İzmir’in tarihi binaları kafesleniyor

İzmir’in tarihi binaları, belediye tarafından demir parmaklıklarla adeta kafesleniyor. Mimarlar Odası Başkanı Alpaslan, “Yapıların bu noktaya gelmesinde tek aktörün değil, hepimizin suçu var” dedi

  • Oluşturulma Tarihi : 21.10.2019 08:24
  • Güncelleme Tarihi : 21.10.2019 08:24
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
İzmir’in tarihi  binaları kafesleniyor haberinin görseli

NURETTİN BAKİ-ÖZEL HABER
İzmir’in Konak İlçesi, yaklaşık 2 bin 500 tescilli ve tarihi binaya ev sahipliği yapıyor. Belediye tarafından bu tarihi binalar tabiri yerindeyse demir parmaklıkların arkasına gizlenerek kafesleniyor. Kentin birçok bölgesinde karşımıza çıkan bu tarihi yapıların kafese konulmasının sebebi ise insan hayatını tehlikeye atması. Konuyla ilgili gazetemize konuşan ve birçok ilçede rastlayabildiğimiz eski Rum evlerinin yıkılmaya terk edilmesinin bir kent sorunu olsa da aynı zamanda kentlinin de sorunu olduğunu söyleyen İzmir Mimarlar Odası Başkanı H. İbrahim Alpaslan, bir kimliğin yok olmak üzere olduğunun altını çizdi. Tarihi yapıların henüz hepsinin tescillenmediğini aktaran Başkan Alpaslan, tarihi yapıların yok olmasının önündeki en önemli engellin tescil olduğunu vurguladı. Vatandaşlar ise can güvenliklerinin tehlikeye atmasına rağmen tarihi yapıların hiçbir şey yapılmadan demir parmaklıkların arkasına kafeslenerek tutulmasının vicdanlarını yaraladığını söyledi.



ÖZEL SEKTÖR BİR AKTÖR OLABİLİR
Kafeslenen tarihi binalar için öncelikle kapsamlı bir envanter çalışmasının yararlı olacağını dile getiren Alpaslan, özel sektörün bu konuda bir aktör haline getirilebileceğini söyledi. Alpaslan, “Yıkılmak üzere olan yapılar içinse öncelikle mülkiyet durumları araştırılarak sahiplerine ulaşılmalı, yapının restorasyonunun yapılması için çalışmalar yapılmalıdır. Örneğin mal sahibi restorasyon konusunda ulusal destek programlarından, hibelerden haberdar edilebilir veya belediye ya da diğer bir kamu kurumu ile kullanım ortaklığı protokolü yapılarak restorasyonu kamu tarafından üstlenilebilir. Bir diğer seçenek de bu konutları kamulaştırmak ancak bu da her yapı için hem mantıklı olmayacaktır hem de kamu kaynakları böyle bir seçeneği karşılayamaz. Son olarak özel sektör bu konuda bir aktör haline getirilebilir. Örneğin tarihi konutlara restore edilmeleri halinde ciddi ekonomik ayrıcalıklar tanınarak (örneğin vergi muafiyetleri) restorasyonların cazip hale getirilmesi ve gayrimenkul şirketlerinin bu yapıları satın alıp restore etmeleri ve tekrar satmaları gibi bir model geliştirilebilir. Bu yapılara tanınmış zaten belli ayrıcalıklar var ama bunların daha da arttırılması şirketlerin bu tür gayrimenkul geliştirme süreçlerine girmelerine neden olabilir ve böylece tüm tarafların kazandığı bir sonuç elde edilebilir” ifadelerini kullandı. 



EKONOMİK AÇIDAN DAHA ZORLAYICI
Tarihi yapıların terk edilmesinin en önemli nedeni olarak bu yapıların restorasyonunun diğer yapılara göre ekonomik açıdan daha zorlayıcı olduğunun altını çizen Alpaslan, “Orta ve uzun vadede kentlilerin tarihi mirasımız hakkında daha bilinçli tavır geliştirmesini sağlayacak eğitim programlarını arttırmamız gerekiyor. Bu ilkokuldan başlayan örgün eğitimin içinde olabileceği gibi enformel olarak çeşitli atölyeler, toplantılar düzenlenerek her yaştan kentlinin tarihi mirasımız hakkında bilgi ve bilinç sahibi olmasını hedeflememiz gerekiyor. Bu bağlamda yazılı ve görsel medyanın da oldukça önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Medya ve internet nüfusun önemli bir kısmını bilinçlendirmek için en önemli araç diye düşünüyorum. Tarihi yapıların terk edilmesinin en önemli nedeni bu yapıların restorasyonunun diğer yapılara göre ekonomik açıdan daha zorlayıcı olması. Bu yapılarda, bazen güncel yaşam koşullarına uygun hale getirmek, bazense zamana bağlı olarak oluşan hasar ve bozulmaları onarmak için restorasyon projelerinin hazırlanması ve özenli bir inşa sürecinin izlenmesi gerekiyor. Dolayısıyla bu da maliyetin yükselmesi demek. Ancak tek etkenin ekonomi olduğunu söylersek de eksik kalmış olur. Çoğu zaman insanlar tarihi evlerde yaşamanın toplumsal statülerini aşağı çektiğini, apartmanda veya giydirme cam cepheli bir yapıda yaşamanın daha doğru veya prestijli olduğunu düşünerek de tarihi yapıları terk edebiliyor. Aslında bunun biraz da bilinç ile ilgili, yanlış bir güdülenme olduğunu düşünüyorum. Nitekim Avrupa’da genelde en prestijli konutlar belli bir tarihsel değeri olan, korunmuş yapılardır. Bu bakış açısındaki farklılık da ne yazık ki son 70 yılda tüm ülkede bugün korunsa çok nitelikli yaşam çevreleri oluşturabilecek dokuları kaybetmemize neden oldu. Hatta bu perspektiften baktığımızda bilinçsizlik veya yanlış statü kaygıları ekonomik zorluklara göre çok daha fazla tarihi yapının yok olmasına neden olduğunu söyleyebiliriz” diye konuştu.



TEMEL NEDEN BİLİNÇSİZLİK!
Birçok aktörün tarihi yapılar konusunda suçlu olduğunu da ifade eden Alpaslan, “Yıllık gelir ortalaması bizden daha düşük birçok ülkede de son derece özenle korunmuş tarihi dokulara rastlayabiliyoruz ve bugün o ülkeler hem daha nitelikli çevrelerde yaşıyorlar hem de ciddi bir turizm potansiyeli kazanmış durumdalar. Sorunun temelde gelip bilinçsizliğimize, çağdaş yaşama ve oradaki statümüze biçtiğimiz yanlış anlamlara dayandığını düşünüyorum. Biraz evvelki örneğe tekrar dönecek olursam, çoğu gelişmiş ülkede belli bir tarihsel birikimi olan, korunmuş yapılar en prestijli yapı grubunu oluşturur. Hatta kuşaklar boyu aynı aileye ait olan yapılara sıklıkla rastlanır. Bizse 20. yüzyıl boyunca kendi atalarımıza ait olsun veya olmasın tüm tarihi yapılarımızı yıkıp çok katlı yapılar yapmanın daha karlı olacağı, çağa uygun olacağı gibi yanlış bir anlayışla kentlerimizi bugünkü duruma taşıdık. Bugün geçen yüzyıla oranla ülkemizdeki koruma bilincinin oldukça geliştiğini düşünüyorum ancak ne yazık ki artık korunacak o kadar az şey kaldı ki. Tüm bu süreçte tabii ki tek bir aktörü suçlamak doğru olmaz. Mal sahipleri kadar tarihi dokuların yok olmasının önünü açan imar yönetmeliklerini hazırlayan, kabul eden bürokratlar ve siyasi aktörler de sorumlu. Hatta bu süreç içinde yer alan mimar-mühendislerin de sorumlulukları az değil” değerlendirmesinde bulundu.