- Gündem
- 18.06.2025 18:00
Kısa ve öz anlatımlarda en dikkat çekici, sansasyon etki yaratıcı mesajları kullanan sosyal medyanın pek çok yalanının ortaya çıktığını hatırlatan İletişim Uzmanı Kayadibi, haber içeriklerinde anlamın kaybolduğunu vurguladı
SULTAN GÜMÜŞ/ÖZEL HABER
Mart ayında Türkiye’de görülen yeni tip koronavirüs (Kovid-19) küresel bir salgın boyutuna ulaştı. Yaklaşık iki buçuk ay süren karantina sürecinin ardından tedbirler dahilinde yeni normale geçildi. Peki, bu süreçte medyanın söylemleri nasıl? Deneyimli bir gazeteci ve iletişim uzmanı olan Ali Kayadibi, basın-yayın organlarının haber içerikleri ile açıklamaların kamuoyuna sunuluş şeklini değerlendirdi. ‘Aralık ayına girmemiz ile beraber gündem çok sık değişti. Suriye ve diğer bazı devletler ile yapılan mücadele söz konusu iken aynı sene içerisinde şehit haberlerini aldık, güne çığ felaketi haberlerini duyarak uyandık, Elazığ Depremi ile sarsıldık, kadın cinayetlerine, çocuk ölümlerine tanıklık ettik ve son olarak salgınla baş etmeye çalışıyoruz. Böylesine bir süreçte toplumun da ruh sağlığını koruyabilmesi adına ve pek tabii iktidarın ya da muhalefetin makul bir yönetim sağlayabilmesi için nasıl bir iletişim yöntemi kullanılmalı?’ sorusunu yanıtlayan Kayadibi, içinde bulunduğumuz durumu, ‘doğal afetler tarafından sarmalandık’ duygusunu öncelikle doğru anlamlandırmak gerektiğini söyledi.
TOPLUMSAL YAŞAM COŞKUSU ZAYIFLIYOR
Kayadibi, “İletişimin önemli bölümü psikoloji, sosyoloji, antropoloji gibi disiplinlerdir. Şunu açıklamak için söylüyorum. Bir kere içinde bulunduğumuz durumun adı tam olarak; Pandemi, salgın hastalık… Öncesi ve sonrasında veya eş zamanlı sel, deprem, dolu, toprak kayması gibi doğal felaketler salgın zamanlarının dışında da oluyordu. Bir arada olması toplumsal yaşam coşkusunu zayıflatıyor. Algımız değişiyor. Olayları anlamlandırmada kaymalar oluyor. Hayatın her döneminde felaketler yaşandı. Kimine tanık olduk, kimi de geçmişte kaldı. Hayat devam ediyor, edecek de… Bu durumu, ‘kıyamet senaryoları’ üzerinden okursanız kişisel kıyametinizi yaşıyorsunuzdur. Toplumsal kıyamete dönüştüren ise yine sosyal medyanın ilgilendiği, baktığı alandır. Kısa ve öz anlatımlarda en dikkat çekici, sansasyon etki yaratıcı mesajları kullanan sosyal medyanın pek çok yalanı ortaya çıktı. Ancak içinde bulunduğu durumu doğru anlamlandıramayanların beyni daha ileri boyutta kötü senaryolara inanma ihtiyacı da barındırıyor” yorumunda bulundu.
HABER İÇERİKLERİNDE ANLAM KAYBOLDU
Medyanın sansasyonel haber verdiği gerçeğini sadece içinde bulunanların değil, artık izleyenlerin de bildiğini hatırlatan İletişim Uzmanı Ali Kayadibi, “Yine de yazılı kültürün bir parçası olan medya yöneticileri takip edilme kaygısını da taşıyor. Her gün yeniden çıkan bir gazete, her saat yayın yapan radyo ve televizyonlar yeni bir bilgiyle takipçilerine seslenmek istiyor. Bunun için de ilgiyi yükseltme çabası ne yazık ki gerçeğin özünü kaybediyor. Bu süreçte ilgi alanım olduğu için kullanılan dili yakından takip ettim. Öncelikle terminoloji kullanımı felaketin kendisinden daha büyüktü. Entübe, Kovid-19, pandemi, bulaş… gibi yabancı veya tıp terminolojisini sıradan bir dil gibi kullanan medya, sözcükleri doğru yere koyamadığı için anlam kayboldu. Anlatılmak istenilenle anlaşılan farklı oldu. Her şeyden önce medya tek başına bir edebiyat ürünü, ansiklopedi veya sadece bir uzmanlık alanına ait değildir. Okuyanın, izleyenin bir bakışta veya bir okuyuşta anlayabileceği bir dil seçilmeli. Bu sözcüklerle kurulacak haber örgüsü de, anlamlı bütün oluşturabilecek bir teknikle kurgulanmalı. Doğru, ilkeli, haber etiğine uygun içerik hazırlamak da sorumluluğun ilk sırasında yer almalı” dedi.
SİYASİ BEKLENTİLERİN DIŞINDA KURGULANMALI
Medyanın siyasetin kendi içindeki kurallarından bağımsız evrensel kuralları olduğunu söyleyen Kayadibi, “Dil, bu kurallar içinde ilk sıradadır. Çünkü izler kitleyle yegane bağ medya ürünleridir. Yazı, fotoğraf, görüntü izleyenden tamamen bağımsız inşa edildiği için okur/izler kitle arasına giren medya yöneticileri, söz edilen ahlaki değerlerden bağımsız hareket etmemeli. Dilin kullanım biçimi, kişisel olarak konuşan kişinin tercihidir. Ancak kullanılan dil, topluma medya ürünü aracılığıyla ulaşıyorsa bu tercih meslek ahlakının konusudur. Kişisel önerim dil biçiminin seçimi, vicdani sorumlulukla birlikte değerlendirilmeli. Toplumun esenliği söz konusu olduğunda kullanılan iletişim dilinin birleştirici, kapsayıcı, siyasi beklentilerin dışında kurgulanması gerekir” şeklinde konuştu.
MEDYA VİCDANİ SORUMLULUĞU ÜSTLENMELİ
Kayadibi, son olarak şunları dile getirdi: “Koronvirüs salgını insanlık tarihinin gördüğü en büyük toplumsal felaketlerden biri olarak kabul gördü. Tanık olan bu yüzyılın insanı kendisiyle de hesaplaşma imkanı buldu. Her ne kadar, ‘Koronovirüs sonrası hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ söylemleri yayılsa da psikoloji, sosyoloji gibi insani disiplinlerin okuduğu gerçeklik öyle değil. Kriz bilgesi olduğumuza dair gözlemlerin bilimsel dayanağı yok. Başında insanların alışveriş için birbirine karşı özsaygısını yitirdiğine de tanık olduk, insanın bu ilkel yüzüyle da karşılaştık. Demek ki zihnimizin onaylamak istediği, gönlümüzün arzuladığı daha iyi bir insan topluluğuyla karşılaşmak… Oysa insan, yaşadığı olayların etkisi geçince veya öz çıkarları söz konusu olduğunda gerçek kimliğine hemen dönüyor. O halde nasıl bir gelecek arzuluyorsak medya da o kurulmasını istediğimiz harika hayatı hazırlayacak bir dil üslubu kullanmak zorunda. Belki de medyanın en büyük görevi bu olmalı. İnandırıcı olmaya çalışmak yerine gerçeğin kaynağını bulma görevini, o gerçeğin dilini kullanmak gibi vicdani sorumluluğunu da üstlenmeli.”