Önyargılar yüzünden: 28 işten geri çevrildim

Yönetmenliğini üstlendiği video klip çekimleriyle ve besteleriyle dikkatleri üzerine çeken başarılı yönetmen Gülten Taranç, zamanında önyargılar sebebiyle çok zor zamanlar geçirdiğini söyleyerek “Kilolarım yüzünden 28 yerden işe alınmadım” dedi


  • Oluşturulma Tarihi : 11.03.2019 07:12
  • Güncelleme Tarihi : 11.03.2019 07:12
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Önyargılar yüzünden: 28 işten geri çevrildim haberinin görseli

BURCU YANAR/RÖPORTAJ
Konak Belediyesinin desteğiyle bu yıl ikincisi düzenlenen Kadın Yönetmenler Haftası etkinlikleri 1-7 Mart tarihleri arasında gerçekleştirildi. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü öncesinde kadın olaylarına vurgu yapılan filmlerin gösteriminin gerçekleştirildiği etkinliklere ilgi oldukça yoğundu. Kadına şiddet, taciz, çocuk yaşta evlilik, mobbing, yasal haklar noktasında yaşanan uygulama eksikleri gibi kadınların yaşadığı pek çok sorunu gözler önüne seren cesur kadınlar! Kimden mi bahsediyorum? Tabi ki kendi cinsinin sorunlarını en iyi anlayan, bizzat yaşayan ve bilen kadın yönetmenlerden. O cesur kadınlardan biri olan etkinliğin başarılı yönetmenlerinden Taranç Film Prodüksüyon Şirketi’nin sahibi Gülten Taranç, kendi yaşam hikayesinden yola çıkarak kadın sorunları hakkındaki sorularımızı cevaplandırdı.



Gülten Hanım bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
2013 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarım Bölümü Yönetmenlik Ana Sanat Dalı mezunuyum. Mezun olduktan sonra Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde yüksek lisansımı tamamlayarak ilk uzun metrajlı filmim olan ‘Yağmurlarda Yıkansam’ı çektim. Ailem de çok farklı alanlarda değil, müzisyen bir annenin ve sinemacı bir babanın kızıyım. Babam Ragıp Taranç Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema- Televizyon Bölümü yönetmenlik opsiyonunda doktor olarak çalışmaya devam ediyor. Annem Berrak Taranç ise Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuarı Temel Bilimler Bölümü Türk Sanat Müziği Ana Sanat Dalı Bölümünde profesör olarak meslek hayatına devam ediyor. Ben aslında opera sanatçısı olmak istiyordum fakat işsizlikten dolayı ailem istemedi. Zaten sonra lisede kendi çapımda fotoğraflar çekmeye başladım. Babam bu ilgimi fark etti ve 16 yaşından beri de sinema ve çekim yapmak hayatımda oldu diyebilirim. Yönetmenliğin yanında şarkı sözü yazıp beste yapıyorum. Söz yazma ve beste yapma olayım da aslında lisede sınıf geçmek için başladı. Biyoloji ve matematik dersleri için aklımda kalsın diye şarkılar yazıyordum. Zamanla duygularımı dışa vurmak için kullanmaya başladım. Kendi şarkılarımın kliplerini çekmek benim için çok keyifliydi. İşin hem müzik aşamasını hem de video klip aşamasını yapmak çok yorucu bir süreç. Özellikle de kameranın önüne geçen ben olduğum için modumun hiç düşmemesi gerekiyor. Şu an için ikisini de severek yapıyorum.



Birlikte çalıştığınız ünlü isimler oldu mu?
İlk kez 2009 yılında ekranlarda gösterilen Kapalı Çarşı dizisinde yönetmen Ömür Atay’ın yanında asistanlığa gittim. Sonrasında 2014 yılında gösterime giren Erden Kıral’ın Gece isimli sinema filminde sanat asistanlığı yaptım. Bu süreçte Nurgül Yeşilçay, Vildan Atasever, Mert Fırat gibi çok değerli oyuncularla birlikte çalışma fırsatım oldu. Onun dışında Çiğdem Sezgin’in Kasap Havası filminde set fotoğrafçılığı yaptım.
“BELGESELİM YAPILSIN İSTERİM”
Bu sektördeki en büyük hayaliniz nedir?
Aslında açık konuşmak gerekirse ben boş boş hayal kurup şunu da yapayım bunu da yapayım demiyorum. Sanırım ben Gülten Taranç diye baktıkları zaman bir “şey” olmaya değil de bir “değer” olmaya çalışıyorum. Bu noktada en büyük hayalim benim belgeselimi yapmaları olur galiba. Bunu da benim yetiştirdiğim asistanlardan birinin yapmasını çok isterim. Ben yaşamımda bunu göremesem bile bir gün yapılmasını istiyorum.
Sektörde daha çok erkeklerin egemen olduğu bir dünyada kadın yönetmen olarak şu ana kadar ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Şimdiye kadar sektörde dış görünüşümle ilgili çok yargılandım. Fazla kilolar insanların gözünde çok büyük ön yargılara sebep olabiliyor. Aslında bu bir çeşit ırkçılığa giriyor. Böyle bir zorluk yaşadım fakat bunu atlattım. İnsanlara yapabileceğimi gösterdim ve 35 kilo verdim. Daha da devamı gelecek.  Bu zaten sinemaya has bir durum değil. Her sektörde olan bir durum. Türkiye’de her alanda kadın olmak zor. Biz sadece yönetmen olarak bunu daha çok anlatım dilimize vurabiliriz. Bu sorunların üzerine eğilebiliriz. Ben bu önyargılar sebebiyle sektörde 28 yerden işe alınmadım! Sonrasında kendi imkanlarımla uzun metrajlı filmimi çektim.
Geçtiğimiz günlerde kutlanan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için sektörünüzdeki kadınlara neler söylemek istersiniz?
Umutlarını asla kaybetmesinler. Onun dışında aslında ben Kadınlar Günü’nün kutlanmasını saçma buluyorum. Haklarımızı konuşmayı belirli bir güne sıkıştıramazlar diye düşünüyorum. 8 Mart önemli evet ama aslında önem arz eden şeyler hukuksal düzenlemeler ve toplumun kendi kınama mekanizmalarını tekrar canlandırması gerekiyor diye düşünüyorum. Burada sinemacılara çok büyük bir sorumluluk düşüyor. Özelikle de kadın sinemacılara, çünkü kadın olaylarının psikolojik tarafı olduğu kadar sosyolojik ve ekonomik tarafları da var. Kadına şiddeti sadece psikolojik nedenlere bağlamak hoş bir şey değil. Medyanın bu konuda daha dikkatli olması gerekiyor. “Cinnet geçirdi öldürdü” gibi başlıklarla olayları normalize etmemek ve çarpıtmamak lazım.
DRAMSIZ KOMEDİ OLMUYOR
Peki siz filmlerinizde kadının hangi yönüne vurgu yapıyorsunuz?
Ben bugüne kadar kısa metrajlı filmlerimde de uzun metrajlı filmlerimde de genellikle bir sorun üzerinden gittim. Mesela ‘Dönüşüm’ filmimde domestik (evcimen) bir kadının hikayesini anlattım. ‘Obezonlar’da kilolu bir kadının toplum baskısı yüzünden yaşadıklarını anlattım. ‘Konsensus’ filmimde işçi kadınların hikayelerini anlattım. Uzun metrajlı filmim olan ‘Yağmurla da Yıkansam’da ise annesi, babası tarafından öldürülen bir kızın hikayesini anlatmaya çalıştım. Ancak bundan sonraki filmlerimde sorun üzerinden gitmeyi düşünmüyorum. Daha çok karakterler ve onların içinde bulunduğu durumlar üzerine giderek komedi tarzında uygulamalar yapmak istiyorum. Dram olmadan da komedi olmuyor.
Yakın zamanda bir filminizi ne zaman vizyonda göreceğiz?
Gerçek bir olaydan esinlenerek yazdığım ve ülkede yaşanan terör ve şiddet olaylarının yarattığı paranoya yüzünden dışarıda eğlenmekten korkan bir grup gencin evde geçen yılbaşı partisini konu alan ‘12’ye 5 kala’ isimli filmimi kasım ayı gibi çekmeyi düşünüyorum. Ancak önümüzdeki sene vizyonda olabilir.
Sinemadaki sansür olaylarına da değinecek olursak..
Sanat zaten bir başkaldırıdır ve bunun sansürlenecek bir tarafı yoktur. Ne kadar özgürseniz o kadar iyi bir sanat eseri meydana getirebilirsiniz ancak şu da bir gerçek ki sansür insanın yaratıcılığını da körükleyen bir olgu. Metaforik anlatımların dünya tarihine çıkış sebebi neredeyse. Ekonomik olarak sinema filmi çekmek zaten maddi bir külfet. Hem de bir taraftan böyle bir sansür baskısı bizi çok kısıtlıyor. Artık insan bu durumda ne ile boğuşacağını bilemiyor. 21. yüzyılda sansür uygulanmasını ben çok doğru bulmuyorum.
Sansürün seyirciye duygu aktarımını engellediğini düşünüyor musunuz?
Duygu ile ilgili şöyle bir kısıtlamaya gidiyoruz. Otosansür dediğimiz mekanizma anında devreye giriyor ve blurlayacaklarını, keseceklerini ve buzlayacaklarını bildiğimiz sahneleri biz kendimiz kesiyoruz. Yani onları çekmiyoruz. Bizim de kafamızda o sansür mekanizması bu sebeple yerleşmiş durumda. Bu, bir sinemacı olarak çok üzücü bir şey.
SİNEMA SALONDA İZLENMELİ
Sinema sektöründe Netflix ile ilgili gündeme gelen haberler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Açıkçası festival koşuşturmalarından bu tip haberleri çok fazla takip edemedim. Ancak ben sinemanın salonda izlenmesi kanaatindeyim. Çünkü sinema sadece bir sanat olayı değil aynı zamanda bir sosyalleşme mecrasıdır insanlar için. İnsanların sinemada vakit geçirmeleri çok önemli ve değerli bir zaman dilimi. Bizim çocukluğumuz ve gençliğimiz hep bu şekilde geçti, arkadaşlarımızla buluşup sinemaya giderdik. Sinema filmleri Netflix mecrasına yönlendirilirse büyük bir boşluk olacaktır diye düşünüyorum çünkü bu dönemde sanat çok lüks bir şey. İzleyiciyi bu şekilde sinema salonlarından koparmak hoş bir fikir değil.