- Gündem
- 26.04.2025 00:56
2006’da İzmir’e yerleşen Alen Sasunyan, mal varlığını ele geçirmek isteyenlerce öldürüldüğü rivayet edilen Mihriban Onart’ın harabeye dönen evinin her köşesini kendi elleriyle yenileyerek ‘Vakana’ adlı nostaljik bir hostel-kafeye dönüştürdü
ÇAĞLA GENİŞ-ÖZEL HABER
İzmir’in Alsancak semtinde 215 yıllık tarihi bir evin hikayesi... Yıllardır kullanılmadığı için harabeye dönen bu iki katlı cumbalı evin sahibi 1923 doğumlu Mihriban Onart adında gayrimüslim bir kadındır. Farklı dini inanışta oldukları için sevdiği erkekle birliktelikleri engellenen Mihriban Hanım, babasından miras kalan bu eve sığınır yıllarca. Kimseyle görüşmez, kalbine sığmayan acısını mektuplara ve şiirlere döker. Yalnız yaşadığını ve varlıklı olduğunu bilen kişiler tarafından bir süre takibe alınır ardından şirket kurmak için Bulgaristan’a gitmeye ikna edilir. O günden sonra da bir daha haber alınamaz kendisinden. 2004 yılında hayatını kaybeder hatta mal varlığını ele geçirmek isteyen kişilerce öldürüldüğü rivayet edilir. Bölge esnafı ve komşuların dilinden düşmeyen Mihriban Hanım’ın hikayesi, 2006 yılında İzmir’e yerleşen Alen Sasunyan’ı derinden etkiler. Her köşesinde geçmişe dair izlerin bulunduğu ev ile arasında kuvvetli bir bağ kurar. Ve O’nun anısını yaşatmaya karar verir. Mirasçıların vefatıyla bir vakfın yönetimine geçen evi yeniden canlandırmak için kolları sıvar. Vakıf yöneticilerine ulaşır; yetki verirlerse kullanmak istediğini söyler ve kontrat imzalarlar. Çatısı dahi çökmüş, kullanılamaz haldeki evin her köşesini aslına uygun bir şekilde kendi elleriyle onarır. Aylarca süren mesainin ardından ‘hostel’ olarak kullanıma açılan aynı zamanda kafe ve sergi alanı hizmeti de veren ‘Vakana’ isimli tarihi mekan kapılarını açarak misafirlerini nostaljik bir yolculuğa çıkaramaya başlar.
USTALAR 400 BİN İSTEYİNCE KOLLARI SIVADI
Yıllardır kullanılmadığı için harabeye dönen evi onarmak için aylarca emek verdiğini anlatan Alen Sasunyan, “Temizlemeye başladığımda içerisinden neredeyse 250 torba çöp çıkardım. Merdiven yoktu, çatı ve bazı zeminler çökmüştü. Pek paramız da yoktu... Dayanışma ile hemen tadilata başladık. Arkadaşlarım bu süreçte beni hiç yalnız bırakmadı. Buradaki her şey el emeği ve alın teri. Ustalar buranın tadilatı için 400 bin lira gibi bir fiyat istemişti. Ama biz kendi emeğimizle tadilatını bitirdik ve kullanıma hazır hale getirdik. Tadilat esnasından binanın yapısına hiçbir zarar verilmedi. Mihriban Hanım’ın ruhunu burada yaşatmaya çalıştım. Kapı ve pencerelerin yalnızca kırık yerlerini onardım. Bazı yerlere ona ait eşyalar koydum. Normalde eski binaları alıp içerisine çelik konsollar sokup modern yapılar haline getiriyorlar. Ben böyle bir şey yapmak istemedim” dedi.
RUHUNU BURADA HİSSEDİYORUM
Mihriban Onart’ın hikayesini dinlediğinde çok etkilendiğini dile getiren Alen Sasunyan, “O’nun ruhuna her daim teşekkür ediyorum. Hiç tanımıyorum kendisini ama hikayesini öğrendim. Babası İzmir’de eski bir mebusmuş. Zengin bir aile, durumları çok iyi... Hiç evlenmemiş, uzun süre aşk acısı yaşamış. Eve girdiğimde köşedeki odada yatağı, hemen yanı başında sevdiği adama yazdığı mektup ve şiirlerin bulunduğu bir defter duruyordu. Kavuşamamışlar ve yaşadığı aşk acısının ardından yıllarca bu eve sığınmış. Tek başına yaşadığını ve çok zengin olduğunu bilen bir grup kendisini takibe almış. Kandırıp Bulgaristan’a götürmüşler ve orada bir gemi şirketi kurdurmuşlar. Elindeki tüm parayı kaptırmış. O günden sonra bir daha haber alınamamış kendisinden. 2004 yılında öldüğü bildiriliyor. Ama parasını almak için öldürüldüğünü de söyleyenler var. Bulgaristan’a gittikten sonra bir daha hiç İzmir’e dönmemiş. Mezarının nerede olduğu da bilinmiyor. Mihriban Hanım, ailemden biri gibi. Buraya her girdiğimde çok duygulanıyorum. Bedensel olarak tanışmadık ama onu çok iyi tanıyorum. Bu binaya karşı inanılmaz bir aidiyet duygusu hissediyorum” ifadelerini kullandı.
GELENLERDE İZ BIRAKMAK İSTİYORUM
Gelen misafirlerin mekanın atmosferinden oldukça etkilendiğini ifade eden Alen Sasunyan, şunları söyledi: “Mekanın adını Vakana koymaya karar verdik. Bayırda sanat üretimi yapanları koruyan bir Yunan tanrısı adı Vakana... Aslında tembellik tanrısı olarak geçiyor. Bizler de sistemin bize dayattığı şeylerden uzak kalan, daha çok öz üretimi ile hayatta kalmayı ideal ediyoruz. Bu yüzden ‘onlara’ göre tembeliz ama kendimiz için üretmeyi seven insanlarız. Burası iki katlı bir ev... Üst katı hostel, alt katı ise kafe ve sergi alanı olarak kullanıyoruz. Buraya gelen müşterilere Mihriban Hanım’ın hikayesini anlattığımda çok hoşlarına gidiyor. Parayla değil emekle girdik bu işe. Misafirlerimizi güzel ağırlamak ve iz bırakmak istiyoruz. Hedefimiz ticari kazanç değil insanların buradan memnun ayrılması.”