Gazeteciliğin geldiği son nokta: Tirajlar değil, tıklar konuşuyor

Bugün halkın adına siyasal otoriteleri denetleme ve kamunun gözcüsü olma görevini yürüten çalışan gazetecilerin günü. Peki toplumun sesini yansıtan gazeteciler, kendi seslerini ne kadar duyurabiliyor?


  • Oluşturulma Tarihi : 10.01.2022 07:30
  • Güncelleme Tarihi : 10.01.2022 07:30
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Gazeteciliğin geldiği son nokta: Tirajlar değil, tıklar konuşuyor haberinin görseli

BURCU YANAR/RÖPORTAJ

Çalışan gazeteciler günü, gazetecilik mesleğini icra edenleri onurlandırmak için 1961’den beri 10 Ocak günü düzenlenen Türkiye’ye özgü bir kutlama günü olarak nitelendiriliyor. Peki sizce günümüzde gazeteciler gerçekten hak ettiği değeri görüyor mu yoksa gazetecilik onuru ayaklar altına mı alındı? Kendisini gazeteci olarak adlandıran Muharrem Sarıkaya’nın canlı yayın sırasında başka bir meslektaşı olan İhlas Haber ajansı (İHA) kameramanı Ahmet Demir’e tokat atması gelinen noktanın içler acısı olduğunu gözler önüne seriyor. Gazeteciliğin gelinen noktasını ve Cumhuriyet Gazetesi’nde yaşanan işten ayrılmaları değerlendiren eski Cumhuriyet Gazetesi çalışanı Gazeteci Bilal Çelik, “Mesleğimizle bu karanlıkta yurttaşlarımıza bir ışık yaratmaya ve onların karanlık dönemlerde ileriyi görebilmelerine fırsat yaratıyoruz” dedi.

MESLEKTEN ÇOK BİR KİMLİK

10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü yaklaşıyor. Mesleğimizin sorunları her fırsatta anlatılmasına rağmen gazetecilik itibarını kaybeden bir konuma düştü. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Gazeteciliğin itibarı aslında karanlık dönemlerde anlaşılır. Ben ülkemizin karanlık bir dönemden geçtiğine inanan gazetecilerdenim. Birçoğumuz güvencesiz çalışmayı göze alarak bu mesleği yapmaya çalışıyoruz. Mesleğimizle bu karanlıkta yurttaşlarımıza bir ışık yaratmaya ve onların karanlık dönemlerde ileriyi biraz daha görebilmelerine fırsat yaratıyoruz. Aslında meslek demek de bir yerden sonra doğru bir tabir olmuyor gazetecilik için. Çünkü meslekler günün belli bir bölümünde, belirli saatlerde yapılıp bırakılabiliyor. Ama gazetecilik öyle değil, günün her anında reflekslerin açık olmalı. Çünkü günün her anında gazeteciliğe konu olan olaylarla karşılaşabilirsiniz ve bu olayla karşılaştığınızda ‘Bugün bunu yapmayayım, mesai saatlerinde yaparım’ gibi seçiminiz olmuyor. Çünkü sizin okura karşı bir sorumluluğunuz var ve kendinize ‘gazeteciyim’ diyorsanız bu sorumluluğun karşılığını vermek zorundasınız. O yüzden gazetecilik bir meslekten çok bir kimlik aslında. Tıpkı üzerimizde taşıdığımız diğer kimlikler gibi.

Cumhuriyet Gazetesi’nden ayrılan pek çok gazeteci var. Siz de orada çalışan bir gazeteci olarak işten çıkartılmalar ve ayrılmalar hakkında ne söylemek istersiniz?

Cumhuriyet Gazetesi, kurulduğu günden geçtiğimiz son birkaç aylık döneme kadar bu gazeteciliğin ak yüzü, amiral gemisiydi. Tirajının en düşük olduğu dönemlerde bile attığı manşetlerle ülkeyi yönetenler dahil Türkiye’deki herkesin gündemini belirleyebilme gücüne sahip bir gazeteydi. Ama o gazeteye 30 yılından fazlasını veren insanların da olduğu kemik kadrosu yönetimin emek düşmanlığına daha fazla katlanamayarak yollarını ayırma kararı aldı. Buradaki süreç, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın toplu iş sözleşmesi imzalamaya hak kazanmasıyla başladı. İlk günlerde çalışma arkadaşlarımıza sendikadan istifa etmesi yönünde baskılar kuruldu. Daha sonra karşılaştıkları örgütlü direniş yönetimi korkutmuş olacak ki, geri adım atıldı ve ‘Arkadaşlarımı sendikadan istifa ettireceğime, 28 yıldır çalıştığım gazeteden istifa ederim’ diyen genel yayın yönetmenimiz Aykut Küçükkaya’yı tekrar davet etti. Küçükkaya geri gelince her şey yoluna girecek sanıyorduk ama bu kez 15 sendikalı ve çok tecrübeli arkadaşlarımızın gönderilmesi yönünde bir liste sunuldu. Şeflerin bunu kabul etmemesi üzerine yönetim Genel Yayın Yönetmeni Küçükkaya’ya sormadan 8 arkadaşı gönderdi. Küçükkaya buna tepki göstererek istifa edince 8 arkadaşımız kamuoyunun baskısı nedeniyle geri işlerine alındı. Fakat aralarında yazı işleri müdürümüzün de olduğu yetkili arkadaşlar görevlerine iade edilmedi. Daha sonrasında ise bizler, ‘fazla kişi toplanmayın, sağda solda konuşmayın’ şeklinde yönetim tarafından tehdit edildik. Tabii bunların ardından kimse daha fazla dayanacak gücü bulamadı kendinde ve evi gibi gördüğü, yıllarını verdiği Cumhuriyet gazetesinden ayrıldı. 26 kişiden fazla kişi hiçbir şekilde anlaşmadan çorap söküğü gibi ayrıldı. Bunların sadece 3-4 kişisi bir başka gazetede çalışmaya başladı.

Editoryal bağımsızlığımız elbette gasp edildi. Ve attıkları manşetlerle gazetenin yayın politikasını ihlal ettiklerini gördük. Benim istifa kararımdan 2 gün önce 2 haberim veto edildi. Müdürümün bile okuyup, tamam bunu yayına alalım dediği haber yarım saat sonra geri çekildi… O gün ben de Cumhuriyet’e karşı bütün umut kırıntılarını da tükettim ve ayrıldım.

TİRAJLAR DEĞİL, TIKLAR KONUŞUYOR

Gazeteciliğin geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz?

Günümüzde artık tirajlar değil, tıklar konuşuluyor. Bu mesleğin artık iyice internet ortamına konsolide olacağını düşünenlerdenim. Tabii, hala kağıttan okumak isteyenler için gazeteler olacaktır. Ama gelecek kaçınılmaz bir süreç sunuyor önümüze; kağıt pahalı, internet daha ucuz ve kolay… Bir de herkesin gazeteci olabildiği sosyal medya platformları var. Burada teyitsiz ve kaynaksız birçok yanlış bilgi dolanıyor. Dolayısıyla gazeteciliğin yeni dönemlerinde ben çarpıcı haberler değil, güvenilir bilgiler sunan gazeteci ve gazetelerin fark yaratacağını düşünüyorum.

PSİKOLOJİK ŞİDDETE MARUZ KALIYORUZ

Son dönemde basına da yansıyan gazetecilerin şiddete uğraması haberleri gazetecilerin yaşadığı pek çok problemi de gün yüzüne çıkardı. Gazetecilik mesleğinde iyileşme nasıl sağlanır?

Ne yazık ki basındaki şiddet sadece ekranlarda izlediklerimizden ibaret değil. Bir de şiddet sadece tokatla atılmıyor bunu iyi anlamak lazım. Meslektaşlarımızın birçok psikolojik şiddete maruz bırakıldığını biliyoruz. Ama Muharrem Sarıkaya gibi insanlar bunu sadece psikolojik değil, aynı zamanda bir belediye başkanının gözü önünde yapabiliyor. Bu hem ülkedeki çalışma kültüründe hem de erilliğin başımıza bela ettiği sonuçlardan biri. Tokadı yiyen arkadaşımıza bir de kendi müdürlerinden sesini çıkarmaması için baskı kurulduğu ortaya çıkmıştı. Mesela o arkadaşımıza Sarıkaya’nın attığı tokadın aynısını üzerinde baskı kuran müdürleriydi. Eğer bu durumu bir çözüme kavuşturmak istiyorsak önce zihniyetleri ifşa etmeli ve onların kamuoyu önünde hesap vermelerini sağlamalıyız.