İlkokul sıralarında başlayan şiir sevdası "kitaba dönüştü"

İzmir’de yaşamını sürdüren gazeteci-şair Tuğçe Yerdelen, ilkokul sıralarında başlayan şiir sevdasını, geçtiğimiz günlerde çıkardığı ilk şiir kitabı “Bilin İstedim” ile gerçeğe dönüştürdü


  • Oluşturulma Tarihi : 14.06.2022 05:13
  • Güncelleme Tarihi : 14.06.2022 05:13
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
İlkokul sıralarında başlayan şiir sevdası

Gazeteci-şair Tuğçe Yerdelen ile Klaros Yayınları’ndan yeni çıkardığı ve ilk kitabı olan “Bilin İstedim”in üzerine söyleşi gerçekleştirdik. Şair Tuğçe Yerdelen, çocukluğundan beri şiire ve kitaplara olan tutkusunu, sevdasını dile getirirken, “Bilin İstedim” ile düşlerini hayata geçiriyor. Ayrıca Yerdelen, şiirlerinde insana, doğaya ve hayvana dair temaları sıkça kullanırken, kendi ile olan yüzleşmeyi ve arayışı da büyük bir cesaretle sürdürüyor. İlk şiir kitabı olmasına rağmen sade ve sıkmayan bir üslup ile okuyucunun yüreğine dokunuyor. Tuğçe Yerdelen ile yaptığımız o söyleşinin detayları...

ŞAİRLERİN BİR MİSYONU VARDIR

Şairler için ilk kitap çok önemlidir. “Bilin İstedim” sizin ilk şiir kitabınız, ortaya çıkış hikayesini anlatır mısınız?

Öncelikle benimle gerçekleştirdiğiniz söyleşi için teşekkür ediyorum. Evet, benim için de ilk kitabın yeri ayrı. Aslında kitap çıkarma fikri uzun yıllardır aklımda vardı. İlkokul sıralarında başlayan şiir sevdam, yıllarca içimde büyüdü. Ben hep çantasında şiir kitabı taşıyan kişi oldum. Otobüste, metroda herhangi bir zaman dilimde çantamdaki şiir kitabını çıkarıp okudum, hala da çantamda şiir kitabı taşıyıp, okumaya devam ediyorum. Şiir okumak ciddi bir iştir, bir şiiri okumak, anlamak, yorumlamak da ciddiyet ister, ben de bu bilinçle her zaman şiir okudum. Şair dostlarımın şiirini de aynı iştah ile sindirdim. Zaman geçtikçe, yıllar akıp giderken de kendi kendime düşündüm, “Ben de şiir kitabı çıkarmalıyım.” Kaleme aldığım şiirleri bir araya getirdim ve Klaros Yayınları’ndan “Bilin İstedim” şiir kitabını çıkardım.

Şiir kitabınızı incelediğimde, şiirlerinizde itiraf, arayış ve yoğun olarak kendinizle yüzleşmeyi gördüm. Yanılıyor muyum?

Söz söyleme sanatı yani şiir, hem kendinle hem de bir bakıma hayatla yüzleşmedir. Şairin bir misyonu vardır; sesini şiirle duyurmalı. Benim anlayışıma göre ki, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde de okuma maceram var, sadece hülyalı konular şiirde olmamalı. Elbette ki; sevgi, aşk konusu da şiirde yer alabilir, almalıdır da. Fakat kendi iç dünyamıza bir bakmalıyız, kendimize bir sormalıyız, demeliyiz ki, “Hayat yolculuğumun amacı nedir? Gözlerimizi açıp, kapatıp, okula gidip yahut işe gidip ardından eve dönüp, sonra tekrar aynı döngü içinde yaşamak için mi dünyaya geldik?” Bu soruya “evet” diyenler, hayatlarına devam etsinler, fakat cevapları “hayır” olanlar, durup düşünsünler ve kendilerinin içindeki gücü arasınlar.

Şiir tarzınızda Orhan Veli Kanık havası sezdim. Ayrıca şiirlerinizde insan, doğa, hayvan betimlemeleri de sık sık yer alıyor. Şiirlerinizi yazarken nelerden esinlendiniz?

Türk edebiyatının atar damarlarından birisidir Orhan Veli Kanık ve benim için yeri hep ayrı olmuştur. “Yüz kelimelik bir şiirde yüz tane güzellik arayan insan vardır. Halbuki bin kelimelik bir şiir bile bir tek güzellik için yazılır. Tuğla güzel değildir, sıva güzel değildir. Fakat bunları bir araya getiren mimari eser güzeldir. Şiir öyle bir bütündür ki, bütünlüğünün farkında bile olunmaz” diyen Orhan Veli’nin hem sanat hem de şiir üzerine söylediği sözler aklımda mıh gibi çakılı… Diyebilirim ki Orhan Veli’nin benim üzerindeki etkisi çok büyüktür. Onun şiir sanatındaki yalın dili, kelimeleri kullanışındaki hünerine hayranlık duyuyorum. Şiirlerimde ben de ağdalı bir dil kullanmadım, meramımı herkesin anlayacağı bir Türkçe ile aktardığıma inanıyorum. Tabiat ve tüm canlılar ile nefes alıyoruz. Birlikte yaşadığımız canlıları da şiirlerime kattım. Ayrıca hayvan severim, hatta “Kedim” isimli şiiri tüm kedileri düşünerek yazdım.

Yaptığınız gazetecilik mesleği ile şairlik arasında olumlu, olumsuz bir bağ var mı?

Gazeteciliği severek, sözü yerindeyse canı gönülden yapıyorum. Mesleğim gereği yazı dünyasının içindeyim. İster öykü, ister deneme, ister şiir olsun yazı hepsiyle bağlantılı. Fakat şiir, bir noktada düzyazıdan ayrılıyor, bir roman yazdığımızı düşünürsek kelime anlamında sıkıntımız olmaz, sayfalarca yazabiliriz. Türkçenin tüm nimetlerinden faydalanıp anlatmak istediğimizi uzun uzun anlatabiliriz. Adeta tüm kelimeler bize hizmet etmeye hazır olur. Oysa ki şiir öyle mi? Bazen kocaman bir konuyu birkaç dizeye sığdırmak zorunda kalırız. İçimizde kopan fırtınaları, dinmeyen ağrıları ya da coşkun akan neşemizi öyle bir anlatmalıyız ki, okur da biz de işte bu diyebilmeli. Cemal Süreya da şiirin diğer türler ile ilişkisini açıklarken, şiiri biraz daha farklı bir noktaya koyarak şöyle der: “Şiirde dil, hem araçtır, hem ortamıdır. Şiirin, bir yerde, gövdesi gibidir. Kuşun kanatlarıyla uçması gibidir.” Yani şiir, öz Türkçemizi ayna olarak, bazen de karşı tarafa ayna tutarak, sözcüklerin dansıdır.

“Şairlerin değeri öldükten sonra bilinir” gibi bir söz var, bu sözü doğru buluyor musunuz?

Üzülerek söylüyorum ki, ben de bu sözü çok kullanıyorum. Hatta sadece şairin değil, ressamın, yazarın, heykeltıraşın, plastik sanatlarla uğraşanların, kısaca tüm sanatçıların değeri ne yazık ki bu dünyadan göçüp gittikten sonra anlaşılıyor. Bu durum hem ülkemizde hem de diğer ülkelerde de böyle. Önünde saygı ile eğildiğimiz büyük ressam Van Gogh, yaşarken bir yağlı boya tablo satabilmiş, yokluk ve yoksunluk içinde genç yaşında hayatına veda etmiştir. Yaşadığı dönemlerde kıymeti bilinmeyen, stili anlaşılamayan Van Gogh, günümüzde ancak hak ettiği değere ulaşabildi. Pek çok sanatçımız aramızdan ayrıldığı zaman eserlerinin değeri anlaşılıyor, aynı durum şairler içinde geçerli. Ancak bizim yapmamız gereken yaşarken şairlere ve tüm sanatçılara değer vermek.

Sizce aşkın, ayrığın, ölümün ve barışın en iyi tanımını şairler mi yapar?

Sevdaya, aşka, ayrılığa, ölüme, barışa, yalnızlığa kısaca insan olmaya dair ne varsa şiirde var, dolayısıyla şaire de büyük bir sorumluluk düşüyor. Toplumcu şairlerimiz; Nazım Hikmet, Atilla İlhan, Ahmed Arif, Sabahattin Ali ve Rıfat Ilgaz gibi ustalarımızın şiirleri çok şey öğretiyor bizlere. 24 Şubat’tan bu yana devam eden Rusya-Ukrayna savaşını hepimiz yakından izliyoruz. Savaşın sona ermesi için şairler barışı taşımalı şiirlerine, çünkü savaşın kazananı hiçbir zaman olmaz. “Bilin İstedim” şiir kitabımda “Savaş” ve “Barış” isimli, iki şiir yazdım. Şairler, şiirleriyle haykırmalı: “Yaşayın Barış.”

ŞAİRİN YURDU HER YERDİR

Şairlerin yurdu olur mu?

Şairin yurdu her yerdir ; Anadolu’dur... Bir dağ köyünde, deniz kenarında ya da metropolde yaşayan kişi de şairdir. Şair nerede yaşarsa yaşasın esinlenmesi için gözlem yapması gerekir. Salt kendi hayatını, ailesini, komşunu gözlemlemek değil, yaşamı gözlemlemeli. Dünyayı takip etmeli, meraklı olmalı, araştırmalı. Yaşadığı toprakların, soluduğu havanın sorumluluklarıyla hareket ederek şiirini icra etmeli.

“Bilin İstedim” kitabınız için imza günü ya da etkinlikler düzenleyecek misiniz?

Önümde şimdilik planlanan iki imza günü var, ilerleyen günlerde sosyal medya hesaplarım yerdelen.t ve bilinistedim.2022 üzerinden duyurusunu yapacağım.