Sayfa Yükleniyor...
‘Türkiye ne yaşanabilir, ne terk edilebilir’ ‘İncinme Halleri’ ‘Amaerkil’ , ‘Tunç Gammaz’, ‘Anglosakso’, kitaplarının yazarı, şair-yazar Neslihan Yalman ile kitapları ve çalışmaları üzerine konuştuk
ONURHAN ALPAGUT/RÖPORTAJ
Bundan birkaç yıl önce K2 Sanat Merkezinde tanışma fırsatı elde ettiğim kadın Yazar-Şair Neslihan Yalman ile geçtiğimiz günlerde tekrar görüşme fırsatı buldum. ‘Türkiye ne yaşanabilir, ne terk edilebilir’ ‘İncinme Halleri’ ‘Amaerkil’ , ‘Tunç Gammaz’, ‘Anglosakso’ kitaplarının yazarı Yalman, sadece şair-yazar yönüyle değil sanatçı yönüyle de İzmir’de önde gelen kadın isimlerden bir tanesi. İzmir’de sanatın hangi dalına bakarsanız kendisine rastlamanız mümkün. Çünkü; sanat ve yazıyla var olan bir kişilik. Dur durak bilmiyor. Sürekli üretiyor… Yazıyor, çiziyor… Günümüz Türkiyesi’nde sanatıyla var olmaya çalışıyor. Bu keyifli röportajımızda ben sordum Neslihan Yalman anlattı.
Sizinle ilk kez K2 Sanat Merkezi’nde Mert Kamiller ile görüştüğümüzde denk gelmiştik. O günden beri rast gelemedik. Şu günlerde neler yapmaktasınız?
Öncelikle, bana ihtimamla yaklaştığınız ve hatırımı sorduğunuz için teşekkür ederim. O zaman, 7 Nisan 2017 günü [BADpoetry]code adlı disiplinler arası sergiyi düzenlemiştik. Orada şiir, müzik, fotoğraf ve QR kod gibi birçok etmen kullanılmıştı. Aradan zaman geçti, biz Mert Kamiller’le tekrar bir araya geldik ve pandemi sürecini de atlatmak adına, tekrar bir klip çektik. Daha önce, BADpoetry kapsamında ‘Şapkasında Ölü Tavşanlar Tanrının’ şiirimi değerlendirmiş, bunun görüntülerini ‘YouTube’ üstünden yayınlamıştık. Şimdiki süreçte de, ‘sessions’ serisinden ‘-SIZ’adlı bir klip çektik. Onu da ‘YouTube’ üstünden yükledik. Oldukça özgün, elegan bir iş çıkardık. Onun dışında, sanatla alışverişim devam ediyor. Bir yandan ‘Art Academy İzmir’deki derslere giriyorum -bu derslerin birazı ‘online’ alana kaydı- diğer yandan KADIN HAREKATI adlı bir sanat kültür dergisi çıkarıyorum. Pikaresk Yayınevi’nde editörlük yapıyorum. İçerik editörlüğüyle de uğraşıyorum. O arada, İmgenin Çocukları Yayınevi’nde sanatçı editörlüğünü de aldım. Burada, ilk sanatçı yayını olarak benim şiirlerimden oluşan bir dosyayı çıkardık. Adı ‘Sırasına Göre Keyfim Gayfe / Öte’Anazi’ şeklinde koyuldu. Bu eser Türkiye’deki ilklerden biri oldu. Bir tuvalet kağıdı görünümündeki benzer bir ruloya basıldı şiirler. Oldukça ilginç, koleksiyon değerinde bir eser ortaya çıkardık. Tasarım adına Arif Çimen’e teşekkür ederim.
Mert Kamiller’in öncülüğünde başlatılan ‘BADpoetry’ adlı bir yapılanma vardı. Sizde Kamiller ile birlikte bu yapıda çalışmalar gerçekleştirmiştiniz. Şu an bu yapılanma ne durumda? Çalışmalarınız devam ediyor mu? Neler yapıyorsunuz?
Mert Kamiller’le aramda kaliteli bir dostluk var; birbirimizin dilinden iyi anlıyoruz. Daha önce Türkiye’nin birçok bölgesinde sahne de almıştık. İletişime devam ediyoruz. Ama ikinci klipten sonra süreci biraz demlenmeye aldık.
Sanat anlamında çok faal bir kişisiniz. Şiir, Edebiyat alanında hep sizin isminize rastlıyoruz. Biraz isterseniz sizin ağzınızdan Neslihan Yalman’ı tanıyalım?
Neslihan Yalman oldukça yorgun, entelektüel buhranlar yaşayan, samimi bir kadın… Bu ülkede çoğu zaman nefes almakta zorlanıyorum. İçime dönüyorum, ama dışıma sanat vuruyorum. Sanat bu ülkede ortalama sularda ve geleneksel alt yapıyla belirleniyor; bireysel olandan öte çevresel olanla da şekilleniyor. O sebeple, kendimi özgürce ifade edebileceğim, sanat ortamı da dahil! Bir alan olduğunu sanmıyorum. Aslında, oldukça iyi niyetli, sakin biriyim. Fakat toplum, ortalama insanlar, hatta ortamın tamamı kişiyi çileden çıkarabiliyor. Bir de, sanat dünyası da dâhil, her yerde narsist tipler çok arttı. Önde çok üretken, düzgün görünen ya da tam tersi aktif, hareketli olan birçok sanatçı, kişisel ilişkilerde ve toplumda hastalıklı bir ruh taşıyor. İlişkilerin yüzeyselliği ve salt çıkara dayanması, beni de hayli yoruyor. Türkiye’de çok özgün, özellikle Avrupa ve Amerikan etkisi üstünden taklide girişmeyen, kendi olan, otantik hareket eden, doğru insanlarla doğru şekilde örgütlenen, cesur sanatçılar olduğu kanısında değilim. Bunun için zihnimi bastırmaya gayret ediyorum, lakin olmuyor. Aksine, sanat dışa vuruyorum. Oldukça faalim, doğru… Sanırım, hakikate yaklaşmanın acısını çekiyorum. Tüm o şiirler, tüm o tiyatro eserleri, tüm o denemeler zihnimi susturmak, içimdeki düşünceleri toparlamak ve dünyayı kendi gözümden görmek adına nüksediyor.
Türkiye’de kadın şair olmak nasıl? Ülkemiz erkek egemen bir toplum. Kadın şairimiz çok sayıda yok. Sizce neden kadınlar bu konuda bir adım gerideler?
Türkiye’de kadın olmak çelişkili bir durum… Maalesef, elimizde dövizler taşıyıp, sokaklara taşısak da, eve gidince çoğumuz bir erkeğin kanatları altına giriyoruz. Kadınların kendi öz kimliklerini, cinsel özlerini, özgür düşüncelerini sansür olmadan ifade ettiklerini düşünmüyorum. Ülkede kadınların da olmak üzere, herkesin iyi bir arınmaya, psikolojik bir terapiye ihtiyacı var. Tıpkı, koronavirüs gibi, zihinlerde, ilişkilerde ve düşüncelerde de virüs sirayeti görülüyor. Kadın şairlerin çoğu cinaslı, aliterasyona dayanan, içedönük dizelerin kaplandığı, kişisel tecrübelerini gizledikleri, birbirine benzeyen eserler çıkartabiliyorlar. ‘Ben’ dili kullanımları çok dar kapsamda… Bir de, kadınların kendi aralarındaki gizli ve açık rekabet de, bu örgütlenmelerin derinlikli olmamasına sebebiyet veriyor.
Biraz bize kitaplarınızdan ve şiir yazım tarzınızdan söz eder misiniz?
Bugüne değin, bir deneme, beş şiir kitabı ürettim. En son ürettiğim ve sanatçı yayıncılığı kapsamında basılan kitap oldukça ilginç bir tasarımla ortaya çıkarıldı, mesela. Değişik çalışmalar yapmayı, biçim denemelerine girmeyi, sınırları zorlamayı, protest sivri bir dil kurmayı seviyorum. Daha doğrusu sevmekten çok, Türkiye’de buna mecbur kılındım. O yüzden, ‘‘ben bu tahta mecbur oturtuldum’’ diye bir dize yazmıştım. Bir tür döngü bu, kara yazgı… Kuyudan çıkılamıyor, sadece su çekiliyor. Ülkede hiçbir ilişki, hiçbir iletişim sağlam değil ve hakikat üstüne kurulmamış. Herkes naylon şeyleri alkışlıyor, sahte ve yapay duygular üretiyor; her yere yayılan bir genel algı var. Kişiler kendi çevresinin aslanı… Herkes farklı olmaya çalışıyor, ama ince hesaplarla totalde aynılaşıyor. Bu yüzden, çok kaliteli yazarlar, çok değişik şairler, ileri derecede yüksek etkili performans sanatçıları vb. yok diyebilirim. Herkes ortalama sularda seyrediyor. Çalışmaların otantik değerleri yok. Çünkü ülkede gerçekten özgün, özgür, hibrit bir kültür de yok.
Biliyorsunuz İstanbul Sözleşmesi’nin temellerinin atıldığı bu ülkede geçtiğimiz günlerde ondan da tek taraflı olarak çekildik. Kadınlar bu duruma oldukça tepkili. Size göre bu karar doğru muydu? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Karar doğru değildi. Fakat mesele aslen İstanbul Sözleşmesi de değil. Bir ülkede eğer temelden bir değişim, tartışma zemini ve iyileşme olmazsa, üst yapıda hukuk olsa ne yazar?! Daha önceki sorunuzda da altını çizdiğim gibi, toplumun karşıt kesimindekiler de başındakiler denli hasta… Yani, sözleşmeyi yürürlüğe koyun diyen bir kadın da, mikro ilişkilerinde erkeklere boyun eğmeyi, onlardan icazet almayı, onlarla dirsek temasına girmeyi seçiyor. Sırf bu arapsaçı ilişkileri gördüğüm için, öncelikle kadınlar için KADIN HAREKÂTI adlı dergiyi çıkardım. Bu dergi performatif bir yapıttır, disiplinler arasıdır. Bir şiirden, şiirin isminden yola çıkılarak bir dergi yaratılmıştır. Niçin? Düşünülmeli… Bu etkileşim bizzat bilerek yapılmıştır. Şiirin sokağa taşması lazım! Doğru şiirin, kışkırtıcı, gaza getiren, etkin… O anlamda, kadınlar dışarıda ve içeride bambaşka iki yarılma yaşıyorlar. Çoğu dar bir çerçevenin içine gizleniyorlar. Kendi ait oldukları evlerden, sınırlardan, kürsülerden, ortamlardan maalesef çıkamıyorlar. O yüzden, önce kadının da, erkeğin de, toplumun da psikolojisinin düzelmeye ihtiyacı var. Kadınla erkeğin arasında, yakınlaşsalar bile, bir savaş var, şu an. Kabul edelim. Dünyada ve Türkiye’de bir savaş var! Ona göre saf tutmak zorundayız.
Sanat alanında çalışmalarınızı hız kesmeden sürdürüyorsunuz. Bir de eğitimci yönünüz var. ‘Art Academy İzmir’de neler yapıyorsunuz? Oradaki çalışmalar nasıl ilerliyor?
‘Art Academy İzmir’de sanat ve yazarlık eğitmeniyim. Burada ‘Dünya Tiyatro Tarihi / Tiyatro Tarihi Ve Kuramları’ dersine giriyorum. Bunun dışında, bire bir ders verdiğim yazarlık öğrencilerim var. Okuma analiz, değerlendirme toplantıları da yapıyorum. Buradaki çalışmalar biraz karışık gidiyor. Nitekim, pandemi sürecinden ve yasaklardan ötürü, doğru dürüst açılmıyor akademi. İnsanlar düzenli olarak da dışarı çıkamıyorlar. Buna rağmen tabii, bir tane hayatımız var. Ölümlüyüz. Sanatla, kültürle doldurmazsak onu ve bununla bağlantılı ortamlara girmezsek; deliririz, sinir hastası oluruz, hastalanırız ve yanlış ilişkiler içinde buluruz kendimizi. O yüzden, yine de inatla sanata kaçmalı… Bilhassa, kadınların, LGBTIQA+ bireylerinin, çocukların, gençlerin, etnik düzlemde sıkışanların bu kaçış ortamlarına aciliyetle ihtiyaçları var! Siyasetin ve gündeliğin tuzağına çok fazla düşüyoruz.
Sizden yakın zamanda yeni bir kitap görecek miyiz?
Yıldız Tozu Yayınları’ndan ‘Ölümsüzdür’ adlı bir şiir dosyası çıkarıyorum. Dosyayı Dilek Doğan’a ithaf etmiştim. ‘Sırasına Göre Keyfim Gayfe/ Öte’anazi’ adlı yapıt-kitabım da bir tasarım unsuruyla beraber yeni çıktı. ‘Buzdan Şarampol -Toplu Oyunlar’ adıyla, tiyatro eserlerimi de Pikaresk Yayınevi’nden çıkaracağım. Onun dışında, içinde bulunduğum ‘Açık Şiir’ grubuyla, ortaklaşa, çoksesli, disiplinler arası çeşitli perfomanslar ve eserler ürettik. Bir de, ‘Çatlayan Zehir’ adlı deneme kitabım sırada bekliyor. Onca sıkışmaya rağmen sınır koymadan ilerlemeye gayret ediyoruz. Türkiye’de özgün bir sanatçı olmak misli misli bedel istiyor. Nereye kadar dayanabiliriz, inanın bilmiyorum.
Haber Merkezi