Şair Necdet Arslan dizelerde kendini buldu

Bir Gün Ansızın, Taşra Akşamlarından, Susmalar, Koyu Üşümeler ve Çok Sabahlar, Eflatundun kitaplarının yazarı şair Necdet Arslan ile kitapları ve şiir üzerine olan hikayesini konuştuk


  • Oluşturulma Tarihi : 10.06.2021 07:25
  • Güncelleme Tarihi : 10.06.2021 07:25
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Şair Necdet Arslan dizelerde kendini buldu

ONURHAN ALPAGUT-RÖPORTAJ

Şair Necdet Arslan, babasının köy enstitüsü çıkışlı bir öğretmen olması nedeniyle şanslıydı. Gençlik yıllarında kitaplarla tanışan Arslan, babası gibi kendi de öğretmen olmayı tercih etti. Uzun yıllar okullarda görevini yaparken edebiyatı da hayatının içerisinde daima tuttu. Yaşanan üzücü bir olay sonucunda evindeki kütüphanesini kaybeden Arslan, bu olaydan sonra kendini şiirde buldu. Duygularını, hislerini şiirleriyle ifade eden ve bugüne kadar beş şiir kitabının altına imzasını atan Arslan, kelimelerle olan yolcuğunu anlattı.

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

27 Ağustos 1954 tarihinde Tokat’ın Erbaa ilçesine bağlı Ballıbağ Köyü’nde dünyaya geldim. Babam Köy Enstitüsü çıkışlı bir öğretmendi. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım değişik yerlerde geçti. İlkokul son sınıftan sonra ortaokula ve liseye Niksar’da devam ettim. Sonra yüksek eğitim yılları…

1979 yılında Uşak Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nden mezun oldum. İlk görev yerim Şanlıurfa’nın Siverek ilçesi. Oradan Halfeti Lisesine geçtim; siyasi koşullar uygun olmadığı için Halfeti’den Erbaa ilçesinin Değirmenli Kasabası Ortaokulu’na Türkçe Öğretmeni olarak atandım. Burada 10 yıl okul müdürü ve öğretmen olarak görev yaptım. Lisans tamamlama eğitimi sonrasındaki yıllarım hep Erbaa’da geçti.2005 yılında Erbaa Coşkun Önder Lisesi’nden emekliye ayrıldım. 1980 yılında evlendim. Eşim emekli sınıf öğretmeni. Biri sınıf öğretmeni, diğeri hakim olmak üzere iki kızım var. Kızlarımdan dört torunum var. Erbaa’da yaşıyorum.

BABAMIN BÜYÜK EMEĞİ VAR

Yazar-şair olma yolundaki hikayeniz nedir?

Babam çok birikimli bir insandı. Yüzlerce kitaptan oluşan özel kütüphanesi vardı. Köy Enstitülü olmanın donanımıyla özellikle bilim, kültür, felsefe ve sanat alanlarında kendisini gerçekleştirmesini başarmıştı. Evimize 1970’lı yıllara değin Cumhuriyet, Akşam gazeteleri ; Akbaba Dergisi ile Hayat Mecmuası düzenli olarak girerdi. Kitaplarla dostluk kurmada babamın büyük emeği vardır. Şevket Rado’nun yazılarını daha ilkokul son sınıftayken keyifle okurdum. Okuduğum ilk kitap Talip Apaydın’ın Toprağa Basınca’sıydı. Ortaöğrenim yıllarında bir tutkuya dönüştü okumak. Lisede edebiyat ve kompozisyon derslerinde okulun en gözde öğrencisiydim.1970’lı yıllarda siyaset, felsefe, toplum, bilim… gibi diğer alanlarda da sayısız kitabın hakkından gelerek yüksek öğrenim yaşamımda çevremce tanındım. O yılların rüzgarlarını anlatmaya gerek yok. Devrimci hareket içerisinde kendimi sorumlu gördüğüm her duruma gerek teori ve gerekse pratik olarak katkı sundum… 26 yıl süren meslek yaşamım boyunca ve şimdi de kültürde, sanatta ve edebiyatta hep bir açlık sorunsalının içinde buldum kendimi. Bulunduğumuz sitenin bir bloğunun en üst katında oturuyorduk.2008 yılı Mart ayının ortalarına doğru bir akşamüstüydü. Çatı altına gizlenerek sigara içen çocuklar tarafından söndürülmeden bırakılan bir sigara izmariti kimyasal maddeleri tutuşturmuş ve çatı alevlere teslim olmuştu. Bölge itfaiyelerinin sıktığı tonlarca su bulunduğum daireye sızmış ve kütüphanemin en üst rafında bulunan tüm defterlerimi ıslatarak okunamaz duruma getirmişti. Bu olayın bende yarattığı şok çok büyük oldu. Birkaç kez yeniden yazmaya yeltendim; ama başarılı olamadım. Kendimde o gücü bulamadım. Bu olay sonrasında avunmak için şiire yöneldim. Her ne değin şiir üzerinden duygularımı dışa vursam da o büyük eksikliği hep duyumsamaktayım.

Şiirlerinizde ne kadar sizi görüyoruz, hangi temaları kullanıyorsunuz?

Şiirlerimde genellikle özne olarak konuşan benimdir. Yazdıklarım çok özel bir uğraşın ortaya konulması değildir. Gönlüme düşen şeyleri taşıyorum şiirlerime... Dolaylı olarak anlatmayı yeğlediğim şiirlerde derinleşmeyi imge yoluyla sağlamaya özen gösteririm. Nihat Behram bir keresinde ‘ dize yoksa şiir yoktur. Şiir biçiminde başka bir şeydir. Hikayedir ya da güzel sözdür o vs.’ diyordu. Yaşamın bilgece yorumunu dizelere yüklemekle sorumlu tutarım kendimi. Yarattığım her şiirde ben kendimi görmeye koyulurum. Yazdığım her şiirde ilkin kendimi yakalamayı severim. Bunu başardıktan sonra şiirin beni yakalamasına olanak tanırım. Savsaklamaya asla yönelmem şiiri. Ona ihanet edersem kendimi hırpalamaya rıza gösteririm. Söyleyeceklerimi ilkin belleğime kaydederim. Sonra yazmaya koyulurum. Turgut Uyar gibi müsveddelerimi yok ettiğim olur, Behçet Necatigil gibi beraberimde küçük kağıtlar taşıdığım olur. İlkin, yazdığım şiiri beğenmeye zorlarım kendimi. Bazen Mallarme’nin hastalığına yakalanırım; boş bir beyaz sayfanın önünde saatlerce oturduğum olur; bir türlü konuşamam o sayfaya… Duygu ve düşünce evrenimize yetkin bir şiirsel bütünsellik içinde estetik sunabildiğim ölçüde ‘bu benim işte’ derim. Sağlam adımlarla çıkmak isterim şiirdeki basamakları. Duvarıyla kan uyuşmazlığı olan merdivenlerden hep ırak dururum. Düşme korkusu ağır basar çünkü. Bu yaştan sonra bir de kendimle uğraşamam.

Nerelerde yazıyorsunuz, elde ettiğiniz başarılar ve ödüller hakkında kısaca bilgi verir misiniz?

Hepimiz karşılıklı uçlarda yaşıyoruz. Ben buna “dolululuk” diyorum. Dolululuk başlı başına bir eylemli kılınıştır aslında. Keşke, eylemli kılınış içinde olanlardan bir kaçıyla aynı masa etrafında oturup bu söyleşiyi ortaya alabilseydik. Bir “eksik oluş”tan söz ettiğimin ayırdındasınız değil mi?

Bir masa etrafında “anı” paylaştıklarımın eylemlerini; örneğin susuşlarını, kahkahalarını, masadan yükselen sigara dumanlarını, az ötedeki masada oturanlara bakışlarını, bir an için kendilerinden geçişlerini, üşüdüklerini, söyleşi sonrasında eve götürecekleri şeyleri nasıl ve nereden alacaklarına dair düşüncelerini betimlemek, öykülemek; o kokuyu, dumanın dağılarak göğe yükselişini yazıya birebir aktarmada başarılı olur muydum, bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var: Yaşamı bir “doluluk” olarak algılarken her an’ın eksik oluşları barındırdığını. Evrenin geçmişten geleceğe uzanan bellek yolculuğunda, sürekli ‘‘doluluk’’ algılaması içinde olmuştur insan. İlkokul yıllarında silgimiz penisilin şişelerinin tıpalarıydı ve herkeste yoktu. En kaliteli kurşun kalemin markası “Atos”tu, balık resmi sarı yaldızlıydı. Ailemizin olanakları o günün koşullarına göre çok iyiydi. Bu yüzden, ayağıma naylon ayakkabı alıyorlardı. Bir keresinde ‘‘gri’’ renkli bir ayakkabıyla sokağa çıkmıştım. Köy çocukları ayakkabılarıma, evlerden aşırdıkları yumurtalar karşılığında dokunabiliyorlardı… Tüm bunları niçin söylüyorum dersiniz? Benim yaşadığım o çocukluk günlerinde göreceli olarak, büyük kentlerde modern yaşamlar vardı. Örneğin 11yaşıma değin sinemaya, tiyatroya hiç gitmemiş, trene binmemiş, uçağı havalanırken görmemiştim. Evrenin algılananların dışındaki eksik oluşları barındırdığını kavramaya bu örnekler yeter sanıyorum. Yazma eylemi, eksik oluşlardan yola çıkarak doluluğa ulaşma uğraşıdır bence. Düzyazı türlerinden ayrık buluyorum şiiri. Daha tutucudur şiir. Çünkü dar alanda görünürler. Sınırları saptanırken dikkatli olma zorunluluğu vardır. İşte, Platon’un söylemek istediği de bu gerçeklikle ilintili. Az önce, bir masa etrafında oturduklarımızı nasıl anlatacağımdan söz etmiştim. Yaşamı, eksik oluşlarından soyutlayarak anlatmalı, anlatılanlar algılanabilmeli, duygularımızı etkilemeli, kıvançlandırmalı, sorgulamalı, bambaşka evrenlere taşımalı, içimizdeki boşlukları doldurmalı, bizi başkalaştırmalı… Evet, şiir, bütün zamanlarımızda içtiğimiz; içtikçe kanmadığımız şaraplardır, diyebiliyorum. Bundan dolayı zamanın herhangi bir yerinde şiir yazmaya koyulabiliyorum. Genellikle çalışma masamda yazıyorum. Yaşamın bana sunduğu ödüllerdir şiir kitaplarım.

FIRSAT BULDUKÇA OKUMAK VE YAZMAK

Koronavirüs pandemisinde neler yapmaktasınız?

Fırsat buldukça okumak ve yazmak. Aylardır kalabalıklardan ırak yaşamanın verdiği bir usanç da yok değil. Arada alıp başımı kentin kıyıda kenarda kalan yörelerine doğru yürüyüşe çıktığım oluyor. Annem ve kardeşlerim Niksar’da yaşıyorlar. Niksar 45 km. Erbaa’ya. Geçirdiği Kovid-19 sonrası yatağa düşen annemi sıklıkla ziyarete gidiyorum.

Sizden ilerleyen günlerde yeni eser veya eserler görecek miyiz?

Büyük bir olasılıkla bu yılın sonuna değin biri şiirlerden diğeri denemelerden oluşan iki kitabımı okurlarla buluşturmayı çok istiyorum.

Eklemek istedikleriniz nedir?

Herkesin üç kişiliği vardır; ortaya çıkardığı, sahip olduğu, sahip olduğunu sandığını söyler; Alphonse Karr. Öyle bir açmazdayım ki… Hangi seçeneğe göre rengimi söyleyeceğim? Kaldı ki bu somutlama kendimle tam anlamıyla örtüşecek midir? Bir de onu hesaplamaya girmekten çekiniyorum.

Yeri gelmişken vurgulamalıyım. Nietzsche, “Kendinden hiç söz etmemek çok soylu bir ikiyüzlülüktür” der. Rengimi değil ama kendimi biliyorum. Bana bu olanağı tanıdığınız için sizlere çok teşekkür ediyorum.

BİR KİTAPLIK ANI TASLAĞI YOK OLDU

Hayatınızda iz bırakan unutmadığınız bir olay ya da anınız var mı?

O değin çok ki! Hangisini anlatsam acaba? Bir sonraki sorunuzun yanıtına giriş olması gereğiyle hiç istememe karşın 2007 yılına döneceğim. Emekli olduktan sonraki iki yılım bütün yazınsal çalışmalarımı bilgisayarıma yüklemekle geçti. Deneyimli bir kullanıcı değildim. Bir gün bir sorundan dolayı teknik destek almak ereğiyle bilgisayarımı götürdüğüm yerde yedekleme dosyası da dahil atılan format sonrası bütün kayıtlarımı kaybettim. Onları o değin uğraşmamıza karşın geri getiremedik. Bir roman, iki kitaplık öykü, bir kitaplık deneme, bir kitaplık anı taslağı bir anda yok oldu gitti.

FOTO ALTI: Beş şiir yapıtım var. Bunlar: Bir Gün Ansızın, Taşra Akşamlarından, Susmalar, Koyu Üşümeler ve Çok Sabahlar Eflatun’dur.

Haber Merkezi