Sayfa Yükleniyor...
CHP İzmir Milletvekili Oğuz Oyan, Türkiye'de mevcut özgürlükleri daha da kısıtlayan ve polisin keyfi tutumuna dayanak oluşturacak polis vazife ve salahiyet kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısına karşı CHP gurubunun hazırladığı karşı oy yazısını gazetemizle paylaştı
NİLGÜN TAZE
Tasarının genel gerekçesinde, "Son zamanlarda meydana gelen toplumsal olayların terör örgütlerinin propagandasına dönüşmesi, göstericilerin vatandaşların can güvenliklerini ve vücut bütünlüklerini tehdit etmesi, kamuya ve özel kişilere ait bina, araç ve mallara zarar verilmesi, hatta yağma girişimlerinde bulunulmasından dolayı yeni tedbirler alınmasını zorunlu kılındığı belirtildi.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yaşanan 7-8 Ekim olaylarının bahane edildiği öne sürülerek polisin keyfi davranışlarının sıklığı arasındaki farklar kadar, polisin orantısız güce ve ateşli silahlar kullanımına başvuru sıklığı bakımından da arada büyük farklılıklar söz konusu. Nitekim Fransa'da son 30 yıldır ilk kez bir gencin polis kurşunuyla ölmesi üzerine yapılan gösteriler bile, gezi olaylarından sonraki sadece 1,5 yıl içindeki polis şiddeti dikkate alınırsa, aradaki nicelik ve nitelik farkı bir kez daha gözler önüne serilmiş olacaktır denildi.
İŞLERİNE GELENİ CIMBIZLA ÇEKİYORLAR
Tasarıda, her bir gelişmiş hukuk devletinin kendi mevzuatlarında da güvenlik-özgürlük dengesini bir biçimde kurmuşken çeşitli devletlerin sadece güvenlikçi düzenlemelerinden işlerine geleni cımbızla çekerek kendi mevzuatına monte etmelerinin veya hak ve özgürlükleri kısıtlamaya gerekçe oluşturmalarının kabul edilebilir bir yasama modeli olamayacağı belirtilerek, Türkiyede emniyet güçlerinin karakollarda ve emniyet müdürlüklerinde vatandaşa kötü muameleyi alışkanlık haline getirmesi zaten iyi bilinen bir ülke gerçeğiydi. Ancak 2007den itibaren, özellikle de Cumhuriyet mitingleriyle halkın iktidara karşı kitlesel tepkilerinin yükselmesinden sonra, kolluk güçlerinin Ergenekon, Balyoz, Oda TV ve İzmir Büyükşehir Belediyesi iddianamelerinde olduğu gibi belge tahrifatı veya sahte kanıt üretme eylemlerine sistematik olarak girişmesi nedeniyle, konunun kişilerin hak ve özgürlüklerine, Türk Silahlı Kuvvetleri gibi güvenlik kurumlarına doğrudan bir saldırıya dönüşmesine tanık olundu. Aynı şekilde uzun ve haksız tutukluluğa maruz kalanların ve hasta tutukluların adeta hüküm giymiş gibi mahkemeler ve cezaevleri yönetimince ayrıca cezalandırılmaları bu dönemin sıradanlaşan baskı-yıldırma politikaları arasına girdi denildi.
GÜVENİ SARSAN ÖZELLİKLER TAŞIYOR
TBMMne son yıllarda yargıda reform paketi olarak sunulan tasarı ve tekliflerin iktidarın o andaki ihtiyaçlarına endeksli olduğu ve eskiye dönüşleri-gelgitleri de kapsayan içeriği yanında hukuk devleti ilkesini geriye götüren, yargı bağımsızlığı ve erkler ayrılığı ilkelerini aşındıran, yargıya, yasamaya ve sistemin demokratik işleyişine olan güveni sarsan özellikler taşıdığı görülmekte olduğuna dikkat çekildi. Bunun en son örneğinin henüz 2 Aralık 2014te TBMMden geçen Hakimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına dair 6572 sayılı Kanun olduğunu ve dünya yasama pratiğine örnek olarak geçebilecek olan bu yasayla yedi ay önce çıkarılan yargı paketinin gerekçeleriyle tamamen zıt olduğu vurgulandı.Hukukun üstünlüğü ilkesinden, hukukta esas olan istikrar, öngörülebilirlik ve güvenilirlik ilkelerinden geri adımlar atılmıştır. Şimdiki iç güvenlik paketi de Anayasanın 19, 20, 21, 22 ve 34. maddelerinde sağlanan güvencelere aykırılık oluşturmakta ve Anayasanın değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek 2. maddesinde belirtilen insan haklarına saygılı hukuk devleti anlayışına aykırı düşmektedir. Son yıllarda özgürlükleri genişletme gerekçesiyle yapılan düzenlemelerin özgürlükleri daha da kısıtlayıcı özellikte olması gibi bu tasarı da hukuki olmaktan ziyade siyasi gerekçelere dayanarak hak ve özgürlükler alanında yeni bir geriye gidişi düzenlemektedir. Ayrıca bu tasarı Türkiyenin imzalayıp onayladığı ve uygulamakla yükümlü olduğu Avrupa İnsan Hakları, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmeleri tarafından güvenceye alınmış ve bu sözleşmelerin maddelerini kapsayan Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesinin 48. Maddesini oluşturan masumiyet karinesi yani suçsuzluk ilkesine temelden aykırıdır
SONUÇ OLARAK;
-Kolluğun güç, silah ve yetki (arama, gözaltı, dinleme) kullanımında kontrol dışına çıkabilecek aşırı bir serbestlik/keyfilik alanı oluşturan;
-Valiye savcı yetkileri vererek yürütmenin temsilcisini aşırı güçlendiren;
-Jandarmayı önemli ölçüde İçişleri Bakanı ve valilerin denetimine sokan;
-Emniyette yeni bir tasfiye başlatan;
-Büyükşehirlerde Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı'nı valinin denetiminde atama bir il özel idaresine dönüştüren;
-Özetle, merkeziyetçiliği güçlendirip erkler ayrılığını nominalleştiren;
-Demokratik halk tepkilerine karşı duyulan korku ve hoşnutsuzluğu bir polis devleti aracılığıyla korku toplumu oluşturmaya dönüştürmek isteyen bir tasarının, demokrasi, özgürlükler ve insan hakları başlıklarının "kazanımlar" hanesine yazılma olanağı yoktur.
7-8 Ekim olaylarının bu tasarıya bahane yapıldığı görülmekte ve kitlesel ölümlü maden kazalarına, yolsuzluklara, özelleştirmelere ve doğa katliamlarına karşı arkasına hukuku da alarak daha şiddetli kolluk tepkilerinin verilebilmesinin koşulları adım adım oluşturulmaktadır. Bu düzenleme koşar adım totalitarizm projesinin yeni bir parçasını oluşturmaktadır. İktidarın, "bana bir savcı bulun" aşamasından, "bana 81 mutemet vali bulun" aşamasına talihsiz bir geçiş yapma hevesinde olduğu görülmektedir denildi.
Haber Merkezi