Türkiye ihracatının yumuşak karnı olarak görülen dalgalı döviz kuru, ihracatçıların orta ve uzun vadeli planlama yapmalarını engelliyor. Sorunun aşılması için Dış Ticaret Uzmanı Yılmaz, döviz kurunun geçici olarak 1 yıllığına sabitlenmesini önerdi
NURETTİN BAKİ-RÖPORTAJ
Dış Ticaret Uzmanı Mutlu Yılmaz, gazetemizin sorularını yanıtlayarak Türkiye ihracatının 2019 yılının ilk 6 aylık performansını değerlendirdi. Ticaret savaşlarının gölgesinde 2019’un ilk yarısında cumhuriyet tarihinin ihracat rekorunu kıran Türkiye’nin yumuşak karnının dövizdeki dalgalanmalar olduğunu söyleyen Yılmaz, özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen hafta “Gerekirse kur rejimi değişikliğine gidebiliriz” açıklamasının çok önemli olduğunu vurguladı. Bu açıklamanın ekonomi basını tarafından es geçildiğini söyleyen Yılmaz, “Mademki Türkiye’nin yumuşak karnı döviz kuru o zaman geçici olarak örneğin 1 yıllığına dalgalı kur rejiminden sabit kur rejimine geçebiliriz” dedi. ‘Özel Ticaret Sistemi’ne göre, 2018’in ilk 6 aylık döneminde Türkiye ihracatının 81,9 milyar dolar olduğunu dile getiren Yılmaz, 2019’un aynı döneminde ise bu rakamın 84 milyar dolar olarak gerçekleştiğini ifade etti.
Mutlu Bey öncelikle ihracatımız 2019 yılının ilk 6 ayında ihracat rekoru kırdı. Bu konu hakkında görüşlerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Evet, Ticaret savaşlarının gündemde olduğu korumacılık politikaları ve küresel talepte düşüşlerin beklendiği günümüzde, özellikle jeopolitik risklerin yükseldiği coğrafyadaki ülkemiz ihracatçıları, Cumhuriyet tarihinin yılın ilk dönemi itibariyle Genel Ticaret Sistemine (GTS) yüzde 2,2 artışla 88 milyar dolar olarak gerçekleşerek ihracat rekorunu kırmış oldu. İhracatımız, Özel Ticaret Sistemi’ne (ÖTS) göre yüzde 1,9 artışla 84 milyar dolar olarak gerçekleşti. Son 12 aylık ihracata değerlerine baktığımızda ise GTS’ye göre 179 milyar dolar, ÖTS’ye göre ise 170 milyar dolar ihracat gerçekleştirdi. Bu arada tahminime göre okuyucularımız ve ihracat rakamlarını anlamak isteyenler “Özel Ticaret Sistemi” ve Genel Ticaret Sistemi”ne göre yapılan analizlerden kafaları karışacaktır.
Gerçekten de kafa karıştırıcı. Kısaca bu hesaplama sistemleri hakkında bilgi verir misiniz?
Öncelikle şunu hemen ifade edeyim. Ülkemiz geçen yılın 2018 sonuna kadar dış ticaret istatistiklerinde Özel Ticaret Sistemini kullanmaktaydı. Alınan yeni bir kararla 2019 yılı itibariyle dış ticaret istatistiklerimiz hem “Özel Ticaret Sistemine” hem de Genel Ticaret Sistemi’ne göre hesaplanmakta. İki farklı hesaplama yöntemine göre açıklamalar yapılınca haliyle kafalar karışmakta.
Bu iki yöntem arasındaki en büyük rakamsal farklılık Serbest Bölgeler özelinde olmakta. Dolayısıyla hemen serbest bölgeler bazında kısaca çok basit bir örnekle açıklama yapayım. Birincisi; Özel Ticaret Sisteminde ülkemizdeki mevcut Serbest bölgelere yapılan satışlar ihracat sayılmakta iken, Genel Ticaret sisteminde ise sayılmamakta. İkincisi ise, Özel Ticaret Sisteminde serbest bölgelerden diğer ülkelere yapılan satışlar ihracat sayılmazken, Genel Ticaret Sisteminde ise serbest bölgelerden diğer ülkelere yapılan satışlar ihracat sayılmaktadır. Bu kısa bilgiyi verdikten sonra şimdi rakamlara tekrar dönelim. Eski sisteme göre diğer bir ifadeyle, “Özel Ticaret sistemine” tekrar göre analiz edersek. İlk 6 aylık ihracatımız 88 milyar dolar yerine 84 milyar dolar, (2018 yılı gerçekleşen ilk 6 aylık ihracat 81,9 milyar dolar) son 12 aylık ihracatımızın ise (Haziran 2018-Haziran 2019) 179 milyar yerine 170 milyar dolar gerçeklemiş olduğunu görüyoruz. Ama zaten bu değerler şeffaf bir şekilde resmi otoritelerce zaten açıklanmakta. Hesaplamadaki değişikliğin ilk yıl olması sebebiyle kafa karışıklıkları ve bu tarz mukayeseler olacaktır.
İHRACATA YARADI
İhracatta lokomotif sektörlerin ihracat artışındaki katkısı nedir?
Güzel bir soru. İhracatımızın içerisinde önemli olan sektörlerin maalesef ki kendi içerisinde ihracat düşüşünü net olarak görebiliyoruz. Örneğin ihracatımızı sırtlayan otomotiv ve tekstil konfeksiyon da ihracat düşüşü kendini belli etmekte. Otomotiv sektöründeki düşüş tekstile oranla oldukça yüksek oranda. Bu iki sektörün Avrupa pazarlarında yoğunlaştığını söyleyebiliriz.
Peki, ihracatımızdaki bu artışı nasıl yorumlamalıyız?
Benim bu konu hakkındaki görüşlerim genel kanaatlerden biraz farklı, bu artışın sebeplerini sıralamak istersek; İlk olarak psikolojik faktörlerin en önemli unsur olduğunu düşünmekteyim. Bu cümleden kastım ise, özellikle 2018 Ağustos ayı ile başlayan döviz saldırıları neticesinde iç piyasanın daralması, enflasyon artışı ve sonucunda iç piyasadaki güven ortamının azalması ile firmalar bazında tek kurtuluş yolunun ihracat olarak görülmesi ve hiç ihracat yapmayan firmaların bile ihracata yönelmeye başlamalarını şu ana kadar olan ihracat artışındaki en büyük psikolojik faktör olarak görmekteyim.
İkinci olarak yine döviz saldırıları neticesinde artan döviz kurlarının ihracat karlarını artırma etkisiyle görece olarak ihracat pazarlarında düşük değerdeki yerel paranın rekabetçi avantajını yaşadık. Bu unsurun da ihracatımızın yüksek orandaki artışında önemli olduğu düşünmekteyim.
Ticaret Savaşları bu yılın en önemli vurgusu. Bu konudaki düşünceleriniz nedir?
Ticaret savaşları ile artan korumacılık politikalarının dünya ölçeğinde yaygınlaştığı kanaatinde değilim. Başlangıç aşamasında küresel ticaret için büyük risk pirimi olan ticaret savaşlarının ilk başladığı günlere oranla daha az risk içerdiğini söyleyebilirim. Ama ABD ve Çin arasındaki korumacılık politikaları artarak devam ederse bu ülkelerde yaşanan ekonomik dalgalanmalar otomatikman küresel ticareti etkiler. Dolayısı ile Trump’ın olduğu bir dönemde Ticaret savaşları her zaman patlamaya müsait olmasına müsait ama ilk dönemlere göre nispeten risk priminin azaldığını söyleyebiliriz.
EN BÜYÜK RİSK PRİMİMİZ AVRUPA
Türkiye’nin ihracatındaki en büyük risk pirimi sizce nedir?
Size biraz garip gelebilir ama şu an için ülkemiz ihracatının Avrupa’ya oransal anlamda yüksek olması ki bu oran yüzde 50’lere varmaktadır. İhracatımızdaki en büyük risk pirimi olarak görüyorum.
Nasıl yani, herkes ihracatımızın AB’ye yüksek oranda yapmamızın çok faydalı olduğunu söylerken, siz ise bunun tam tersini söylüyorsunuz. Bu konuyu biraz açar mısınız?
Hemen tarihten bir örnek vererek ne demek istediğimi açıklayayım. 2008 yılındaki küresel finans krizi sonrası yani 2009 yılında ihracatımız yuvarlayarak söylersek 130 milyar dolardan, 102 milyar dolar seviyesine düşmüştü. 30 milyara yaklaşan ihracatımızdaki düşüşün yüzde 70’i yani 21 milyar doları sadece AB üyesi ülkelere yaptığımız ihracattaki azalmaydı. O dönem itibariyle toplam ihracatımız içerisinde AB’nin payı yüzde 45’ler seviyesindeydi. Şimdi, Avrupa’da olası yaşanacak talep daralması veya farklı riskler örneğin Akdeniz’deki petrol aramalarında AB üyesi olan Rum kesimi ile Yunanistan arasındaki gerilim ve AB’nin bu sürece taraf olması gibi risk primleri veya BREXIT süreci ile AB’nin dağılma sürecine girmesi veya belirsizlik ortamının artması gibi örnekleri verebilirim. Ayrıca Gümrük Birliğinin güncellenme sorunu ise ayrı tartışma konusu. Dolayısıyla AB pazarlarındaki oransal düşüş, ihracatımızı çok şiddetli vurur.
ÇEŞİTLENDİRMEYE GİTMELİYİZ
Peki, çözüm olarak öneriniz nedir?
Yine 2008 krizinden örnek verebilirim. O dönem itibariyle AB pazarında yaşadığımız şiddetli düşüş ile ihracat pazarlarında alternatif pazarlar için “pazar çeşitlendirme” stratejisini hem hükümet olarak hem iş dünyası olarak benimseyerek ihracatta alternatif pazarlara ulaştık. Bu dönemde ise oransal bazda pazar çeşitlendirmesi yapmamız gerekmekte. Evet, tüm dünyaya mal satıyoruz satmasına ve pazar çeşitlendirme stratejisini başardık ama yüzde 50 AB ihracatı iken, öbür tarafta yüzde 50 diğer ülkeler var ise bu oransal anlamda risk içeriyor demektir. Diğer ülkelerle dış ticaretin oranın artırılması ise yeni entegrasyon modellerinin tasarlanıp uygulanması ile ancak orta vadede gerçekleşebileceğine inanıyorum.
EN BÜYÜK SORUN...
Şu an için size göre ihracatçılarımızın en büyük sorunu nedir?
Jeopolitik riskleri bir tarafa bırakırsak, döviz kurlarındaki oynaklık diğer bir ifadeyle aşağı ve yukarı yönlü hareketlerin çok fazla olması ihracatçıların orta ve uzun vadeli planlama yapmalarını engelliyor. Dolayısı ile öngörü yapamamak ihracatçının en büyük problemi.
Bu sorun için bir öneriniz var mı?
Türkiye ekonomisindeki şu an için en büyük kırılgan unsur döviz kurudur. Diğer bir ifade ile en yumuşak karnımız şu an için döviz. Özellikle S-400 kapsamında ABD’nin olası yaptırımı veya döviz kuru saldırıları ile süreçte çok büyük sıkıntı yaşayabiliriz. Hatta İran –ABD arasındaki şiddetli gerginlik, Hürmüz boğazının petrol ticaretine kapatılması Petrol fiyatlarına ayrı bir baskı yapacaktır. Ekonomi basınının özellikle es geçtiği bir durumu sizinle paylaşmak istiyorum. İki hafta önce Sayın Cumhurbaşkanımızın yabancı basın mensupları ile yaptığı toplantıda şunu net bir şekilde ifade etti. Gerekirse kur rejimi değişikliğine gidebiliriz yönündeki açıklamaları oldu. Bu çok net bir mesajdı ama maalesef ekonomi basını bu durumu çok dile getirmedi. Şimdi tüm bunları neden anlattım. Mademki şu an en yumuşak karnımız döviz kuru. O zaman geçici olarak tekrar ifade ediyorum geçici olarak örneğin 1 yıllığına dalgalı kur rejiminden sabit kur rejimine geçebiliriz. Devletimiz 1 yıllık kuru sabitler. Hem iş dünyası ki ihracatçılar büyük kesimini oluşturuyor, hem de hane halkları planlarını belirlenen kura göre yaparlar. Dolayısıyla öngörü yeteneğimizi tekrar kazanmış oluruz.
Son olarak söylemek istedikleriniz var mı?
Devletimiz geçmişten günümüze ihracatçılara çok farklı konularda teşvik vermekte. İhracatçılarımızın büyük bir kısmı bu teşviklerden faydalanıyor ama ben firmalarımızın teşvik mekanizmalarını çok iyi yönetebildiklerini tam düşünmüyorum. Ticaret Bakanlığımızın bu yöndeki teşviklerini, ihracatçı firmalarımızın uluslararası pazarlarda rekabetçi bir şekilde kullanabilmeleri için iyice araştırmalarını ve bu süreçte hem ihracatçı birliklerimizden hem de Ticaret Bakanlığımızdan daha detaylı bilgi almalarını tavsiye ederim.