"İnanç olgusu suistimal edilmesin"

Uzman Klinik Psikolog Metin Olataş, din öğretmenleri tarafından anlatılan müfredat dışı konuların travmalara neden olabileceğini ve inanç olgusunun artık suistimal edilmemesi gerektiğini vurguladı


  • Oluşturulma Tarihi : 11.11.2019 07:23
  • Güncelleme Tarihi : 11.11.2019 07:23
  • Kaynak : HABER MERKEZİ

SULTAN GÜMÜŞ - ÖZEL HABER
Okullarda öğretmenler tarafından müfredata uygun dersler anlatılıyor mu ya da müfredat konusu olsa dahi öğretmenlerin kullandığı dil / söylem veya sunmuş oldukları örnekler ne kadar sağlıklı? Yakın zaman içerisinde tespit ettiğimiz örnekler gösteriyor ki ‘Türkiye’de sağlıksız bir eğitimin’ temelleri hızla atılıyor. ‘Ölü nasıl kefenlenir?’ konusunu işledikten sonra öğrencileri mezarlığa götüren öğretmenlerin haberlerini de okuduk çoğu kez, 'Banyoya yalnız ve çıplak girmeyin, cinler musallat olur’ deyip çocukların ruh sağlığını bozan hatta sınıftaki öğrencileri Alevi-Sünni diyerek ayıran ‘eğitimcilerin!’ görüntülerini de… Uzman Klinik Psikolog Metin Olataş ise inanç olgusunun suiistimal edilmemesini ve hiçbir şekilde, hiçbir kimsenin baskı altında bırakılmaması gerektiğini vurguladı. Öğrenciler üzerinde ciddi travmaların oluşabileceğini hatırlatan Olataş, “Bunun için de hem birey olarak hem de toplum olarak bilinçlenmek çok önemlidir. Bu bilince ulaşıldığı zaman ancak toplumsal refahın sağlanması yolunda bir adım atılmış olunur” ifadeleriyle eğitimcilere ve ebeveynlere önemli uyarılarda bulundu.



“ÇEŞİTLİ TRAVMALAR YARATIR”
“Bir okulun bir dersinde basit gibi görülebilecek yanlış bir öğretinin aslında hem çocuklarımızın bireysel gelişimlerine hem de toplumun gelişimine olumsuz etkisi oldukça büyük olabilir” sözlerini kullanan Olataş, şöyle devam etti: “İnsanın doğal gelişim süreçlerinden dolayı çocuklar ilkokul çağlarına kadar soyut düşünme becerisine sahip değillerdir. Hatta bu durum bazı durumlarda ilkokula başladığı zamanlarda da devam etmektedir. Bu ne demektir? Bu çocuklar onlara söylenen her şeyi tam olarak kelime anlamıyla ve somut olarak anlamaktadır. Bunun için belirli bir yaşa gelene kadar çocuklar ile soyut konularda konuşma yapmak pek uygun değildir. Çünkü çocuklar anlatılan soyut kavramları kafalarında somutlaştırmaya çalışıp konuyu özümserlerken, konuyu ya da olguyu onlar açısından oldukça korkutucu ve hatta zaman zaman travmatik olabilecek şekilde anlamlandırırlar. Burada bahsettiğiniz durum da tam olarak böyledir. Hele ki bizim ülkemiz gibi dinin hassas bir konu olduğu toplumlarda yetişkin bireyler dahi soyut ve somut kavramları ayrıştırmada zorluk çekerken çocukların bu ayrımı yapması neredeyse imkânsızdır. Dini konuları korku üzerine yaşayan yetişkinler bile bu öğretmenin bahsettiği ‘cin, peri, şeytan’ vb. olguları korku ile karşılamaktadır. Pek tabi olarak bu tarz anlatımlar küçüklere sadece korku ve çeşitli travmalar yaşatır.”
ÖĞRENCİLER OKULA NASIL KAZANDIRILACAK?
Çocukların bu yaşlarda yaşadıkları korku üzerine kurulu olan öğretilerin onların özgüvenli, cesur ve girişken bireyler olarak yetişmelerine engel olacak en büyük etmenlerden biri olduğunu söyleyen Olataş, “Bu sebeple bu şekilde öğretim ve eğitim alan çocuklar ileriki zamanlarda yani büyüdüklerinde neyin doğru, neyin yanlış, neyin gerçek, neyin yalan, neyin soyut, neyin somut ve neyin iyi, neyin kötü olduğunu tam anlamıyla öğrenememiş birer yetişkin olmaktadırlar. Bu da ileride kendi çevrelerini, ailelerini benzer yanlış olgular ile oluşturmalarına ve hatta sahip olacakları çocukları da benzer şekilde yetiştirmelerine ve nihayetinde toplumda yanlış bir gelişimin oluşmasına dahi etki edebilmektedir” diyerek uyarılar da bulundu. ‘Böylesine yanlış bir eğitime maruz kalmış öğrenciler tekrardan okula nasıl kazandırılabilir?’ sorusunu da yanıtlayan Olataş, “Burada okul yönetimine ve okul psikolojik danışman ve rehber öğretmenlere oldukça büyük bir sorumluluk düşüyor. Bu çocukların tekrardan normal -çocuk- yaşantılarına dönebilmeleri için öncelikle eğer bu durum doğruysa bu öğretmenle ilgili kendi iç işlerinde gerekli olan neyse o yapılmalıdır. Bu süreçle eş zamanlı olarak da okul psikolojik danışmanlarının bu çocuklarla gerek birebir gerekse grup olarak çalışmalar yapması en uygundur. Psikolojik danışman ve rehber öğretmenlerimiz -okuldaki çocukları herkesten daha iyi tanıdıkları için- hangi çocuğun bireysel çalışmada ve grup çalışmasında neye ihtiyaç duyduğunu ve hangi şekilde bu çocukların ruhsal sağaltımının daha iyi yapılacağına daha hâkimdirler. Bütün bu idari ve psikoeğitsel çalışmalar ile çocukların okullarına ve öğretmenlerine güveni yeniden kazanılabilir. Bu şekilde de çocuklar sağlıklı birer birey ve öğrenci olarak okul hayatlarına ve normal hayatlarına devam edebilirler. Aksi halde çocukların okula devamlılıkları sağlansa bile sağlıklı bir devamlılıktan bahsetmek oldukça güç olacaktır” dedi.
“ÇOCUK YALNIZ OLMADIĞINI BİLMELİ!”
“Tabi ki yukarıda bahsettiğimiz okula geri dönüş sürecinde velilere de oldukça büyük sorumluluklar düşmektedir” sözlerini kullanan Olataş, “Öncelikle çocuklarına okulda yaşanan olayın genel geçer ve doğru bir olay olmadığını çocuklarının anlayacakları bir şekilde izah etmeleri gerekir. Örneğin çocuklarıyla şöyle bir konuşma yapabilirler: ‘Bir öğretmen yanlış yapmış olabilir. Hayatta zaman zaman insanlar başka insanlara yanlış bilgiler verebilir. Önemli olan bu yanlış bilgilerden korkmak yerine onun doğrusunu öğrenmeye çalışmaktır. Bunun için de biz ailen olarak ve okulundaki öğretmenler senin için buradayız. Ne zaman seni korkutan ya da olumsuz duygular hissetmene sebep olan bir şey olursa bunu mutlaka ailene söyleyebilirsin. Aile demek her koşulda birlikte olabilmektir.’ Bu sayede çocuk yalnız olmadığını ve korkularıyla da tek başına yüzleşmek, onlarla tek başına yaşamak zorunda olmadığını anlar. Aynı zamanda dünyaya ve insanlara olan inancının da yok olmasının sağlıklı bir şekilde önüne geçilmiş olunur. Ancak bazen bazı durumlarda bazı çocuklar diğer çocuklardan daha fazla etkilenebilirler. Ailenin ve öğretmenlerin telkinleri yeterli olamayabilir. Bu durumda da ailelerin kendilerine en uygun olduğunu düşündükleri bir ruh sağlığı uzmanından gerek bireysel olarak gerek aile olarak destek almaları hem bireysel hem de aile yaşantılarının sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için oldukça önemlidir” yorumunda bulundu.
 “TAMAMEN KİŞİYE ÖZGÜ BİR OLGU”

Din denilen olgunun aslında tamamen kişiye özgü bir olgu olduğunun altını çizen Uzman Klinik Psikolog Metin Olataş, son olarak şunları söyledi: “O kişinin en özel en mahrem alanlarından birisidir. Bu durum kişinin inandığı dinden ya da inanıp inanmamasından bağımsız bir şekilde böyledir. Bir keresinde dersin birinde bir hocam ‘Neye olursa olsun bir şeye inanmak iyidir. Bu insanın kendisini psikolojik olarak koruyabilmesi için kıymetlidir’ demişti. Kişilerin kendilerini psikolojik olarak daha iyi hissetmeyi istemeleri durumunda kendinden daha üstün olduğuna inandığı bir varlığa sığınma arzusu o kişiye zihnen ve psikolojik olarak bir koruma sağlar. Bu sayede kişinin bütüncül varlığı daha sağlıklı bir şekilde yoluna devam eder. Ancak burada tekrardan üzerinde durulması gereken konu bu vakada olduğu gibi inanç olgusunun suistimal edilmemesi ve hiçbir şekilde, hiçbir kimsenin baskı altında bırakılmamasıdır. Bunun için de hem birey olarak hem de toplum olarak bilinçlenmek çok önemlidir. Bu bilince ulaşıldığı zaman ancak toplumsal refahın sağlanması yolunda bir adım atılmış olunur.”
 

Haber Merkezi