- Gündem
- 20.04.2025 20:24
İzmirde son dönemde artış gösteren kent sorunlarını konuştuğumuz Kent Stratejileri Uzmanı Ali Rıza Avcan, yapılan hizmetlerin birçoğunun insan boyutunda düşünülmediği için kalıcı olmadığını ifade etti
YUSUF ÇAĞIRTEKİN-ÖZEL HABER
İzmirin Türkiyenin en farklı ve en güzel şehirlerden bir tanesi olduğunu, İzmirde yaşasın yaşamasın herkes bilir. Diğer şehirlere göre kendi iç dinamikleri olan, özgür düşünce yapısına sahip insanları, Kordonu, Karşıyakası, kaosunun az olması vb. sebepler yıllardır İzmiri, başta metropoller olmak üzere diğer şehirlerden hep bir adım önde ve farklı kılarak, onu yaşanılması için en ideal kentlerden bir tanesi yaptı yıllarca. Fakat son yıllarda artan nüfus, kent planlamasının eski olması, İzmir Büyükşehir Belediyesinin yanlış kararları, İstanbuldan gelip şehrin yapısını değiştirmek isteyen büyük sermaye sahipleri vb. gibi nedenlerle kendine has özelliklerini kaybettiği, kültürel yapısı değiştiği, hizmetlerin ihtiyacı karşılamadığı, bir yapıya büründüğü çok net görülmeye başladı İzmirin. Bu durumdan şikayetçi olan sivil toplum kuruluşları ve meslek odaları imkanları ölçüsünde direnişlerini sürdürse de bu direnişin çok fazla sürmeyeceği ve İzmirin bu gidişle diğer metropollerle aynı bayağılığa sahip olacağı aşikar. Tüm bu durumlarda İzmirin ideal kent, yaşanılası kent anlayışından iyice uzaklaşmasına sebep oluyor. Bu haberimizde İzmirin bu dönüşümün sebeplerini sorgulamak, yaşamak için en ideal kent kavramının ne olduğunu öğrenmek, ideal kentlerin nasıl planlanması gerektiği ve İzmirin ideal kent anlayışında nerede konumlandığını öğrenmek için Kent Stratejileri Uzmanı Ali Rıza Avcan ile konuştuk.
İSTANBUL HOMURTUSU
İzmirde son yıllardaki kötü dönüşümü, ideal, yaşanılası şehir anlayışını ve ideal bir kentte neler olması gerektiği ve İzmir özelinde bu durumun ne kadar geçerli olduğunu konuştuğumuz Kent Stratejileri Uzmanı Ali Rıza Avcan, Kentler öncelikle o kentte yaşayan ya da çalışan insanların ihtiyaç, talep ve beklentileriyle tutum ve davranışları, psikolojik özellikleriyle ait oldukları grup ya da toplumsal sınıfların özellikleri dikkate alınarak şekillenmelidir. Bu anlamda, son zamanlarda İzmirde ortaya çıkan ve giderek kızgınlıkla karışık bir homurtuya dönüşen tepkilerin, İzmir, İstanbul olmasın itirazları, bu kentte yaşayanların ihtiyaç, talep ve beklentileriyle kentin kimliği ve özellikleri dikkate alınmadan uygulamaya konulan ranta dayalı çarpık ve sağlıksız bir kentleşmenin eseri olduğu söylenebilir. Çünkü bu kentte yaşayan herkes kötü bir örnek olarak orta yerde duran İstanbulu görüp biliyor ve bir zamanlar oranın belediye başkanlığını yapmış olanların çıkıp Biz yanlış yaptık şeklindeki itiraflarını duyuyor. Şimdi tutup İzmiri İstanbula benzetmeye çalışmak, İzmiri bir anlamda büyük inşaat şirketleriyle gelir düzeyi yüksek İstanbullulara pazarlamaya çalışmak, İzmirin İstanbul gibi hoyratça kullanılmasına izin vermek, haliyle İzmirde kendince rahat yaşayan birçok insanı rahatsız ediyor. Şimdiden bunun kötü sonuçlarını; kentin tarihi kimliğini, siluetini, altyapısını ve sağlam olmayan zeminini dikkate almadan yapılan gökdelenlerle görmeye başladık. Bayraklıda, Mavişehirde, İnciraltında pıtrak gibi ortaya çıkan onlarca gökdelen, çoğu İzmirlinin İstanbulu bitirdiler, şimdi de İzmiri bitirecekler kaygısıyla endişelenmesine yol açıyor ve bu endişe her geçen gün artıyor. O nedenle, kentte yaşayan ya da çalışanların o kentte doğa ile barışık bir şekilde yaşayıp memnun olmaları kadar, o yerleşimin geleceği ile ilgili karar alma ve uygulama süreçlerine etkin bir şekilde katılmasının, mali kaynakların bölge ve mahallelerle yoksullar, dar gelirliler, kadınlar, engelliler, genç, yaşlı ve dezavantajlı kesimler gibi sınıf ve gruplar arasında eşit dağılımına katkıda bulunmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum.
İNSAN BOYUTLU DÜŞÜNMEK
Yapılan hizmetlerin birçoğunun insan boyutunda düşünülmediği için kalıcı olmadığının altını çizen Ali Rıza Avcan, İzmirde ilk dikkatimizi çeken şey, İzmirin vitrini diyebileceğimiz sahil kesiminde defalarca yapılan yeşil alan düzenlemeleridir. Yerel yönetimlerde bu işleri planlayıp projelendiren birimler, bu birimlerde çalışan uzman ve danışmanlar var. Bunların çoğu mimarlardan, mühendislerden ve plancılardan oluşuyor. Ama içlerinde insanların bu yapılan yatırımları nasıl kullanacağına, kullanıcıların tutum, davranış ve alışkanlıklarını bilip dikkate alan uzmanların olmadığını görüyoruz. Sahildeki projeleri yapan mimar, mühendis ve plancılar aslında çok güzel projeler çiziyor, bu projelerin maketlerini bizleri etkileyecek şekilde hazırlıyorlar, bizlere bu projelerin 3 boyutlu animasyonlarını seyrettiriyorlar. Görsellere, maketlere baktığınız zaman, o işin çok güzel, çok şık olacağını, çevrenin yemyeşil olacağını ve insanların bu durumdan çok mutlu olacağını düşünüyorsunuz. Ama iş bitip, açılışlar yapılıp kurdeleler kesildikten 15- 20 gün sonra o alana gidip baktığınızda yapılanın çoğu kez yıprandığını, bozulduğunu ve bozulanın da yeniden yapılmadığını, yapılanların korunmadığını görüyorsunuz. Bu duruma gösterebileceğim en somut örnek Kemeraltında, Havra Sokağını diklemesine kesen 926 ve 937 sokaklarda yapılan düzenlemelerdir. 2005-2006 yıllarında o zamanın belediye başkanı ve teknik ekibi bu sokaklar için en kaliteli malzemeleri kullanarak, en güzel maket ve çizimleri hazırlatarak Havra Sokağının her iki yanında yer alan bu sokakları çok güzel bir hale getirdiler. Bunun için de bir sürü para harcadılar. Şimdi gidip oraya bakın, mezbelelik bir halde, çöplerin atıldığı, araçların park etmesine tahsis edilmiş, insanların girmeye korktukları mekanlar olarak karşımıza çıktığını görürsünüz. Çünkü bu pahalı sokaklar yapılırken bu sokakları kullanıp koruyacak bir modelin nasıl olabileceği düşünülmedi, insan unsuru dikkate alınmadı, klasik mühendis-mimar yaklaşımıyla yatırımın insani boyutları unutuldu, hatta küçümsendi dedi.
BELEDİYELER ŞİRKETLEŞİYOR
Belediyelerin artık şirketleştiğini ifade eden Ali Rıza Avcan, İzmir Büyükşehir Belediyesinin mali performansını, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları Fitch ya da Moodys belirliyor. Bunun nedeni de, belediyelere artık belediye olarak değil de; kar etmesi ve yatırımcısına para kazandırması gereken bir şirket gibi ya da holding gibi bakılıyor oluşundan kaynaklanıyor. O yüzden belediye başkanımız bazen ulaşımda düşük ücret ya da hiç ücret almama olayını belediyenin zarar etmesi olarak görüp, son yıllarda Avrupada yaygınlaşmakta olan ücretsiz ulaşım olgusunu görmezden geliyor. Halbuki ülkemizdeki yasalara göre belediye hizmetlerinin çoğu kamu hizmetidir ve bu nedenle ücretsiz olması gerekir. Hizmetin ücretsiz olmasından kaynaklanan zararın da diğer kamu kaynaklarından karşılanması beklenir. Şayet belediye ile ilgili yasaların kabulünde böyle bir anlayış kabul görmeseydi, kent içi ulaşımda her şeyin özel şirketlerle çözümlenmesi gerekir, kent içi ulaşım tekeli belediyelere bırakılmazdı. Aslında 1980li yılların başında Margaret Thatcherin İngilterede, George Bushun Amerika Birleşik Devletlerinde, Turgut Özalın da Türkiyede başlattığı özelleştirme çalışmalarıyla yapılan şeylerin özü, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi suretiyle devletin ve yerel yönetimlerin küçültülerek devlet ya da belediye olmaktan çıkarılmasından başka bir şey değildir. Böylelikle belediyeler belediye olmaktan çıkıp kar elde etmesi gereken şirketlere benzemeye başlamışlardır. Oysa belediyeler kamu yararına çalışması gereken kamu kurumlarıdır ve bu nedenle hem Türkiyede hem de İzmirde tüccar mantığıyla düşünen belediye başkanlarına yönettikleri kurumun kamu hizmeti yapan belediyeler olduğunu hatırlatmamız gerekmektedir. Yani, yeniden toplumcu belediyecilik! deyip belediyeleri belediye olmaya davet etmeliyiz. Onlara sen şirket değilsin; kar ya da zararı tamam dikkate alacaksın; ama hizmetlerden zarar ediyorum gerekçesiyle vazgeçmeyeceksin anlayışından vazgeçmemesi ve bu anlayışı unutmaması gerektiğini söylemeliyiz. Bu Ahmet ya da Mehmet, ya da başka bir kişinin değişmesi meselesi değil; bir zihniyet meselesidir. Belediyenin tekrar belediye olması, yaptığı kamu hizmetlerini özelleştirerek halktan uzaklaşmaktan vazgeçmesi gerekiyor ifadelerini kullandı.
KENT SUÇU!
Kentsel sorunların gün geçtikçe arttığına vurgu yapan Ali Rıza Avcan, bunun en büyük nedeninin de hizmetlerin halka sorulmadan yapılmış olmasından kaynaklandığını şu şekilde ifade etti: Kültürparkın hemen yanında hepimizin Basmane Çukuru olarak adlandırdığı yeri yakın bir zamanda özel bir şirket satın aldı. Bildiğimiz kadarıyla burada İzmir Büyükşehir Belediyesinin yüzde 30luk bir payı var. Şirket sahibinin gazetelere verdiği bilgilere göre bu alanda 270 ve 315 metre yüksekliğinde iki ayrı gökdelen yapılacak. Böylelikle İzmir, denizden yüksekliği tamı tamamına 186 metre olan Kadifekaleden daha yüksek iki gökdelenle tanışacak ve kentin denizden bakıldığında görülen o eşsiz silueti bozulacak. Ayrıca İzmir Büyükşehir Belediyesi Konaktaki hizmet binasını bırakarak buraya taşınacak. Şimdi bütün bu bilgileri bir kere daha düşünüp İzmiri nasıl bir geleceğin beklediğini hayal edelim. Böylelikle, kentin tarihi merkezlerinin tam ortasında, tarihi ve kültürel zenginliklerinin hemen yanında böylesine iki büyük ve yüksek gökdeleni yapmanın, ardından Konaktaki belediye binasını tutup bu gökdelenlerden birine taşımanın bu kente karşı işlenebilecek en büyük kent suçlarından biri olduğunu anlayalım. Hem de halka sormayı bırakın, halkın büyük bir çoğunluğu bu binayı yapmayın dediği, bu projeye itiraz ettiği halde; halkın isteğine aykırı bir şekilde, sadece o gökdeleni yapacak firmayı kayırmayı, ona para kazandırmayı amaçlayan büyük bir kent suçunun işlenmek üzere olduğunu kavrayalım.
TENHALAŞTIRMA VE SOYLULAŞTIRMA
İzmirin merkezinde, Kemeraltı, Basmane ve Kadifekale gibi tarihi bölgelerinde İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Konak Belediyesinin desteklediği değişik yatırım grupları ve şirketleri tarafından bilinçli bir soylulaştırma politikası izlendiğini dile getiren Ali Rıza Avcan, Kentleşme ile ilgili literatürde, mutenalaştırma ya da soylulaştırma olarak adlandırılan ve genellikle kentin eski, tarihi merkez bölgesinde yaşayan yoksul, dar gelirli halkın evlerini satın alma, kentsel dönüşüm, kamulaştırma ve acele kamulaştırma gibi hukuk dışı yöntemlerle; daha doğrusu zoralımla ele geçirip bu insanları kentin çeperlerine gönderdikten sonra onların evlerini yenileyip daha zengin kesimlere pazarlamayı; böylelikle bu acımasız operasyonla yaratılan büyük kentsel ranta el koyan bir kentsel soygun mekanizması var. Özellikle Batıda, ABDnde ve İngilterede bu kentsel operasyonlar uzun yıllardır kendini devam ediyor ve haliyle yoksul, dar gelirli halk kesimleriyle evsizlerin tepkilerine yol açıyor. Bunun en güzel ve somut örnekleri İstanbulda; Beyoğlunda Tarlabaşı, Galata ve Sulukulede yapılan operasyonlardır. Bu yerleşimler Romanların oturduğu, yoksul ve dar gelirli halkın yaşadığı yerler iken, Romanları oralardan çıkarıp kentin dışına sürdüler ve orada küçük küçük biblo gibi evler, binalar yaparak daha zengin kesimlere pazarladılar. Şimdi aynı şeyi İzmirde yapmak isteyen, bunun için Kemeraltı, Basmane ve Kadifekale üzerinden planlar yapan inşaat şirketleriyle yatırımcı grupların ortaya çıktığını görüyoruz. Tabii ki her büyük operasyonda olduğu gibi, önce bütün bu girişimleri tetikleyecek büyük bir yatırımın öne sürülmesi ve onun yapılması gerekiyor ki, o operasyon başlangıç için gereken ivmeyi kazanabilsin. Ben de bu tetikleyici yatırımın, yıllardır Basmane Çukuru olarak adlandırdığımız alanda yapılmak istenen büyük gökdelenler olabileceğini düşünüyorum. Şayet oraya o gökdelenler yapılırsa, çok geçmez; hatta en fazla 10 yıl içinde orası ve yakın çevresi, Basmane, Basmanedeki tarihi Oteller Bölgesi, Çankaya; hatta Kemeraltı ve Kadifekale bölgeleri o gökdelenlere benzeyen yeni binalarla, yeni gökdelenlerle dolacaktır. Böylelikle bu bölgede barınan yoksul, dar gelirli insanlarla göçmen ve mülteciler kentin çeperlerindeki yeni yoksul bölgelerine sürülüp görülmez hale gelecekler, bu bölgedeki lüks rezidanslarla parlatılmış tarihi evlere yerleşen beyaz yakalı yönetici ve profesyoneller, sanatçılar ve diğerleri ise buraya yeni bir kimlik taşıyarak en yakındaki yeşil alan Kültürparkta rahatlıkla yürüyüp jogging yapabileceklerdir.