- Gündem
- 06.05.2025 10:48
Yazar ve La Kitapevi Genel Yayın Yönetmeni Leyla Akgül ile dün yayınlanan röportajımızın devamında La Kitapevi’nin kuruluşu, L’Akademia ve Kaygusuz Abdal Felsefe Okulunu konuştuk
ONURHAN ALPAGUT-RÖPORTAJ
Dün yayınlanan röportajımızın devamında Yazar LA Kitapevi Genel Yayın Yönetmeni Leyla Akgül ile La Kitapevi, L’Akademia ve Kaygusuz Abdal Felsefe Okuluna dair konuştuk. Tüm sorularımızı en içten şekilde yanıtlayan Akgül tüm detayları ile L’Akadamia ve Kaygusuz Abdal Felsefe Okulunu tüm detayları ile gazetemize anlattı.
Yazar olmanızın yanı sıra La Kitapevi’nin genel yayın yönetmenisiniz. La Kitap yayınlarının kuruluş felsefesi ve çıkış noktası nedir?
Aslında La Kitap Yayınları bir felsefeyi, bir ideolojiyi amaçlayıp kurulmadı. Pir Sultan Abdal Sözlüğü ilk yayınlandığında bir fuarda imza günüm vardı. İmzadan iki saat önce yayınevi sahibi aradı “Sizden önceki yazar iki saatte dört kitap imzaladı, siz onun kadar tanınan biri değilsiniz imza gününü iptal edelim” dedi. İlk kitabımdı… Çok heyecanlıydım. Yayınevi böyle yapınca bende bir kırılma oldu. İmza gününü sosyal medyadan duyurmuştum. O gün 40 kitap imzaladım. Ailem, akrabalarım, arkadaşlarım, sosyal medya arkadaşlarım vs duyanlar gelmişti. İki saat sonra oradan ayrıldım. Bir saat sonra bir arkadaşım aradı. Fuara gitmiş benim kitabımı stantta göremeyince sormuş. Üç tane Pir Sultan Abdal kitabı yayınladıkları için hepsini tezgâha koymamışlar Pir Sultan Abdal Sözlüğü’nü kaldırmışlar. O zaman yayınevinden ayrılma kararı aldım. O sıralar işim de yoktu. Bir rüya üzerine yayınevi kurmaya karar verdim. Yaklaşık 6 ay isim aradım. Ancak yayınevini kurarken öncelikle dürüstlükle ilkeli yayıncılık yapacağıma, insandan, insani olandan yana tavır alacağıma, ticariden çok vicdani davranacağıma kendi kendime söz verdim. O yolda da ilerlemeye gayret ediyorum. Ayrıca La Kitap Yayınları sadece bir yayınevi değil aynı zamanda bir okul… Nasıl bir okul: Sadece öğretmeye yönelik bir okul değil aynı zamanda öğrenmeye yönelik de bir okul. Genç yazar arkadaşlarımın editörlerle birebir çalışmasına olanak sağlarken her an kendim de öğrenme durumunda olan bir öğrenciyim. Ayrıca buradan editörlerimiz Murat Aydın Doma ve Çetin Tokay’a çok teşekkür ederim.
L’Akademia nedir neler yapmaktadır?
Aslında editörlerimizden Çetin Tokay bununla ilgili bir açıklama yapmıştı sizinle onu paylaşmam daha doğru olur.
Niçin adımız L’AKADEMİA?
Önce kavramın açıklamasını yapalım ki bu adla kurulan ve sürdürülecek olan biçimin içeriğinin anlam ve değeri doğru anlaşılsın.
Akademi nedir?
Bugünkü anlamıyla edebiyat, müzik, plastik sanatlar, bilimsel bilgi alanlarında eğitim – öğretim, araştırma – inceleme yapan ve bunu kuramsal bilginin yanı sıra “uygulamalı atölyeler” ile pratiğe, hayata geçirecek çalışma olanakları sağlayan kuruluşlardır. Akademi’nin Kökenine inelim birazda. Sözcüğün kökeni Antik Atina’da Platon ile öğrencilerinin buluşup tartıştığı AKADEMOS bahçelerine değin uzanır. Ancak, yukarıdaki tanıma uygun akademilerin ortaya çıkışı İtalya’daki Rönesans hareketinin bir sonucudur. Daha önceki yıllarda kurulan üniversitelerden daha bağımsız ve özgür düşünceyi savunan kuruluşlar olarak 17. yy.’da ortaya çıkıp gelişmişlerdir. Birkaç en eski örnek; Roma’da Arkeoloji Akademisi, Floransa’daki şiir sanatına yönelik çalışmalar yapan Accademiadella Arcadi, Fransa’da 1634’de kurulan Academie França ise ve 1662’de Londra’da kurulan Akademie of Kingdom’dır (Krallık Akademisi). Türkiye (Osmanlı) Akademileri: Harp Akademileri’nin nüvesini oluşturan ve 1848’de kurulan Fünun-ı Harbiye-i Şahane ile 1882’de kurulan Sanayi-i Nefise mektebi sonradan İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi adını aldı ve 101. Yılında YÖK tarafından yok edildi. İstanbul İktisadi Ticari ilimler Akademisi (İİTİA) da Ticaret Mektebi olarak 1889’da kuruldu.
DEVİNEN BİLGİYİ ULAŞTIRMAK
L’AKADEMİA’nın amaç ve erekleri nedir?
Bu soruyu maddeler şeklinde sıralamak istiyorum izninizle.
1. Kültür, sanat ve bilimsel bilgi dallarında var olan ve süre giden skolastik (durağan, donmuş bilgi) yerine güncel ve sürekli devinen bilgiyi katılımcılarına ulaştırmak.
2. Katılımcıların ilgi alanlarına yönelik programlarıyla onları hem zihinsel, hem de yaşam pratiklerini yeniden değerlendirecek, yorumlayacak ve şahsi sonuçlar çıkararak varlıklarını ve yaşam biçimlerini ruh ve beden sağlıklarıyla birlikte sorgulamalarını sağlamak.
3. Dini inançlara, ritüellere saygılı ama bunların ne ifade ettiğini, nasıl oluştuğunu ve bu inanç sisteminin nasıl geliştiğini araştırıp, öğrenmek ve hurafelerden kurtulmuş, arınmış yeni ve taze bir inanç sistemi üzerinde ortaklaşmak.
4. Zihin Algı Kodları (Z.A.K.) ve onunla refleks haline getirdiğimiz “bireysel ve toplumsal körlük” üzerine gidip, kodları mümkün olduğunca kırıp yerine yeni bağlayıcı değil, açılımcı ve uzlaşmacı kodları inşa etmek.
L’Akademia program / ders uygulaması hakkında ne söylersiniz?
L’AKADEMİA başta açıklaması yapıldığı gibi Akademi kavramının içeriğini şu şekilde ifadelendirmektedir; öğreti/lenler salt oturarak, dersleri dinleme sonra dersten çıkınca da unutma (yani skolastik eğitim) şeklinde olmaz. Derslere katılımcının aktif katılımı beklenir ve bu katılımı sağlayacak özgün ve özgür ifadelerin dillendirilmesini şart koşar. Dersler hocasından, öğrencisine tek yönlü olmaz, hoca bir ön anlatıcı, sunucudur ve meselenin açılması ve tartışma ortamı yaratılması için bir öncü, yönlendiricidir. Bu serbestlik tabi ki kişisel tartışma / kavga haline dönüşemez de. Dersler belli bir düşüncenin kopyalanması veya dikte edilmesi şeklinde değil, bilginin paylaşılması ve yeni bir bilgiye dönüştürülmesi içindir. “Geldiğimde ne düşünüyorsam, nasıl düşünüyorsam hala da öyle düşünüyorum” diyen katılımcı bizim için makbul biri değildir ve bu bizim başarısızlığımızdır. Katılımcı önceden bileceği konuyu araştırarak, inceleyerek ve not alarak derslere gelir, derslerde sessiz, suskun kalmak mümkün değildir ve buna izin verilemez. Biz dersleri çok ciddiye alıyoruz ve bilgiyle beslenmek ve bilgiyi paylaşmak için bu programları hayata geçirmeye çalışıyoruz, bu nedenle aynı ilgiyi ve sevgiyi de katılımcıdan bekliyoruz. (Sürekli katılım esastır ve önemlidir.) Derslerin ( konuların pekiştirilmesi amacıyla gerek bireysel olarak gerekse iki veya üç kişilik gruplar halinde işlenen konularla ilgili ödevler verilecek ve derste anlatılması istenecektir. Dersin / programın içeriğine göre yazılı ve ya sözlü sunumlar anında (ders saati içinde) hazırlanması ve sunulması beklenecektir.
FELSEFEYİ ÇOK SEVİYORUM
Kaygusuz Abdal Felsefe Okulu’ndan bahseder misiniz? Nasıl çalışmalar yapıyorsunuz?
Bir felsefe okulu kurmak benim yıllar önce kurduğum bir hayaldi. Belki de lisedeyken üniversitede felsefe okumak isteyip okuyamadığım içindir. Felsefeyi çok seviyorum. Lisedeyken de felsefeye o kadar meraklıydım ki Hacettepe Üniversitesinde okuyan abim ile Prof.Dr. Veysel Sönmez hocanın birkaç dersine gitmiştim. Öğretim olarak felsefe okuyamasam da felsefe, mantık, edebiyat, sosyoloji, psikoloji, tarih kitapları ilgimi her zaman çekti. Türkiye’de üniversitelerin felsefe bölümleri haricinde birçok felsefe topluluğu var, felsefe okulları var. Bunlar elbette her gün ders işlemiyorlar. Felsefe deyince de hemen herkesin aklına Antik Yunan Felsefesi geliyor. Oysa Türkiye’de önemli bir topluluk olan Alevi/Bektaşilerin çok güzel, çok ileri, paylaşımcı, vicdani ve insanı merkeze koyan felsefeleri var. Bu felsefeyi geniş kitlelere daha doğru anlatabilmek için felsefe okulu kurulması gerekiyordu. Biz de bu sebeple Kaygusuz Abdal Felsefe Okulunu kurduk. La Kitap Yayınları/L’akademia aynı zamanda 25 kişilik bir salona sahip. Biraz zorlayınca 40 kişi alıyor. Burada L’akademia etkinliklerinden bağımsız olarak ayda bir defa Kaygusuz Abdal Felsefe Okulu Dersleri adıyla söyleşi yapıyoruz. Konusunda uzman hocalarımızı davet ederek Alevi/Bektaşi yol ulularının felsefesini konuşuyoruz. Bu söyleşileri sosyal medyadan canlı olarak paylaşıyoruz. Gelen hocamız için günün anısına üzerinde Kaygusuz Abdal’ın da bir resmi olan bir plaket hazırlıyoruz. İlk dersimizi 10 Eylül 2019’da yaptık. Konumuz Kaygusuz Abdal’dı. Sonrasında Şeyh Bedreddin, Hasan Sabbah, Hacı Bektaş, Yemini ve Ahmet Yesevi’yi konuştuk… Bunlardan Şeyh Bedreddin ve Ahmet Yesevi’yi iki ayrı Ankara Kitap Fuarında konuştuk. Çok güzel tepkiler aldık, almaya devam ediyoruz. Bu dönem Alevi Bektaşi felsefesini işlesek de önümüzdeki dönemlerde Antik Felsefeden başlayarak devam edeceğiz. Bu arada Kaygusuz Abdal Felsefe Okulu’nu bir felsefe hocamıza emanet etmek istediğimi belirtmek istiyorum. Bu hocamız kim olacak bilmiyorum ama amacım hocamızın gözetiminde bizim sponsorluğumuzda devam etmek.
Hem yazar hem de bir yayınevi genel yayın yönetmeni olarak Türkiye’de yayıncılık ne noktada?
2013 yılından beri yayıncılık yapıyorum. Ne yazık ki çok kötü... Hem okur açısından hem de yayınevi açısından kötü. Yayınevlerinin yayınladıkları eserlerle, o eserlerin yazarlarıyla edebiyata, toplumun gelişmesine katkı sağlamaları gerekir. Eskiden yayınevleri, kitabevleri yeni yazarların yetişmesinde aynı zamanda bir okul görevi görüyormuş. Günümüzde yayınevleri ve kitabevleri marketing sistem çalıştığı için böyle bir imkan yok. Maalesef yayınevleri sürekli eski yazarların kitaplarını basıyor. Eğer telif hakkı ortadan kalkmışsa hemen her yayınevi o yazarın kitaplarını basıyor. Böyle olunca haliyle kalite düşüyor. Geçtiğimiz yıllarda Sabahattin Ali’nin eserleri teliften düştü. Bir fuarda görmüştüm sanırım La Kitap Yayınları hariç bütün stantlarda vardı. Tabi bir de çeviri kitap sorunumuz var. Büyük yayınevleri hariç birçok yayınevi çevirmen diye bir isim uydurup, daha önce çevrilen bir eserde birkaç yeri değiştirip, bazen buna bile gerek görmeden başka başka isimlerle aynı eseri basıyorlar. Ne ismini yazdıkları kişi o dili biliyor ne de o eseri görmüş. Ne olduğunu bile bilmeyenler var. Bir de parası olan herkes yazdığı şeyleri yayınlatabiliyor. Bunun önüne geçmek şu haliyle mümkün değil. Okur ise kitabı boş zamanlarda okunacak bir şey olarak görüyor. Fuarlar da marketing sistem gibi kitap satılsın da kimin aldığı önemli değil. Mesela çocukları fuarlara getiriyorlar. Biz iyi niyetle çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmak istiyorlar diye bir nebze seviniyoruz. Ancak birçok okul/öğretmen bunu etkinlik olarak görüyor. Çocukları getiriyorlar çocuklar fuarda bir oraya bir buraya koşturup duruyor. Gideceği vakit de bir kitap alıyor. Bu kitap çoğunlukla çocuğun yaşına uygun olmayabiliyor. Bazı çocuklar bize fuara gidileceğinin okulda daha önceden duyurulmadığını dile getiriyorlar. Ayrıca yayıncıların en önemli sorunlarından biri de dağıtım sorunu… Bunu aşmak da çok kolay değil…
Nereye gidiyor?
Zaman içinde ilkeli yayıncılık yapılmazsa ve dağıtım sorunu çözülmezse birçok yayınevi kapanabilir. Durum onu gösteriyor…
OKUMAK BİR YAŞAM TARZI
Türkiye’de düşük olan okunma oranlarını artırmak adına neler yapılabilir?
Okumak bir yaşam tarzı. Bunu yaşamın bir parçası haline getiremezsek şunu yapalım da insanlar okumaya başlasın diye bir günde, bir ayda, bir yılda çözülecek sorun değil bu? O sebeple şunu yapalım demek doğru olmaz. Anne baba, öğretmen kitap okumuyorsa çocuk kitap okur mu? Böyle bakmak gerek…