Sayfa Yükleniyor...
Sınırlı olan sağlık bütçesini etkin kullanmanın hayati öneme sahip olduğunu belirten EBSO Meclis Üyesi Olgunsoy, “Tam da bu noktada herkesin farmakoekonomiye katkıda bulunması gerekiyor” dedi
NURETTİN BAKİ-ÖZEL HABER
Tüm dünyada hükümetlerin bütçesi daralmasına karşın sağlık harcamalarına ayrılan bütçeler günden güne artıyor. İnsanların ilaç olmadan kesinlikle iyileşemeyeceğini düşünmesi ise sağlık okuryazarlığının önemini ortaya koyuyor. Konu ile ilgili değerlendirmelerde bulunan Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) Meclis Üyesi Enver Olgunsoy, farmakoekonomiye vurgu yaparak “Sınırlı olan sağlık bütçesinin etkin kullanımı için ilaçlar ve tedavi şekli, maliyet etkinlik analizleri yapılıp öyle geri ödeme listesine alınıyor. Farmakoekonomi olarak adlandırılan bu olguya bizler de sağlık okuryazarı olarak katkıda bulunmalıyız” dedi.
SAĞLIK HARCAMALARI ARTIYOR!
Hükümetlerin sağlık harcamalarında çeşitli yollarla kısıtlamaya gittiğini belirten Olgunsoy, Türkiye’de de ilaçların geri ödeme listesinde günden güne azaldığını vurguladı. Biyoteknolojik ilaçlara da ulaşılmasının zor olduğunun altını çizen Olgunsoy, “Ülkelerin bütçeleri daralmasına karşın, sağlık harcamaları gün geçtikçe daha pahalı oluyor ve daha da artarak sürüyor. Bu da hükümetleri sağlık harcamalarında çeşitli yollarla kısıtlamaya gitmeye zorluyor. Ülkemizde gün geçtikçe ilaçlar geri ödeme listesinde günden güne azalıyor. Bazı vitaminler, ağrı kesiciler, bitkisel ilaçlar gibi ilaçların çoğu bugün tüketici tarafından ödemesi yapılarak satın alınması gerekiyor. Hatırlayalım eskiden tüm bunları devlet bütçesi karşılıyordu. Ayrıca en önemlisi de, yeni biyoteknolojik ilaçlara ulaşmak da zor, normal yoldan temin edilemiyor. Ancak doktor reçeteleri sıkı denetlendikten sonra, eczacı odaları eczacılar birliği kanalı ile ithal edilip hastaya sunuluyor. Bu da ilaç temininde zorluk ve sonuçta az tüketilmesini dolaylı yoldan sağlama yöntemi olarak kullanılabiliyor” ifadelerine yer verdi.
FARMAKOEKONOMİYE KATKI VERMELİYİZ!
Farmakoekonomisine hep birlikte katkıda bulunmaları gerektiğine dikkat çeken Olgunsoy, “Tabii insanımız da modern ilaçlara tam anlamıyla ulaşımı sağlanmamış, hatta etkisi sorgulanır, eski ilaçlarla tedaviye zorlanmış oluyor. Devlet sağlık bütçesini minimize etme adına bu tür uygulamalar yaparken, insanımız da bu bütçeyi büyütmeyecek bir takım sorumluluklar almalı diye düşünüyor. İşte tam burada ‘Sağlık okuryazarlığı’ gibi bir konu gündeme geliyor. Sağlık bakanlığı bunu sağlama adına programlar düzenliyor, medyada kamu spotları ile de halk uyarılarak mutlaka ilaçların reçete ile alınması öneriliyor. Serbest eczanelerin elden ilaç satılması önlenme adına reçetesiz ilaç satışı denetimi yapılıyor. Sınırlı olan sağlık bütçesinin etkin kullanımı için ilaçlar ve tedavi şekli, maliyet etkinlik analizleri yapılıp öyle geri ödeme listesine alınıyor. Farmakoekonomi olarak adlandırılan bu olguya bizler de sağlık okuryazarı olarak katkıda bulunmalıyız” ifadelerine yer verdi.
SAĞLIK OKURYAZARLIĞI VURGUSU!
Yapılan ölçümlerde Türkiye’de her 10 kişiden 7’sinin sağlık okuryazarlığının yetersiz olduğunu belirten Olgunsoy, “Sağlık okuryazarlığı, sağlıkla ilgili bilgilere ulaşmak, bu bilgileri anlamak ve bu bilgileri sağlıkla ilgili kararlarında kullanmak olarak tanımlanabilir. Sağlık bakanlığımız tarafından yapılan ölçümlemelerde, Türkiye’de yaklaşık olarak 10 kişiden 7 sinin sağlık okuryazarlık düzeyi yetersiz bulunmuş. Sağlık okuryazarlığı düzeyi düştükçe, kronik hastalıklar artıyor. Kadın ve yaşlı nüfusumuz ise sağlık okuryazarlığı konusunda çok daha kötü durumda. Sağlığı geliştirmek için sağlık okuryazarlık düzeyini arttırmamız gerekiyor. Ülkemizde bu okuryazarlık düzeyi yetersizliği insanımızı sağlıklı yaşam konusunda yanılgıya sürüklediğini de görüyoruz. Örneğin; gerekli gereksiz taramaların yaptırılması, gerekli gereksiz ilaçların başkalarının benzer hastalıklarına iyi geldiği savı ile kullanması en sık karşılaştığımız yanılgılardan. Çağımızın vebası kanserin ölümcül sonuçlar doğurduğu düşüncesi ile yapılan rutin kanser tarama testleri zararsızdır savı da çok büyük bir yanılgımız. Burada habis bir tümör yakalama çabası ile yaptırılan bu tetkikler bu tür ihtiyacı olmadığı halde yaptırılan testler, kişiyi tehlikeli durumlara sokabilir. Ancak ailevi nedenlerle genetik sorunları olanlar, hekimin gerekli gördüğü durumlarda bu testler yapılmalıdır. Ayrıca bu rutin testlerde hatalı pozitif sonuç çıkması da sık rastlanan bir durumdur. Hatalı pozitif test sonuçlarının neticesinde, insanların aslında sağlam olduklarını öğrenmelerine kadar geçen sürede, dörtte biri cerrahi müdahaleden geçiyor, bu unutulmamalıdır. Ayrıca gereksiz görüntülü tetkiklerde, alınan radyasyon da unutulmamalıdır” diye konuştu.
YURTDIŞI BÜYÜK YANILGI!
“Temel olarak farklı kanser türleri için ne kadar çok tarama testlerinden geçerseniz, hatalı pozitif sonuç çıkma olasılığı o kadar artar” diyen Olgunsoy, “Ayrıca bazı hastalıklar kendi kendine geçebilir, hemen tıbbi müdahale ve ilaca sarılmayın. Hastalığın şiddeti artmadan, bir süre gözetim altında tutmak, belki en doğru yollardan olabilir. Tıbbi hizmetlere erişim, insanların sağlıklı olmalarını etkileyen faktörlerden biridir, ancak en önemlisi değildir. Eğitim, sağlıklı barınma ve çevre, iyi bir beslenme rejimi, daha önemli rol oynar. Ayrıca maddi olanağı olanların hemen yurtdışında tedaviyi talep etmesi de yanılgılardan biridir. İlk akla gelen ABD olmasına rağmen orada da sağlıkta büyük sorunların olduğu unutulmamalıdır. 21’inci yüzyılda kamu sağlığı konusunda başarının başında, daha fazla insanın 65 yaşından daha uzun yaşaması geliyor. Örneğin; ABD bu konuda hiç de başı çekmiyor, 65 yaşını tamamlayan kadın sayısı açısından 28’inci sırada, erkek sayısı bakımından 24’üncü sırada. Görüldüğü gibi birçok ülke ABD’nin önünde yer alıyor. Büyüklerimizin dediği gibi ‘İnsan önce kendi kendinin doktoru olabilmelidir’. Bunu şöyle tamamlarsak daha doğru olacaktır. Sağlık okuryazarlığı olan insan, kendi kendinin doktoru olmalıdır” şeklinde konuştu.
Haber Merkezi