda da yapılan haberlerin dozajı önemli tabi ki. Her şeyin fazlası gibi bu tarz haberlerin de fazlası zararlı olabilmektedir. Zaten zorlu koşullarda yaşamakta olan insanlarda yeni bir endişe ve korku sebebi ortaya çıkabilir ve bireylerin yaşam kalitelerini daha da aşağı çekebilir. İstanbul dışında yaşayan vatandaşlarda da ayrı bir olumsuz duygu ve düşünce oluşmaktadır. Haberlerde yaratılan algıdan dolayı sanki sadece İstanbul’da yaşayan vatandaşların can ve mal güvenlikleri önemli; diğer şehirlerde yaşayan vatandaşlar önemsiz, onların bir değeri yokmuş gibi bir algı oluşmaktadır. Evet, İstanbul şehir olarak tek başına Türkiye nüfusunun 1/5’ine ev sahipliği yapıyor olabilir. Ancak deprem gibi önemli bir olgu deprem bölgesi olan bütün Türkiye için eşit derecede önemli ve tehlikelidir. Ayrıca bu tarz olaylara nicelik olarak yaklaşmak da yanlıştır. Çünkü herkes için o “1” tane biricik can her şeyin üstünde değerlidir.



Medya demişken… Bir psikolog gözüyle baktığınız zaman medyanın doğal afetlerin yaşandığı süre zarfında ve sonrasında vatandaşa sunduğu haberler / görseller nasıl? Aynı zamanda sosyal medya, süreci nasıl bir yola sokuyor? 
Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da medyada halk sağlığını olumsuz etkileyecek bir yaklaşım mevcut. Evet, insanların olaylardan ve son durumdan haberdar olması çok mühim; ancak bunun nasıl yapıldığı çok önemli. Benim gözlemlediğim insanlara haber iletmenin, onları son durumlardan haberdar etmenin çok dışına çıkıldığı. Deprem gibi bir doğa felaketi üzerinden dahi bir reyting avı yapılmakta. Zaten hem fiziksel hem de ruhsal olarak zorda olan bireylerin mahremiyetleri hepten yok sayılmakta. Bu yapılanın ise ne izleyene ne de izlenmesi için ‘nesne’ yerine konanlara hiçbir faydası yok. Aksine bireylerin iyileşme süreçlerini sekteye uğratmaktadır. Konunun sosyal medya yanı ise başka riskleri barındırmaktadır. Malumunuz sosyal medyada yapılan paylaşımların doğruluğunu kimse teyit etmiyor. Teyit etmek ya aklına bile gelmiyor ya da hiç önemsemiyor. Bu da zorda olan bireylerin gerçek durumlarını öğrenmeyi, gerçekten neye ihtiyaç duyduklarını ve nasıl bir yardım gerektiğini öğrenmemizi engelliyor. Aynı zamanda yine bireylerin ihtiyaç duydukları yardım ve desteklere erişimini engellerken iyileşme sürecini de sekteye uğratmaktadır.



FELAKETLERİN UNUTULMAMASI GEREKİYOR           
Peki, yıllarca yaşadıkları evleri kaybederek çadır kentlerde, konteynırlarda yaşayan depremzedelerin tedavi süreci ya yarım bırakılırsa… 

Başlatılan bu çalışmalar tamamlanmadan yani bireyin iyileşme süreci tamamlanmadan sonlandırılmamalıdır. Yarıda bırakılan bir psikoterapi aynı yarıda bırakılan herhangi bir fiziksel bedensel tedavi gibi olumsuz sonuçlar yaratacaktır. Hatta ruhsal tedavinin yarıda bırakılması daha büyük sorunları doğurabilmektedir. Bu süreklilik öncelikle kamunun kaynaklarıyla,  gerekli durumlarda da sivil toplum kuruluşlarının desteği ile sağlanmalıdır.



Marmara depreminin yaşandığı tarihi her yıl ananlar ve korkularını dile getirenler henüz olayı atlatamayanların bir örneği. Bu kapsamda son olarak neler söylemek istersiniz? 
Sizin de vurguladığınız gibi deprem aslında çok yönlü bir konu. Medyamızda ise daha çok işin ne yazık ki ‘görsel’ kısmı yer almakta. Bu röportaj için öncelikle kendi adıma ve konu ile ilgili bilgiye ihtiyaç duyan ancak bilgiye erişmede sıkıntı ve kısıtlılık yaşayanlar adına bu sorunun aşılmasına katkıda bulunduğunuz için teşekkür ederim. Böylesine büyük doğal ve toplumsal felaketlerin yaralarının sarılması, normal hayata dönülmesinin sağlanması, vatandaşların hem ruhsal hem bedensel hem de sosyal sağlıklarının sağlanmasının yanı sıra yaşanılan felaketlerin unutulmaması da önemli ve kıymetlidir. Çünkü bu sayede o bölgede, o ülkede yaşayan bireyler bir daha aynı felaketi yaşamamak için gerekli tedbirlerin alınmasının önemini her zaman akıllarında tutarlar. Bunu sadece sade vatandaşın yapması yeterli değildir tabi ki. Bu gerekliliklerin ülkemizin her bölgesindeki her konumdaki vatandaşının hatırında kalması ve yapacağı her işte bu gereklilikleri hatırlaması ve yapacağı iş her ne olursa olsun ona göre o işi en iyi şekilde layığıyla yerine getirmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde yaşanan felaketlerden ders almış oluruz ve bir daha aynı olumsuz duruma düşmenin önüne geçilmiş olunur. Ancak bu sayede hem kendisine hem de ülkesine yararlı olan bireyler olma konusunda adım atmış oluruz ve daha güvenli daha mutlu bir toplumda, bir ülkede yaşamayı başarabiliriz.

Haber Merkezi