- Gündem
- 22.04.2025 08:48
Ege Ekonomik Forumu’nun 3. gününde İzmir Ticaret Borsası oturum sponsorluğunda gerçekleşen ‘12bin Yıl Önce Tarım ile Dönüşen Dünya Nasıl Beslenecek?’ oturumunun açılış konuşmasını İzmir Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Işınsu Kestelli yaptı
Çok uzun yıllar hak ettiği önem ve değerde ilgi görmeyen tarım sektörünün günümüzde bu kadar gündemde olmasından memnun olduklarını belirten Işınsu Kestelli, günümüzde tarımın geleceğinin tüm ülkelerde ve toplumun her kesiminde tartışılan en önemli konulardan birine dönüştüğünü belirtti.
“İnsanoğlunun sağlıklı, güvenilir ve yeterli gıdaya ulaşabilmesi için üretim ve tedarik zincirlerinin yeniden yapılandırılması artık tüm ülkelerin temel politika hedefleri arasında yer alıyor.Tarımın bugünü ve geleceğini konuşabilmek için; gıdaya olan talebin seyri, gıdaya erişim durumu ve tarımsal üretim sıkıntıları olmak üzere 3 temel tespiti yapmamız gerektiğini düşünüyorum.” diyen Kestelli, küresel boyutta artan nüfus ve gıda talebine dikkat çekti. Kestelli Şöyle devam etti:
“Dünya nüfusuna paralel olarak gıda talebi artıyor.1920’de sadece 1 milyar 9 milyon civarında olan nüfus, bugün 7 milyarın üzerinde. Artış hızı her geçen yıl yavaşlasa da 2050’de bugünkünden yüzde 25 daha fazla nüfus olması bekleniyor. Küresel gıda talebinin buna paralel artmasını beklemek kaçınılmaz. Bazı çalışmalar bu talebin 2050 yılına kadar yüzde 59 ile 98 arasında artacağını öngörüyor. Bu nedenle tarımsal üretimin artırılması bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor.”
Sağlıklı gıdaya erişimde de dünya ve ülkeler arasında adaletsizlik yaşandığını belirten Kestelli, 2020 yılı itibariyle dünya nüfusunun yaklaşık 10’da birine denk düşen 811 milyon insan açlıkla mücadele ettiğini, 2,3 milyardan fazla insanın ise besin yetersizliği yaşadığını hatırlattı.
Gelecek “Sürdürülebilir Bir Şekilde Üretmenin En Ucuz Olduğu Yerde Üretmek”te
Oturuma konuk konuşmacı olarak katılan Gıda ve Tarım Fütürist ve Stratejisti Christophe Pelletier; insanoğlunun, her ne kadar tarımın ilk günlerinden bugüne çok mesafe kat etse de kurulan sistemin uzun vadeli etki ve maliyetlerine dikkat etmediğini belirtti. Zaman içerisinde atığın tüketim toplumunun kabul edilen bir parçası haline geldiğini belirte Pelletier, “Çok israf ediyoruz. Tarım söz konusu olduğunda, düzenli olarak geri gelen sayı, üretilen gıdanın %30 ila %40'ının hiç yenmediğidir. Gıda israfı sorunu iki yönlüdür. Gelişmiş ülkelerde tüketici, perakendeci ve restoran düzeyinde davranışsal ve örgütsel bir sorundur. Gelişmekte olan ülkelerde bunun ana nedeni ya tarlada çürüyen ya da yetersiz depolama ve lojistik nedeniyle hasat sonrasıdır. Bu bir altyapı ve para sorunudur.” dedi.
“Gelecek, verilen hasarı onarmakla ilgili olacak. Niceliksel büyüme ile ilgili “her zaman daha fazla” olan tüketim ekonomisini, niteliksel büyümeye veya “her zaman yeterli” üzerine odaklanan bir bakım ekonomisi ile değiştirmek zorunda kalacağız.” diyen Pelletier, sözlerine şöyle devam etti:
“Şimdiye kadar ekonomik model “üretmenin en ucuz olduğu yerde üretmek” olmuştur. Bu, döngüleri açması ve dışsallıkları içermemesi dışında kötü bir fikir değil. Gerçek sürdürülebilirlik, döngüleri kapatmak ve bu dışsallıkları dahil etmek anlamına gelir. Gelecekte konsept, “sürdürülebilir bir şekilde üretmenin en ucuz olduğu yerde üretmeye” dönüşmelidir. Ve bu kelime, sürdürülebilir bir şekilde, tüm farkı yaratacak. Kullanılabilirliği etkileyecektir; maliyetleri etkileyecek ve fiyatları etkileyecektir. Ve her zaman olduğu gibi fiyatlar arttığında, alternatifler ve aynı zamanda beceriklilik için fırsatlar sunar.”
İklim değişikliğinin gıda dünya haritasını etkileyeceğini, bazı bölgelerin bugün ürettiklerini üretmeye devam edemeyeceğini, farklı mahsuller ve bunların kombinasyonları için seçim yapmak zorunda kalacağının da altını çizen Pelletier, konuşmasını şöyle tamamladı:
“Su mevcudiyeti, gelecekteki gıda haritasında çok önemli bir faktör olacaktır. Büyük miktarlarda su zengini ürünleri üreten ve uzak pazarlara ihraç eden ihraç eden ülkeler, daha ne kadar bunu sürdürebilir?”
“Nüfus Yoğunluğu Nedeniyle Tarımsal Faaliyetler, Biyolojik Çeşitlilik Üzerinde Baskı Oluşturuyor”
Dünya Gazetesi Tarım Yazarı Ali Ekber Yıldırım’ın yönettiği oturumda TAGEM Genel Müdürü Dr. Nevzat Birişik, EİB Koordinatör Başkan Yardımcısı ve Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı Birol Celep, İzdoğa A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Güven Eken ile İzmir Köy Koop Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Neptün Soyer geleceğin dünyasının gıda talebini karşılayabilmek için tarım için atılması gereken adımları konuştular.
M.Ö. 9500 yılında başlayan tarım devriminin bugüne kadar 3 kritik eşiği geride bıraktığını belirten TAGEM Genel Müdürü Dr. Nevzat Birişik, “İlk eşik M.Ö. 9500 ile M.S. 7. Yüzyıl arasında gerçekleşen; bitkileri, hayvanları kültüre alma, yani bugünkü tarımın ana hatlarını oluşturma ile aşılıyor. O dönemin temel argümanı insan gücü: Ne kadar insan varsa o kadar gelişebilirsiniz. İkinci eşikte ise M.S. 7 yüzyıldan itibaren tarım ürünlerini ticarete konu edip, oradan finansal zenginlik elde etmeyi başarmış insanlık. O dönemde teknolojik adımlar da atıldığı için, daha fazla insandan ziyade daha çok arazi ihtiyacı duyuluyor: Ne kadar çok verimli tarım arazisi varsa o kadar üretebiliyorsunuz.”
Yaklaşık bin yıl süren ikinci eşiği, sanayi devrimi ile birlikte üçüncü eşiğin izlediğini belirten Birişik, “Bugünkü endüstriyel diyebileceğimiz tarım modeli, birim alandan daha çok verim elde etmeyi amaçlayan bir yaklaşım ki bunun ana unsuru makine gücü. Şu an dördüncü kritik evrimin eşiğindeyiz. 2011 itibariyle kırsalda yaşayan insan sayısı kentliler lehine değişti. 4. tarım devrimini dijitalleşmeile açıklayabiliriz: Her türlü veriyi sayısallaştırma, verileri okuma, veriler üzerinden akıllı algoritmalar oluşturmak ve makinalarla bunu akıllı tarım olarak uygulamak.” sözleriyle tarımsal evrim süreçlerini hatırlattı.
Biyolojik çeşitliliğin azalmasının önemli riskler arasında yer aldığını belirten Birişik, mevcut nüfus yoğunluğu nedeniyle tarımsal faaliyetlerin biyolojik çeşitlilik üzerinde baskı oluşturduğunun da altını çizdi.
Yeşil Mutabakatın Türkiye’ye Çıkarabileceği Karbon Maliyeti 1.8 Milyar Dolara Ulaşabilir
Artan dünya nüfusunun getirdiği sosyal ve ekonomik dönüşüm sonucunda insanlığı bekleyen en büyük tehlikenin iklim değişikliği olduğunu, bunu durdurmak için ilk ve en önemli adımı Avrupa Birliği’nin attığını hatırlatan EİB Koordinatör Başkan Yardımcısı ve Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı Birol Celep, “2050 yılında karbon salınımını sıfırlama hedefiyle, 11 Aralık 2019 yılında “Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı”nı dünya ile paylaştılar. AB, partnerlerinin de bu hedefe kilitlenmesi için yaptırımları devreye almaya hazırlanıyor. 2022 yılında karbon vergisiyle tanışacağız. Türkiye son 1 yıllık dönemde 28 milyar doları tarım sektöründen olmak üzere 212 milyar dolar ihracat hacmine ulaştı. AB, Türkiye’nin ihracatında en büyük partneri konumunda ve Türkiye’nin ihracatından AB yüzde 42 pay alıyor. Pandemi sonrasında AB’nin Türkiye’den ithalatını artırabileceği bir zemin oluştu. Türkiye, AB'ye ihracatını çok daha yukarılara taşıyabilecek konumda. Bunun ön koşulu “Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı”nda ortaya konulan hedeflere uygun üretim ve ihracat stratejileri oluşturmak.” dedi.
Tarladan çatala sağlıklı ve güvenilir gıda için hepimize görev düştüğünün altını çizen Celep; su, enerji gibi kıt kaynakları doğru kullanarak, bu çabaların finansal açıdan da desteklenmesi gerektiğini belirtti. Bankaların kredi politikalarını tekrar tasarlaması, Yeşil Mutabakat’a uyumlu üretim yapanlara daha uygun koşullarda kredi vermesi gerektiğini belirten Celep, sözlerine şöyle devam etti:
“AB ile 143 milyar dolarlık ticaret hacmimiz var ve birçok sektörde önemli bir tedarikçi ülke konumundayız. Düzenlemenin olası etkilerine bakıldığında yapılan hesaplamalar; ülkemiz için karbon maliyetinin 1,8 milyar dolar seviyelerine kadar çıkabileceğini gösteriyor. Avrupa’nın en büyük tarım ekonomisine sahip, 50’den fazla üründe dünyanın en büyük ilk 10 üreticisinden biri olan ülkemiz için; “sürdürülebilir tarım”, döngüsel katma değer akımında ön saflarda yer almamızı sağlayacaktır. Sektörlerimiz için yeni üretim teknolojileri ve dijitalleşmeye yönelik ihtiyaç duyacakları finansal kaynakların yaratılması kritik önemde. Bu konuda talep edilebilecek uluslararası sertifika ve belgelerin destek kapsamına alınması, teknik danışmanlık ihtiyacının sağlanması gerekiyor. Devlet destekleri, Avrupa Yeşil Mutabakatı perspektifinden KOBİ’lerimizi de kapsayacak şekilde yeni bir açılımla ele alınabilir. Bu noktada su politikalarının üst düzeyde müzakere edileceği, ölçülüp değerlendirileceği, raporlama, karbon ayak izi bilgisi ve etiketleme gibi alanlarda ulusal inisiyatiflerin ortaya konulacağı mekanizmalar geliştirilmeli. Yatırımların temiz teknolojiye ve özellikle hassas tarım uygulamalarına yönlendirilmesine katkı verilmeli ve Ar-Ge kaynağı fazlalaştırılmalı. Türkiye Karbon Kurumu hızlıca hayata geçirilmeli.”
“Kadın İnovasyonu ve Kolektif Eylem Olan Tarım, Mülkiyet Kavramıyla Birlikte Maksadından Koptu”
İzdoğa A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Güven Eken tarımda ve birçok sektörde yaptığımız en temel hatanın geçmişteki süreçleri tam olarak özümsemeden geleceğe dair pragmatik yaklaşımlarla ilerlemek olduğunu altını çizdi. Bu durumun en hafifinden tarımdaki hata oranını artırdığını belirten Eken, sözlerine şöyle devam etti:
“Tarım bir kadın inovasyonudur. İlk olarak bu topraklarda ortaya çıktığında Anadolu’da binlerce yıl önce kadınların düşünce sistematiği ile gelişmiş bir insan inovasyonudur. Bu düşünce sistematiğinde tarım; toprağı, havayı, suyu, ışığı birlikte görerek ortaya çıkarılan bir icat ve inşa projesidir aslında. Anadolu kadınları binlerce tohum ve yüzlerce ağaç çeşidinin gıdada kullanılmasını sağlamış. Bunu yaparken de doğayı taklit etmişler. Doğadaki ekosistem döngülerini, tarımsal ekosistemin içerisine uyarlamışlar. Var olan ekosistemin içine tarım felsefesini dahil etmişler ve buradan üretim yapmışlar. Özetle doğa-okuryazarlığı yapmışlar.”
Anadolu kadınının pek çok özelliğinin yanında tarım ve toprak konusunda derin bir bilgiye ve müthiş bir kavrama gücüne sahip olduğunun altını çizen Eken, aynı durumun devam ettiğini ancak sayısının giderek azaldığını belirtti. “Geçmişteki tarım anlayışı ile bugünkü tarım arasındaki temel fark sadece erkeklerin sisteme dahil olası değil elbette: Kadınlar bu sistemi icat ettiklerinde tarımda mülkiyet yoktu. Yani tarım kolektif olarak havzalar ölçeğinde yapılan bir eylemdi. İlerleyen yıllarda mülkiyetin önem kazanması –tarımda da bu konu önemli olduğu için, konu gıda üretiminden çıkıp toprağı mülkiyet altına alma fonksiyonu tedricen öne geçmeye başlıyor. Ataerkil dediğimiz sistemin oluşmasıyla birlikte tarımın ana fonksiyonu gıda üretmek değil toprağı elde tutmak oluyor. İklim krizini yaşadığımız bugün öyle bir noktada ki maksadından kopmuş, toprağın altını, üstünü ve her yerini tüketen, sadece tarım faaliyetinin girdisini tedarik eden tarım tekellerine hizmet eder bir iştigal alanı haline geldi.” sözleri ile tarımdaki dramatik dönüşüme dikkat çekti.
Kuraklıkla Mücadelede Planlanma, Tasarruf, Coğrafyanın Yeniden Tanınması Kritik
İzmir Köy Koop. Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Neptün Soyer, insanın kendinden önce dünyayı düşünmesi gerektiğini, çünkü dünyanın varlığını devam ettirebilmenin yolunun yok olmakta olan doğanın ta kendisi olduğunu vurgularken, “İklim krizi Akdeniz’deki kuraklığı, başka bölgelerdeki selleri artırırken artık insanın doğanın sahibi değil doğanın bir parçası olduğunu anlayarak doğu ile uyumlu üretim stratejileri geliştirmek mecburiyetindedir.” dedi.
Kuraklıkla mücadele için ürün dengesinin planlanmasının, su tüketiminde tasarrufun ve coğrafyanın tekrar anlanması gerektiğini altını çizen Neptün, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Hepimize yetecek gıdayı üretebilmek için tüm paydaşlar ortak çalışmak zorunda. Biz sadece Türkiye’deki sorunu düşünerek dünyanın kurtarılabilmesi ya da besleme sorununu çözülebilmesi gibi bir sonuca varamayız. COP26’yı takip ettiğimiz kadarıyla tüm dünyanın ülkelerin ortak hareketiyle bir sonuca varılabileceği kanaatinde olundu. İnsanlığı besleyen 100 milyonlarca köylü ve küresel gıdanın yüzde 50’sinden fazlasını üretenler, gıda egemenliğimizi sağlayan, atalık tohumlara sahip çıkan köylüler ve üreticilerin de haklarını savunmalıyız. Bitkisel ve hayvansal üretim faaliyetlerinde bulunan kıyılardaki ve tatlı sulardaki küçük ölçekli balıkçılar, yaylacı ve göçebe topluluk üyelerinin hepsini korumalı, rekabet değil dayanışma içerisinde olmalıyız.” HABER MERKEZİ