Mutlu çocukluğumuzdan utandık!

Mutlu çocukluğumuzdan utandık!

Biri, hakim karşısına geçip, ‘Bahçenize diktiğiniz ağacın ilk meyvesini başkasına verir misiniz?’ diyor… İşte Türkiye’de ensest bu kadar korkunç. Ve artık kız çocukları kadar erkek çocukları da susturuluyor


  • Oluşturulma Tarihi : 17.06.2019 08:16
  • Güncelleme Tarihi : 17.06.2019 08:16
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Mutlu çocukluğumuzdan utandık!

SULTAN GÜMÜŞ / RÖPORTAJ
Öyle bir ağlasam
Öyle bir ağlasam ki çocuklar
Size hiç gözyaşı kalmasa…
Öyle bir aç kalsam,
Öyle bir aç kalsam ki çocuklar
Size hiç açlık kalmasa…
Öyle bir ölsem,
Öyle bir ölsem ki çocuklar
Size hiç ölüm kalmasa…
Siz hiç gözlerinde keder, yüreğinde acı, sesinde yorgunluk ama her şeye rağmen mücadeleyi bırakmayan, ensest mağduru bir bireyle göz göze geldiniz mi? Sık sık duyduğumuz, bazen tanık olduğumuz, bazen de yaşamak zorunda bırakıldığımız ensest neyin nesi? Neden var ensest ve neden bir o kadar gizli bir konu? Kızına tecavüz eden baba, kardeşini doğuran çocuk, torununu hamile bırakan dede, kardeşine tecavüz eden ağabey… Türkiye’de azımsanmayacak derecede ensest vakaları var. Eminim birçoğumuz ensest vakalarını biliyor veya tanık oluyor fakat bir terim olarak duyduğumuzda yabancılık çekiyoruz. Bu hafta yayınlanan üç günlük yazı dizimizde ‘yabancısı olduğunuz’ ancak bir o kadar da ‘ne olduğunu çok iyi bildiğiniz’ ensesti ve kişilerin yaşadığı sancılı süreci alanında uzman klinik psikolog ve avukatların görüşleriyle sizlere aktardık. Yazı dizimizin bugün ki son röportajını ise İzmir Barosu Başkanı Özkan Yücel ile gerçekleştirdik. İzmir Barosu, sesini çıkaramayan çocukların yaşadıklarını ortaya çıkaran cesur seslerden bir tanesi. Kendilerine şikayet olarak gelen kimi ensest vakalarının hikayelerini bizlerle paylaşan Özkan Yücel’in, yıllarca öz babaları tarafından istismara uğrayan üç kız kardeşin dosyalarını takip ettiklerini söylemesi ile Türkiye’deki ensest gerçeği daha korkunç bir hal almaya başladı. Mutlu çocukluğumuzdan utandığımız ensest mağdurlarının sadece kız çocukları olmadığını, erkek çocuklarının da aile yakınları tarafından istismara uğradığını vurgulayan Yücel, “Erkek ya da kadın olmaları bir şeyi fark ettirmiyor. O ayıp kendisinin değil, ona bunu yaşatanların ayıbı” dedi. ‘Burası Müslüman ülkedir, ensest olmaz’ diyenlere, “Ensest din tanımıyor” cevabını veren Yücel, “Artık çocukluğunu yaşayabilen çocuklar istiyorum” ifadelerini kullandı.



İÇİNE DÖNÜK TOPLUMLARDA
Türkiye’de ensestin en fazla olduğu şehir neresi? Böyle bir araştırmanız var mı ya da tahmininiz?
Açıkçası yapılmış bir araştırma var mı bilmiyorum. Bildiğimiz kısım şu. Tüm cinsel istismar vakalarının dışında ensest özellikle duyurulması ve ortaya çıkarılması çok daha zor bir alan. Genellikle aile içinde kalıyor. Anne - baba korkusundan ya da baskılardan dolayı çocuklar bu konuda gerekli girişimlerde bulunamıyorlar. Hepsinden önce bir hak bilincinden yoksunlar. Hangi dokunmanın iyi, hangi dokunmanın kötü olduğunu, bir dokunmanın sevgi için mi, yoksa başka bir amaçla mı gerçekleştiğini fark edebilecek konumda değiller. O nedenle de aslında bakarsanız sayının azlığı olmamasından değil, yeterince ortaya çıkmamasından kaynaklanıyor. Bu konuda etkin ve yeterli bir denetimin olmaması ve dile getirmekteki zorluk ya da dile getirildiğinde ortaya çıkan cezasızlık halinden kaynaklı. Çünkü bu tür vakalar aslında kanıtlanması çok güç vakalar. O yüzden şimdilik bir şey söylemek pek mümkün değil. Daha kapalı olan gruplarda, daha içine dönük gruplarda ensest vakaları daha yoğunlukla yaşanıyor. Bunların duyurulması ise daha güç hale geliyor diye düşünüyorum.



KENDİ KARDEŞİNİ DOĞURMAK!
Büyük bir utanç ancak 14-15 yaşında kız çocukları babalarından kardeşlerini doğuruyor. Bu konuya ilişkin neler söylemek istersiniz?
Söylediğiniz şey doğru. Korkunç bir durum bu. Bebek gelinler dışında aslında gelin dahi olamamış, babalarından ya da başka aile bireylerinden kendi kardeşlerini doğuran çocuklar söz konusu. Birincisi bu konuda etkin önlemler alınmak zorunda. Çocukların ulaşabileceği birimler, çocukların seslerini duyurabileceği birimler çoğaltılmak zorunda ve adalete erişim mekanizmaları hayata geçirilmeli. Ensest vakalarının yaşandığı birçok yerde çevre baskısı sebebiyle insanlar seslerini çıkarmaya korkuyorlar. Daha da ötesi bunu söylerse kendi geleceği ne olacak kaygısı var. Çünkü bir tarafta hem küçükler, hem de ekonomik olarak yeterlilikleri yok. Hangi koşullarda korunabileceklerini maalesef ki bilmiyorlar. Herhangi bir suçla mücadele etmenin yolu aslında suça karşı bilinçlenmeyi artırmaktır. Biz haklarını bilen, talep etmesini bilen ve talep ettiği haklar yerine getirilmediğinde, bunların yerine getirilmesini sağlayabilecek, hukuki mekanizmaları kullanabilecek yurttaşlar olsun istiyoruz. Aslına bakarsanız insan hakları dediğimiz şey biraz da temelden, eğitimden geliyor. Bu amaçla bizler okullarda eğitimler yapıyoruz. Yanımızda psikologlar oluyor. Çocuklara hangi mekanizmaları kullanarak, nerelere başvuracaklarını anlatıyoruz. Etkili de oluyor. Bunu sadece ensest üzerinden söylemiyorum. Mesela okullarda yaptığımız çalışmaların bir tanesinde üç çocuk başvurup öğretmenlerinin kendilerine istismarda bulunduklarını dile getirmişlerdi. Yaptığımız şikayet üzerine dava açıldı. Bir koruma mekanizmasının varlığını ve onların bizlere başvuracaklarını öğretmek lazım. Ensest tümüyle kapalı bir alan, mağdurlar tümüyle yalnız ve kimsesiz. Ancak mağdurun konuşmasını, harekete geçmesini sağlayarak bunları ortaya çıkarmak ve engellemek mümkün olabilir. Bunun içinde o mekanizmaları canlı ve erişilebilir kılmak gerekiyor.
ENSEST MAĞDURU ERKEKLER
Sadece kızlar değil, erkekler de ensest mağduru. Fakat onlar daha da çok gizleniyor. Özellikle de bu konuyu öne çıkarmak istiyorum. Bir avukat ve duyarlı bir vatandaş olarak düşünceleriniz bu aşamada çok önemli.
Elbette erkekler de enseste maruz kalıyor. Ve bunlar dediğiniz gibi daha çok gizleniyor. Bu toplumun genel olarak yaklaşımıyla ilgili bir durum. Baromuz LGBTİ+ Hakları Komisyonu’nu kurdu. Türkiye’de bir ilkti ve bizden sonra bazı barolarda da oluşturulmaya başlandı. Bu komisyonların kuruluyor olması bile bir takım saldırılara hedef olmamıza yol açtı. Çünkü toplumun alışmış olduğu cinsellik dışında, erkek erkeğe ya da kadın kadına bir ilişkinin reddedilmesi üzerine kurulu bir yaklaşım. Özellikle de erkek çocukları daha büyük bir utanç kaynağı olarak, kendilerini toplumda kimsenin yüzüne bakamayacak bir olgu olarak görüyorlar. Çünkü etraftan aldıkları ataerkil kültür bu. Erkek egemen bir kültürle büyüyorlar. Oysa bir suçun mağduru ve kurbanı olduklarını fark etmeleri lazım. Erkek ya da kadın olmaları bir şeyi fark ettirmiyor. O ayıp kendisinin değil, ona bunu yaşatanların ayıbı. Yalnızca adli girişimleri başlatmak da yetmez. Çocukların yaşadıkları bu travmadan kurtulmaları için psikolojik destek lazım. ‘Hadi mağduru bulup konuşturalım, suçluyu yakalayıp yargılayalım’ değil mesele. Bu tüm toplumların kanayan yarası. Sadece Türkiye’de değil. Başka ülkelerde de yaşanıyor ve gizleniyor. Bütünlüklü bir çözümü arayıp bulmak lazım. Mağdurların geleceklerini de garanti altına alacak, onları yeniden topluma kazandıracak, toplumla barışmalarını, bütün bu uğradıkları haksızlığa rağmen toplumla barışmalarını sağlayacak mekanizmaları tanıtmak ve yaşatmak gerekiyor.
YILLARCA İSTİSMARA MARUZ KALDILAR
90’lı yılların başında İstanbul’da bir mahkemede yaşanan konuşma aynen şöyle; Baba diyor ki: ‘Hakim bey, bahçenize diktiğiniz ağacın ilk meyvesini başkasına verir misiniz?’ Kendince bulunan bahanelerle kişiler aklanabiliyor. Bu anlayış, tabu nasıl yıkılacak?
Buna verilebilecek bir cevap yok. Yani bu cümleyi kurabilen insana ne söylenebilecek bir söz var, ne de verilebilecek bir cevap. Bir insanı bahçeye dikilen bir meyveyle, ağaçla, başka bir varlıkla eş değer tutmak, onu istemediği, tercih etmediği, mecbur bırakıldığı bir ilişkiye zorlamak insanlıkla ilgili bir şey değildir. Sadece aile içinden değil, bu saldırı dışarıdan da gelmiş olsa aynı nefretle kınanmalı. Zaten bir egemenliği, bir gücü, bir baskıyı kullandıkları için çok daha kötü bir yaklaşım. Tam da bu nedenle Ceza Kanunu aile bireylerinden gelen cinsel istismar vakalarını ağırlaştırılmış unsur olarak kabul etmiş durumda. Cinsel istismarı normalde cezalandırıyor ancak aile bireylerinden kaynaklanan bir saldırı varsa bu bir artırım sebebi olarak Ceza Kanunu’nda değerlendiriliyor. Her alanda olduğu gibi toplumun bilinçlendirilmesi, eğitilmesi şart. Onun dışında başka seçenekleri yok. Belki aynı zamanda –tabi onu psikologların söylemesi lazım ama- aile terapilerinin, aile görüşmelerinin yapılması mümkün olabilir mi? Ya da okullardaki rehberlik hizmetinin daha sağlıklı ve etkin verilmesi sağlanabilir mi? Böylece en azından mağduriyeti engellemese bile mağduriyet yaşandıktan sonra sorunun büyümesini engelleyebilir, suçun cezalandırılmasını sağlayabilir.
Sizlere gelen bu ve benzeri dosyalar var mı?
Var tabi. Birey olarak benim takip ettiğim değil ama baro olarak takip ettiğimiz ya da meslektaşlarımızın ‘toplumsal dava’ niteliğinde takip ettikleri çeşitli davalar var. Hatta bir tanesi İzmir’de değil başka bir ilde. Aile içinde bulunan üç kız çocuğu babaları tarafından uzun yıllar istismara maruz kalmış. Ataerkil bir yerde yaşıyorlar, baba etkili bir insan. Siyasi bağlantıları var. Çocuklar şikayet etmek de dahi çok zorlandılar. Şimdi davası yürüyor. Ve çocuklar birbirlerine tutunarak ayakta kalmaya çalışıyor. Gerçekten çok travmatik bir süreç. Bu tür vakalar bizlere geldiğinde muhakkak takip ediyoruz. Zaten Çocuk Hakları Merkezlerimiz ve komisyonlarımız var. Merkezler aracılığıyla gönüllü destek sağlıyoruz, yol gösteriyoruz.
“ENSEST DİN TANIMIYOR”
‘Burası Müslüman ülkedir, ensest olmaz’ diyen insanlar var. Ancak ensest sadece Türkiye’nin değil dünyanın da sıkıntısı. Peki, dünyada durum nedir?
Bunun dinlerle bir alakası yok. Çünkü ensest hangi dinde, hangi toplumda yaşadığımızdan bağımsız bir hastalık hali. Hastalıklı bir davranış biçimi. Kapalı yerlerde, gizli, saklı yaşananları zaten bilmiyoruz. Ensest din tanımıyor.
Hem Türkiye’de hem diğer ülkelerde ensestin konuşulması ve çözüm yolları bulunması neden yasaklanıyor?
Utanıyoruz çünkü. İnsanlığımızdan, varlığımızdan, engelleyememiş olmaktan utanıyoruz. Korkuyoruz. Sanıyoruz ki gözümüzü kapattığımızda yok olacak. Oysa birçok çocuğun gece düşlerine giren koca bir heyüla var ortada. Birçok çocuğa uyku uyutmuyor. Birçok çocuğun geleceğini karartıyor. Ve biz gözlerimizi kapatıyoruz, sorgulamıyoruz, araştırmıyoruz, tartışmıyoruz. Tartışmayınca, konuşmayınca da yok olacak sanıyoruz. Öyle olmuyor o iş. Yaşayanlar biliyor ve yaşayanlar inanın ki toplumda sağlıklı bir birey olma şansını, travma uzadığı ve derinleştiği sürece, belki de hiç kazanamayacak bir şekilde kaybediyorlar. Anne fark ediyor ama kondurmak istemiyor, anne fark ediyor ama dile getiremiyor, anne fark ediyor ama karşı çıkacak gücü kendinde bulamıyor, anne fark ediyor ama toplumdan çekiniyor, anne fark ediyor ama kendisine kusur yükleneceğini düşünüyor. Evet, anneler bin bir türlü nedenden ötürü sessiz kalmayı tercih ediyor. Çok sayıda ağlayan anneyle karşılaştık. ‘Ben bunu nasıl fark etmedim’ ya da ‘Neden baştan söylemedim’ diyerek ağlayan anneler…
“HEPİMİZİN BOYNUNUN BORCU”
Sağlık Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı ile yapılacak bir çalışma bu anlamda ışık yakabilir mi? Ya da başka ne gibi çözüm önerileri sunulabilir? Son olarak neler söylemek istersiniz?
Artık çocukluğunu yaşayabilen çocuklar istiyorum. Yakın zaman önce Çocuk İşçilikle Mücadele Günü’ydü. O zaten başka bir istismar alanı. Bu dünyayı biz büyükler kurduk, bizim yarattığımız bir dünya. Bütün yaşanan olumsuzluklar aslında bizim eserimiz ve hiç günahları olmadığı halde, hiçbir biçimde katkı sunmadıkları dünyanın bütün kötülüklerine maruz kalıyor çocuklar. Biz onları kirletmeye çalışıyoruz, biz onları yok etmeye çalışıyoruz. Söze gelince de ‘Çocuklar geleceğimiz’ diyoruz. Lafla peynir gemisi yürümez. Bu işler söyleyerek olmaz. Gerçekten mekanizmaların kurulması ve hayata geçirilmesi lazım. Çocukları gerçekten gelecek yapmak ve geleceği de sağlıklı hale getirmek istiyorsak her türlü kötülükten –sınır koymuyorum- her türlü kötülükten koruyacak önlemleri almak bizim boynumuzun borcu. Devletim borcu, baronun borcu, yerel yönetimlerin borcu. Bu konuda söz söylemeye ehil, bu konuda iş yapmaya ehil kim varsa hepimizin boynunun borcu.