Hayalle gerçeğin sınırında bir yazar

24. İzmir Kitap Fuarı’nda eserlerini imzalayan ve söyleşiler düzenleyen başarılı Yazar Sevgi Saygı ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Saygı, kendi okuma yolculuğuna bizleri de dahil etti


  • Oluşturulma Tarihi : 09.04.2019 07:29
  • Güncelleme Tarihi : 09.04.2019 07:29
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Hayalle gerçeğin sınırında bir yazar

SULTAN GÜMÜŞ / RÖPORTAJ
‘Peri Efsa’nın yazarı Sevgi Saygı’yı aslında senarist ve yönetmen olarak tanıyoruz. Yıllar sonra artık kitaplarıyla çıkıyor karşımıza. Sinemayı bırakmış değil. “Herhangi bir sanat dalından istifa edileceğine inanmıyorum’ diyor. Ama sözlerinin satır aralarında bir küskünlük de hissediliyor. Yerli dizilerin yersiz uzunluğundan şikayetçi olan Saygı, ilerleyen zamanlarda bir film projesiyle karşımıza çıkabilir belki. Hayalle gerçeğin sınırında gezinen gizemli kurguların yazarı Sevgi Saygı ile 24. İzmir Kitap Fuarı’nda keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Saygı, sinema ve yayımcılık serüvenine ilişkin birçok değerli paylaşımı bizlere aktardı.
Yayıncılık serüveninize nasıl başladığınızı da ekleyerek kendinizi okurlarımıza tanıtır mısınız? Buca Eğitim Enstitüsü Türkçe bölümünü bitirdiğim yıl, Ege Üniversitesi GSF Sinema Televizyon Bölümünü kazandım. İstanbul’da uzun bir sinema macerası oldu. Yönetmen yardımcılığı, senaristlik, bir TV filmi yönetmenliği, TRT İstanbul radyosu için Radyo Tiyatrosu, Arkası Yarın, çocuk bahçesi kuşaklarına oyunlar yazdım. Kısaca, yazma eylemi hayatımın her alanında vardı. Atıf Yılmaz önderliğinde ilk özel televizyonlardan birine Alaca Karanlık Kuşağı tarzı bir dizinin tek bölümünü yazdım ve çektim. Bu arada aynı kuşak için üç hikayem daha vardı. Proje iptal olunca o hikayelerden birini Radyo Tiyatrosu olarak değerlendirdim, biri de Babam Nereye Gitti serisinin ilk kitabı oldu. Ama ilk kitabım Gezgin’in, ilk bölümü işsiz kaldığım bir sırada, bir gecede yazılıp çekmeceye konmuştu. Aradan epeyce bir zaman geçtikten sonra romana dönüştü. 2004 yılında İletişim’den çıktı. İkinci baskısı ON8 tarafından yapıldı.
İNSANA TANIKLIK ETMEK
Gence bağırmayan, öğretme telaşında olmayan; yetişkine de edebiyatta büyünün, fantastiğin farkındalığını hissettiren bir sesiniz var. Böyle bir ses nasıl çıkıyor?
Kitaplar hangi kitleye yazılırsa yazılsın, bir şeyleri öğretme kaygısı taşımamalı diye düşünüyorum. Çünkü her yazı yanlıdır. Her birey hayattaki duruşuna göre bir yere aittir. Ait olmadığını söyleyen bile o ait olmadığını iddia ettiği yeri oluşturuyor sonuçta. ‘Yazar çağına tanıklık eder’ deniyor. Yaşanan tüm gerçeği bilemeyiz ki, bence sadece insana tanıklık etmek mümkün. Yaşananları iyi-kötü, haklı-haksız, erdemli-erdemsiz diye ayırt edebiliyoruz sadece. Bütün kavramların tersyüz olduğu zamanlarda, tersinin doğru olduğunu ortaya koyabilmek gerekiyor. Bana göre bunun en güzel yolu fantastikten geçiyor. Fantastiğin gerçek olmadığını kim söyleyebilir? Yaşadığımız her gün öyle değil mi zaten?
Tüm kitaplarınız eminim ki sizde bir iz bırakmıştır ve hepsi birbirinden değerlidir. Fakat yeri ayrı olan bir eseriniz var mı?
Tabii ki ilk kitabım Gezgin. Diğerleriyle emek olarak hiçbir farkı yok. Ama o ilk göz ağrım.
Son kitabınıza yer verir misiniz?
Son kitabım, yine çocuklar için. Turne Dedektifleri… Şu an sevgili editörüm Müren Beykan’ın ellerinde. Polisiye kitapları severim. Çocuklar da benimle aynı heyecanı paylaşırlar umarım.
DAHA TEMİZ BİR DİL
Kitaplarınız biraz da polisiye tadı bırakıyor okurda. Kendi okuma yolculuğunuzun bir etkisi olabilir mi?
İyi polisiye yazarları, suçluyu okuyucuyla birlikte çok hareketli bir maceraya sokar. Ortaya çıkan her gerçek kırıntısı sizi sonuca yaklaştırır, çoğunlukla ters köşeye yatırır. Söylenenle, gerçeğin farklı olduğunu size yaşatarak anlatır.
Çocuk edebiyatında verimi olan bir yazarsınız. Çocuklar ve gençler için yazarken giyilen gömlekler arasında nasıl bir fark var?
Gömleğimi değiştirmem, yıkarım. Çocuklara daha temiz bir dille yazmak gerekir. Ama onların kaygıları anne ve babalarının kaygılarından farklı değil. Belki daha fazla… Çünkü onlar hem geleceğe hazırlanıyorlar hem de o gelecek üzerinde söz söyleme, seçim yapma hakları yok, üstelik dünyayı da tanımaya çalışıyorlar. Ne kadar yorucu ve sersemletici bir çaba. Oyunlar ve eğlenme içgüdüleri olmasa, hiç çekilir bir hayat değil. Onların bu içgüdülerinden kopmadan hayatı anlamalarını, biraz hayatla ve kendileriyle dalga geçmeyi başarmalarını istiyorum. O zaman daha güzel oluyor her şey. Aslında yazdıklarım arasında pek bir fark yok gibi. Azıcık büyüdüklerinde kullandığım dil daha sert oluyor sanki.
Eserlerinizde çocuklara ve yetişkinlere ne şekilde yer veriyorsunuz? Karakterleriniz nasıl? O karakterler ne şekilde ortaya çıkıyor. Karakterleriniz de sizi bulabiliyor muyuz?
Benim karakterlerim dik başlıdır. Meraklı ve inatçıdır. İllaki hayvan ve doğasever olmak zorundalar. Bu anlamda karakterlerde benden izler var denebilir. Yetişkinlere gelince… Onlar hayatın içinde rastladığımız gibi… İyisi, kötüsü, zekisi, aptalı, merhametlisi, zalimiyle ordalar.
“İZMİR’E GÜNEŞ YARIYOR”
Yazılarınızda nasıl bir dil kullanıyorsunuz. Öncelikle neyi vurgulamak istiyorsunuz?
Sade ve net bir dil kullandığımı sanıyorum. Konuştuğum gibi sanırım. Neyi vurgulamak istiyorum? Dürüstlük olabilir mi?
Son yıllarda kitap yazan kişilerin sayısı hızla artmaya başladı. (Kişisel gelişim kitapları da dahil.) Fakat çocuk kitabı yazan, öyküyle ilgilenen yazarlarımızın sayısı bu denli fazla değil. Bir eleştiriniz ya da teşvik amaçlı çağrınız var mı? Özellikle de genç kuşaklara.
Yazma eylemi içten gelen bir dürtü… Teşvikle bir sonuç alınacağını sanmıyorum. Okur sayısıyla oranlarsanız, yazar sayısı fazla çıkar bence. Önce okur oranını yükseltmek daha mantıklı geliyor… Onların arasından mutlaka iyi yazarlar da çıkar.
Geçmişte sinema setleri, senaryolar, tiyatro oyunları ve diziler… Edebiyatla kol kola yürüyecek mi bu işler, yoksa yeni türler ve projeler var mı önümüzde?
Yürümesini çok istiyorum. Ama ülkenin koşulları ne kadarına izin verir bilemiyorum. Biliyorsunuz ‘Yerli Dizi, Yersiz Uzun’ giderek Brezilya dizilerine benzediler. Sinema projesi daha yakın geliyor. Önümüzdeki yıl belki ‘Memo’nun Macerası’ dizisi filme dönüşebilir.
24. İzmir Kitap Fuarı gerçekleşti. Büyük bir kalabalık var. İzmirli hakikaten okuyor mu? Geçen yıllarla kıyaslanacak olursa fuar bu yıl nasıl? Görüntü umutlandırıyor mu sizi?
Geçen yıl daha iyi bir kalabalık vardı. İzmirli sanırım yağmurdan hoşlanmıyor. İzmir’e güneş yarıyor.
Hayata dair bir mottonuz var mı? Ve son olarak neler söylemek istersiniz?
Özdeyişler ve sloganlarla yaşamamak…