Malazgirt ruhunu ortaya çıkartmak istiyorum

‘Don Kişot Osman’ lakabıyla tanınan Uluslararası Çevre Gazetecileri Derneği Başkanı ve çevre aktivisti Osman Akkuş, canlı kalkan olarak katıldığı Körfez Savaşı’nı ve ekoloji mücadelesini anlattı


  • Oluşturulma Tarihi : 16.07.2021 07:27
  • Güncelleme Tarihi : 16.07.2021 07:27
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Malazgirt ruhunu ortaya çıkartmak istiyorum

BURCU YANAR - ÖZEL HABER

Kendisini ‘Ayak izlerinde yağmur damlası biriktiren bir gezgin’ olarak tanımlayan ve çeyrek asırdır sadece ekoloji gazeteciliği yapan ama aynı zamanda alanlarda yaşam savunuculuğu da yapan Don Kişot Osman lakaplı Osman Akkuş, 2 Ağustos 1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle başlayan Körfez Savaşı’na canlı kalkan olarak katıldığı yıllarda yaşadıklarını ve çocukluğundan bugüne süregelen ekoloji mücadelesini anlattı.

DOĞA SEVGİSİ ÇOCUKLUKTAN GELİYOR

Giresun’a bağlı olan Şebinkarahisar’da doğduğunu belirten Akkuş, çevreye olan ilgisinin çocukluktan geldiğini söyleyerek, “Bazı davranış biçimleri sonradan edinilmiyor. O size genetik olarak kodlanmıştır. Çocukluğumdan beri doğa ile iç içeyim. Toprakla, yağmurla, ırmaklarla birlikteyim. 2 yaşındayken İstanbul’a gelmişiz ben de orada büyümüşüm. Beni yengem büyütmüş. Yengem çocukken hayvanlara çok ilgili olduğumu söylerdi. Hatta gölün kıyısından solucanları toplayıp eve getirip onları beslemeye çalışırmışım” dedi.

FOTO ALTI: Akkuş, fotoğrafın Körfez Savaşı başlamadan hemen önce Birleşmiş Milletler (BM) binasının önünde yaptıkları son eylemden olduğunu belirtti.

Kendisine neden Don Kişot Osman dediklerini de aktaran Akkuş, “1990’lı yılların başından itibaren Beşiktaş, Ortaköy’de cumartesi günleri çevre ile ilgili stand açar ve ayın en az iki haftası da orada basın toplantıları ve eylemler düzenlerdim. Bu eylem ve etkinlikler çoğalınca bir gün bir kadın arkadaş sol koluma bir rozet taktı. Sonra bir baktım ki bu Don Kişot rozeti. ‘Don Kişot’luk sana yakışıyor’ dedi. Bu benim de hoşuma gitti. Çünkü biliyorum ki Don Kişot dünyanın en çok satan romanı ve naif bir halk kahramanı. Uğraştığı ve savaştığı şeyler ise hep kötülükler olmuş. İşte bu rozet bende kendiliğinden bir şeyleri açtı. Sonrasında bir de atımız olsun dedik ve böylece Don Kişot eylemleri de başlamış oldu” açıklamalarında bulundu.

RUHUMDA EROZYONLAR OLUŞTU

Bağdat’ta yaşadığı acı dolu günleri, “1 ton ağırlığında bombalar yağmur gibi yağıyor. Bağdat komple yanıyor ve siz rüyanızda bile görmeyeceğiniz inanılmaz acılara tanıklık ediyorsunuz. Hiçbir korku filminde ve Hollywood senaryosunda rastlamayacağınız derecede şiddet, korku, dram ve ağırlara şahit oluyorsunuz. Masum yüzlerce çocuğun, binlerce insanın öldüğüne ve bir kentin yandığına şahit oluyorsunuz. Bu sizin ruhunuzda bir erozyona neden oluyor ve bu erozyon uzun bir süre geçmiyor” diyerek tarif eden Don Kişot Osman, “Bu konuda ilginç bir anımı da anlatmak isterim: ‘Savaş alanında sirenler çaldığında Araplar ‘1 dakikanız var’ derlerdi. Biz de koşarak sığınaklara gitmeye çalışırdık. Yakınımıza bomba düştüğünde yer kabuğu titrerdi. Orada yaşanan bir savaş değildi. Çünkü savaş denk güçler arasında yapılırsa savaştır. Bu tam bir işgal ve soykırımdı. Çünkü Iraklıların elinde kendilerini savunacak doğru düzgün bir silah yoktu. Bu bahsettiğim erozyonlar beni tabi ki derinden etkiledi. Medyaya yansımayan çok ciddi acılara tanıklık ettim. Oradan Türkiye’ye döndükten birkaç gün sonra İstiklal Caddesi’nde yürürken bir ambulans siren çalarak gelmeye başladı. Ben o siren sesini duyunca donup kalmışım. Bu bir şaka değil. İnanın birisi beni silkeleyip ‘Don Kişot Burası Bağdat değil, kendine gel’ dedi. O an karar verdim ki bu ruhsal erozyonlardan kurtulmadan benim şehir hayatına karışmamam gerekiyordu. Hemen ertesi gün yola çıktım. Mardin’de Deyrulzafaran Manastırı’nın arkasında bulunan bir mağarada kaldım. Orada 7 ay inzivaya çekildim. Bana köylüler baktı. Sabah ve akşam bana ekmek ya da meyve, sebze bırakırlardı. Sonrasında tekrar insan içine çıkabildim” dedi.

Savaş ortamında neden bulunmak istediğini, kendisini nelerin tetiklediğini ve orada hiçbir korku duyup duymadığı sorusuna da yanıt veren Akkuş, “Ben oradayken bir şekilde uydu telefonu ile Uğur Dündar bana bağlanmıştı. Uğur Dündar bana ‘Korkuyor musunuz Sayın Akkuş?’ diye sormuştu. Dedim ki; ‘Tabi ki korkuyorum ben bir insanım. Kendimi alıcı kuşlardan kaçan tarla faresi gibi hissediyorum’ demiştim. Bunu saklayamazdım çünkü yalan söylemeyi beceremiyorum. Korku da, üzüntü de, sevinçler de bize özgü. Korkmuyorum deseydim kendime yalan söylemiş olurdum” diye belirtti.

BU ÜLKEYE YAZIK DEĞİL Mİ?

“Biz yaşam savunucuları ayak izlerimizde yağmur damlaları biriktirmeyi severiz” diyen Akkuş, “Doğa adına konuşmak gerekirse son virajdayız. Pandemi sürecinde bütün dünya evlere kapandık. O ara bütün insanlık eminim ki şunu sorgulamıştır; ‘Nereye kadar?’ bu yağmanın, bu talanın, doğayı hoyratça kullanmanın sonu nereye kadar? Çok yıllar önce NASA ozon tabakasının delinmesinden bahsediyordu. O zamanlar insanoğlu bunu ciddiye almadı. Ancak ozon tabakasında ciddi yarılmalar var. İklimler, mevsimler değişiyor. Toprak susuzluktan kavruluyor. Yeraltı suları daha da yer altına çekildi, akarsularımız azaldı. Göller kuruyor, tarım bitmek üzere. İnanın yakın bir gelecekte gıda krizi yaşayacağız ve suyun ne kadar değerli bir şey olduğunu o zaman anlayacağız. Düşünebiliyor musunuz Orta Doğu ve Balkanların tahıl ambarı olan bir ülke bunları ithal ediyor. Bu ülkeye yazık değil mi?” sorusunu da yöneltti.

EKOLOJİK BARIŞ KÖPRÜLERİ KURULABİLİR

Ekolojik barış köprüsü fikrinden de bahseden Akkuş, “Ekonomi, ekoloji ve demokrasi adına Güneydoğu’ya bir barış yürüyüşü gerçekleştirdim. Diyarbakır, Dicle, Ergani, Mardin ve Şırnak’ a kadar yürüdüm. Bu yürüyüş aylarca sürdü. Bu barış yürüyüşü oradaki insanları tanımak ve onlara dokunabilmek içindi. Siyaset konuşulduğunda insanlar çekinceli davranıyorlar ama ekoloji konuşulduğunda hepimizin ortak derdi oluyor. Dolayısıyla ekolojik barış köprüsü kurulabilir. Ben eğer becerebilirsem Malazgirt ruhunu ortaya çıkartmak istiyorum. Bu nedir derseniz? 1071’de bizim atalarımız Orta Asya’dan buraya geldiklerinde Malazgirt Ovası’nda o bölgedeki Kürtlerle temas etmeselerdi Bizans kolay kolay çökmezdi. Geriye dönüp başladığımız yerden tekrar başladığımız yerden başlarsak yani Malazgirt ruhu ile bir araya gelirsek biz barış adına, ekoloji adına ve gelecek kuşaklar adına bir adım atmış oluruz” sözlerine yer verdi.

EN BÜYÜK HAYALİM…

Hayallerinden ve yapmak istediklerinden de bahseden Don Kişot Osman, tek hayalinin bu ülkede ekolojik bir anayasaya sahip olmak olduğunu da sözlerine ekleyerek, “Kutsal kitaplarda bile zeytinin kutsal olduğu yazar. Bunları kesen zihniyetin ceza almasını istiyorum. Dal kıranın, hayvana eziyet edenin parayla geçiştirilmeden ceza almasını istiyorum. Doğanın maliyeti sıfır değil. Milyonlarca yılda oluşan bir olgu. Evren dünden bugüne oluşabilen bir şey değil. Biz bunu yok ediyoruz. Dolayısıyla bunun bir karşılığı olmalı. İkinci hayalim ise çevre mahkemelerinin kurulması. Oralarda uzmanlaşmış kişiler olsun. Çevre gazeteciliği kavramı önem kazansın” diyerek hayallerinden bahsetti.

HALİL ARDA’YI TEBRİK EDİYORUM

Gaziemir Belediye Başkanı Halil Arda’yı da ‘Duran Adam’ eyleminden dolayı tebrik ettiğini söyleyen Akkuş, “İzmir’in kanayan yaralarından bir tanesi ve sayılı çevre felaketlerinden biri olan Gaziemir’deki nükleer atıklarla ilgili olan eylem, takdire şayan bir eylemdir. Umarım Ankara bu sese ses verir. Ben sayın Başkanı tebrik ediyor. Kendisiyle bu konu hakkında en kısa sürede görüşmeyi talep ediyorum” diye konuştu.

OĞLUM İLE BİRLİKTE 24 GÜN YÜRÜDÜK

Çınar, Oğulcan ve Selin adında üç çocuğu olduğunu da ifade eden Akkuş, oğlu Oğulcan ile 11 yaşındayken Kazım Koyuncu’nun ölümünden sonra Hopa’dan Sinop’a kadar yürüdüğünü söyledi. 24 gün boyunca 895 kilometre yol yürüdüklerini belirten Akkuş, özel hayatında çocuklarına örnek oluş hikayesini şu sözlerle anlattı: “Oğulcan o günlerden aldığı tatla bundan sonra da ekolojik çalışmaları asla bırakmayacaktır. İnsana, hayvana ve doğaya ilişkin birçok esere imza atacağına eminim” dedi.

Haber Merkezi