Sayfa Yükleniyor...
Prof.Dr. Bünyamin Duran Din ve Kapitalizm üzerine yaptığımız söyleşide İslamın kesinlikle bir kapitalizm üretemeyeceğini belirterek, Bu o dinin özüne aykırıdır. İslam bir kardeşlik, dayanışma, adalet ve özgürlük dinidir dedi
TANER UYANIKER - ÖZEL RÖPORTAJ
Celal Bayar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Prof.Dr. Bünyamin Duran ile Din ve Kapitalizm üzerine söyleşi gerçekleştirdik.
İslam Tarihi üzerine yaptığı araştırmalarla dikkat çeken Duran, İslamın ise kesinlikle bir kapitalizm üretemeyeceğini söyledi. Sosyolojik açıdan tek bir İslamdan söz etmeninde mümkün olmadığının altını çizen Duran, Afganistan Talibanı ile DEAŞın anladığı ve yorumladığı İslamla Türkiyede mesela Diyanetin anladığı İslam aynı değildir. Ama biz bir Osmanlı İslamından (Türk-Maturidi İslamı) söz edersek bu İslamın kapitalizmi üretmese de kapitalistimsi gelişmelerin hemen hepsine hamilik yaptığını söyleyebiliriz dedi.
Günümüzün ayakta kalan en büyük sistemlerinden birisi kapitalizm. Bu sisteme yönelik gelen eleştirilerin en başında insanları köleleştirildiği eleştirisi geliyor. Sizce kapitalizm bizleri köleleştiriyor mu?
Sorunuza direkt cevap vermeden önce müsaadenizle ilk olarak kapitalizm kavramı ile kapitalistimsi gelişme kavramlarını birbirinden ayırarak başlayalım. Kapitalistimsi gelişme toplumun ticaret, maliye, üretim, tüketim, verimlilik, kaynak kullanımı, teknoloji, bilim, kentleşme, ulaşım, haberleşme vs alanlardaki gelişmesini ifade eder. Toplum bunları kapitalist sistem yoluyla ya da kendi kültür ve değerleri çerçevesinde de gerçekleştirebilir. Yani sosyo-ekonomik gelişmesini sağlayabilmek için toplumların mutlaka kapitalizm ilkeleri çerçevesinde hareket etme gibi bir zorunluluğu yoktur. Buna karşılık kapitalizm bir sosyo-kültürel organizasyonun adıdır. Yani kendisine göre bir dünya görüşü, felsefesi, hayat anlayışı, bilim ve teknoloji tasarımı, insan ilişkileri, doğa ve tanrı tasavvuru vardır. Bu sistemin bireyi ve toplumu kendi kalıpları içinde manipüle edip şekillendirme, kendi insan tipini üretme kabiliyet ve kapasitesi vardır. Dolayısıyla günümüzde toplumların sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik gelişme konusunda (vurgu değişmekle birlikte) herhangi bir itirazı yoktur, neredeyse herkesin bu konuda konsensüsü vardır. Buna karşılık tartışma sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel gelişmemizi sağlayabilmek için kapitalist sistemin ilkelerini benimsemek zorunda olup olmadığımız noktasındadır.
KAPİTALİZM DEĞİŞTİ
Öte yandan kapitalizmi de değişmeyen tek bir yapı olarak görmek doğru değildir. İlk çıktığı dönemlerdeki kapitalizmle son zamanlardaki kapitalizm arasında çok ciddi farklar vardır. Hatta bazı yazarlar post-kapitalizm (kapitalizm-sonrası) kavramını dillendirmeye başlamıştır. Gerçekten kapitalizm ilk aşamalarda çok vahşi ve yırtıcı idi. Hemen her şeyi belli bir kesimin çıkarı için araçsallaştırma için tüm gücüyle savaşıyordu. (Doğal olarak burada savaşan soyut bir sistem değil, o sistemin taşıyıcı kadroları olan kapitalistler ve burjuva sınıfıdır). Bu döneme hırçın politik sınıf savaşları dönemi diyebiliriz. Bu savaşı kuşkusuz kesin bir zafer şeklinde burjuva kazanacak ve bu dönemi mutlak sınıf egemenliği aşaması izleyecektir. Artık başta üretim faktörleri mülkiyeti olmak üzere tüm verimli kaynaklar burjuvazinin eline geçecek ve burjuva elde ettiği bu egemenliğini yargı, güvenlik, bilim, medya, sanat olmak üzere tüm toplumsal kurumları ele geçirerek güvence altına alacaktır. Daha sonraki aşamalarda kapitalizmin dünya görüşü ve evren tasarımı başta eğitim ve kitle iletişim araçları yoluyla dünyanın önemli bir bölümüne modernlik etiketi altında yaygınlaştırılacak ve bu değerler anonimleşecektir. Bu süreç yaygın ve derin bir sekülerleşme sürecidir artık. Bunun anlamı bu sürecin dini, milli ve ahlaki değerlerin burjuvazinin seküler değerleriyle ikame edildiği ve bunun yerli elit tarafından zorunlu bir modernleşme olarak topluma dayatıldığı süreçtir. Artık bu süreçte eski hırçın sınıf çatışması dinmiş, tüm kesimler burjuva değerlerini içselleştirmiş ve uyumlu toplum aşamasına geçilmiştir. Sizin sorunuz tam da dini, milli ve ahlaki değerlerin seküler değerler tarafından ikame edilmesi, dinin kamu alanından uzaklaştırılarak bireyin vicdanına hapsedilmesinin sonuçlarıyla ilgilidir.
WEBER KENDİSİYLE ÇELİŞİYOR
Gerçekten kapitalizmin psikolojik, kültürel, ekonomik ve toplumsal sonuçlarını yine kapitalist toplumun içinden yetişen düşünürler incelemiş ve kapitalizmi acımasızca eleştirmişlerdir. Alman düşünürü Max Weber, kapitalizmle birlikte toplumların yeniden putperestliğe döndüğü, daha önce tek tanrının kulu iken şimdi çok sayıda tanrının kulu ve kölesi olduğunu ileri sürer (neo-politeism). Yine aynı yazar kapitalizmin tüm değerleri dışlayıp her şeyi para ve başarıdan ibaret gören yapısıyla anlam kaybına neden olduğu, yani daha önce dini teoloji ve felsefe tarafından üretilen anlamların sekülerleşerek anlamsızlaştığı, insanlığın anlamsız, soğuk ve tatsız bir dünyada yaşamak durumunda bırakıldığını savunur. Keza onun başka bir yaklaşımı kapitalizmin bireyi özne olmaktan çıkarıp büyük bir fabrika şartlarının içine hapsederek özgürlük kaybına yol açtığıdır. Onun Protestan Etik ve Kapitalizmin Ruhu adlı kitabı kapitalizmin insanlığa nelere mâl olduğunun hikâyesidir. Ancak aynı düşünür tüm bu olumsuz etkileri bertaraf eden bir ekonomik, politik ve hukuki sistem kurma ve insanlığa sunma kapasitesi olmasına rağmen maalesef bu çaba içerisine girmemiş, tersine yukarıdaki görüşleriyle çelişir tarzda siyasetin, hukukun ve ekonominin ahlak ve dini değerlerden arındırılıp seküler ilkeler çerçevesinde yapılandırılması gerektiğini savunmuştur. Weberin görmezden geldiği bu boşluğu yine yaşayan bir Alman filozofu olan Jürgen Habermas, Post-Seküler toplum yaklaşımıyla doldurmaya çalışmaktadır. (Bu bağlamda Habermasın ekibiyle altı-yedi projeden çalıştığımı ve İngilizce ve Hollandaca kitaplar yazdığımızı burada vurgulamış olayım).
İSLAM KONUSUNDA WEBER ÇOK ACELECİDİR
Din kapitalizmin neresinde yer alıyor?
Güzel bir soru. Din ile kapitalizm ilişkisini yine en geniş anlamda Max Weber inceler. Ancak Weberde yukarıda ifade edildiği gibi çok ciddi tutarsızlıklar vardır. Ahlak ve din sosyolojisinde kapitalizmi yerden yere vururken siyaset, ekonomi ve hukuk sosyolojisinde aynı kişi bambaşka bir kişiliğe bürünür ve bu alt sistemlerin din ve ahlaki değerlerden kopup tamamen seküler ilkeler üzerine inşa edilmesi gerektiğini savunur. Kapitalizmi olumlu olarak gördüğü yerlerde Protestanlık ile kapitalizm arasında yakın ilişki kurar ve Protestan asketizminin (çilecilik, riyazet) kapitalizmin önemli bir motoru olduğunu ileri sürer. Ancak ona göre Protestanlık, kapitalizmi uyarmış, canlandırmış, fakat zaman içinde kapitalizmin hiçbir dini değere ihtiyacı kalmamış, kendisini uyaran Protestanlığı da dışlayarak buharlaştırmıştır. Ona göre Protestanlığın dışında hiçbir büyük dünya dini (Yahudilik, Katoliklik, Budizm, Konfuçyusizm, İslam) kapitalizmi üretememiştir. Webere göre İslam, Mekke döneminde Protestan Asketizmine benzer bir asketizm geliştirmiş fakat bu yapı Medine döneminde savaşçı dinine dönüşerek özünü kaybetmiştir. Bunun anlamı ona göre İslam bir kurtuluş dini olmaktan çıkmıştır. İslamla ilgili yaklaşımları konusunda Weber çok acelecidir ve hiç de bilimsel açıdan etik olmayan malzemeler kullanır. Bin dört yüz yıllık bir tarihi ya bir olay, ya çok dar bir mahaldeki gelenek, ya bir söz yardımıyla değerlendirir ve bunlardan çok kesin sonuçlar üretir.
İSLAM ÖZGÜRLÜK DİNİDİR
İslam ve kapitalizm ilişkisini senin sorun bağlamında değerlendirdiğimizde şunu söyleyebiliriz: İslam kesinlikle bir kapitalizm üretemezdi, bu o dinin özüne aykırıdır. İslam bir kardeşlik, dayanışma, adalet ve özgürlük dinidir. Doğal olarak sosyolojik açıdan tek bir İslamdan söz etmemiz mümkün değildir. Afganistan Talibanı ile DEAŞın anladığı ve yorumladığı İslamla Türkiyede mesela Diyanetin anladığı İslam aynı değildir. Ama biz bir Osmanlı İslamından (Türk-Maturidi İslamı) söz edersek bu İslamın kapitalizmi üretmese de kapitalistimsi gelişmelerin hemen hepsine hamilik yaptığını söyleyebiliriz. Bunun anlamı akıl ve mantığa dayanan bir teoloji, aynı şekilde akıl-vahiy sentezine dayanan bir fıkıh (yani beslenme, eğitim, evlenme, günlük insani ilişkiler, ticaret, sanayi, maliye ve para örgütlenmesi), akılcı bir tefsir ve hadis usulü ve günlük ahlaki pratiğin yine akıl-vahiy senteziyle üretilmesi Bundan çıkan sonuç İslam odaklı bir dünya görüşünün yeni bir uygarlık kurma potansiyeline modern dönemde de sahip bulunduğudur.
Bünyamin Duran kimdir?
Ben Konya Ereğlinin Pınarkaya Köyünde doğdum (şimdi Karamana bağlandı). İlkokulu kendi köyümde tamamladım. 1972-1977 yılları arasında Akhisarda (merhum) Şahin Yılmaz Hocadan özel İslami ilimler derslerini aldım ve ortaokulu dışarıdan bitirdim. 1978 yılında, Akhisar Lisesini ve aynı yıl (dışarıdan) Manisa İmam-Hatip Lisesini bitirdim. 1983-4 yıllarında Dokuz Eylül Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi ve İktisat Fakültelerini bitirdim, master ve doktorayı aynı üniversitede yaptım. 1984 yılında Malatya İnönü Üniversitesinde araştırma görevlisi olarak başladım, 1988 yılında doktorayı tamamlayarak yardımcı doçent, 1991 yılında doçent, 1997 yılında da profesör oldum. 1993te Dumlupınar Üniversitesi, Bilecik İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde kurucu dekan olarak atandım. 2000 yılında Almanyaya gittim. 2001 yılında da Hollandada Rotterdam İslâm Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı ve İslâm Felsefesi profesörü olarak göreve başladım. Erasmus, Utrecht ve Amsterdam üniversitelerinde çeşitli derslere girdim ve çok sayıda ortak projede çalıştım. 2010 yılında Türkiyeye dönerek Manisa Celal Bayar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesine öğretim üyesi olarak atandım, halen aynı görevimi sürdürmekteyim.
Haber Merkezi