Salgın günlerinde yaşlı düşmanlığı

Koronavirüs salgınıyla beraber 65 yaş üstü insanlara uygulanan sokağa çıkma yasağı, bu yaş grubundakilere yönelik olumsuz davranışlara neden olurken, Ege Üniversitesi Sosyal Psikoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mert Teközel, sorunun bu davranışların ortaya çıkabileceğini öngöremeyen yasal otoriteden kaynaklandığını söylüyor


  • Oluşturulma Tarihi : 31.03.2020 08:28
  • Güncelleme Tarihi : 31.03.2020 08:28
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Salgın günlerinde yaşlı düşmanlığı haberinin görseli

ÇAĞLA GENİŞ-ÖZEL HABER


İnsanlar arasındaki teması en aza indirerek koronavirüs salgınının yayılmasını kontrol altına alma amacı taşıyan tedbirler kapsamında halka ‘evinizden çıkmayın’ çağrısı yapılıyor. Salgının 65 yaş üzeri ve kronik hastalığı bulunan insanlar için ölümcül sonuçlar doğurduğu biliniyor. Bu sebeple yetkililer bir süredir 65 yaş üstü insanlara yönelik sokağa çıkma yasağı tedbirini hayata geçirdi. Fakat bu durum toplum tarafından yanlış anlaşılmış durumda… Pek çok birey, hastalığın yaşlılardan bulaştığını düşünüyor. En büyük risk grubunun yaşlılar olduğuna ilişkin yapılan vurgu, sanki yaşlılar salgının nedeniymiş gibi bir tabloya dönüştü. Peki salgın çerçevesinde ortaya çıkan yaşlı düşmanlığını ya da yaşlılara karşı önyargıları nasıl açıklayabiliriz? Yasal otoritenin, yaşlıları enfeksiyon riskinden korumak için aldığı serbest dolaşımını sınırlama kararı, neden ve nasıl kişilerarası ayrımcılığa, yaşlı bireylerin aşağılanması pratiğine dönüştü? Sosyal medyada popüler olan ve çoğumuzun vicdanını yaralayan, gençlerin yaşlı bireylere yönelik acımasız davranışlarını resmeden görüntülerini nasıl yorumlamalıyız? Toplumda, ‘Topluluk içerisindeki diğerleri ya da yasal otorite bir grubu tecrit ediyorsa, onlardan uzak durmak gerekir’ düşüncesinin hakim olduğunu dile getiren Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümü Sosyal Psikoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mert Teközel, sorunun bu davranışların ortaya çıkabileceğini öngöremeyen yasal otoriteden kaynaklandığını söylüyor.



GÖREMEDİĞİNİZ DÜŞMAN
Tarih boyunca yırtıcıların saldırılarının yanı sıra virüsler, bakteriler ve parazitler gibi patojenlerlerin faaliyetlerinin insan ölümlülüğünün en önemli nedenlerinden biri olduğunu belirten Teközel, “Yani atalarımız, yırtıcılar tarafından avlanmaktan ziyade hastalıklardan ölüyordu. Yırtıcılara karşı savunma geliştirmek göreceli olarak kolaydı: bir yırtıcının size yaklaştığını fark ettiğinizde ‘kaç veya savaş’ gibi mekanizmalar hayatta kalmayı destekleyebilirdi. Ancak patojenlerin görülemeyecek kadar küçük yaratıklar olduğunu düşünürseniz, anti-bakteriyel ya da anti-viral ilaçların mevcut olmadığı milyonlarca yıl boyunca atalarımız kendilerini bu ölümcül karşılaşmalardan nasıl korumuştu? Göremediğiniz bir düşmandan nasıl korunursunuz? Virüsler, bakteriler ya da daha genel bir ifadeyle hastalık yapıcılar, görünmeseler bile çoğu zaman konuk oldukları organizmalar üzerinde görünür etkiler yaratırlar. Çoğunlukla hastalık kapmış bireylerin dışarıdan gözlenebilir özellikleri, örneğin yüz ve beden görünüşü üzerindeki çarpıklıklar, deri üzerindeki yaralar enfeksiyon hakkında bir ipucu taşır. Hapşırma, öksürme gibi reflekslerdeki artış veya hareketlerdeki yavaşlama da buna dahildir” dedi.

DAVRANIŞSAL BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ
İnsan dahil pek çok türde bu işaretleri izlemenin hayatta kalma ile son derece yakından ilişkili olduğunu kaydeden Teközel, “Enfekte olmuş bireyleri, bu dolaylı işaretler vasıtasıyla tespit edip dışlama ıstakozlar, kurbağalar, bazı kemirgenler, şempanzeler gibi birçok türde yaygındır. İnsanda da benzer bir mekanizma mevcuttur. Davranışsal bağışıklık sistemi adı verilen bu mekanizma, virüsler bulaşmadan onlardan kaçınmayı sağlamak için desenlenmiştir. Virüs bulaştıktan sonra kaçınmanın bir anlamı olmayacağı için bu sistem, daha virüs bulaşmadan alarm verir ve kişiyi bulaşmadan korur. Eğer patojeni tam olarak tespit etmek mümkün değilse yaklaşık olarak hastalık sinyalleyen her işarete karşı dikkatli olmakta ‘yarar’ vardır. İşte bu nedenle insanlar sezgisel bazı işaretlere başvurur. Ancak bunun bir maliyeti vardır. İnsanlar belirsiz ya da muğlak bazı işaretlerden hareketle karar verdiği için hatalı karar verme olasılığı da yüksektir. Gerçekte hastalık taşımayan bireylerden de kaçınabilirler. Nitekim deneysel çalışmalar, hastalık kapma endişesi arttırılan insanların, kendilerine tamamen sağlıklı olduğu söylenen ancak yüzünde doğum lekesi benzeri bir iz bulunan kişileri hasta olarak etiketlediklerini göstermektedir” ifadelerini kullandı.

YAŞLILARI TECRİT EDERSENİZ…
Evrimsel psikoloji içerisinde yabancıdan kaçınma veya kültürel azınlıklardan kaçınmanın patojen belirginliği ile ilişkili olduğunu gösteren birçok çalışma olduğunu anlatan Teközel, şunları söyledi: “Ortaçağ boyunca büyük salgınlar sırasında münzevi bir hayat yaşayan eksantrik bireylerin, toplulukların ve azınlıkların cadılıkla suçlanmalarını, ayrımcılığa uğramalarını ve katledilmelerini biraz da böyle okumak mümkündür. Peki bütün bunlar günümüzde artan yaşlı ayrımcılığı hakkında ne söyleyebilir? Buradan iki sonuca ulaşmak mümkündür. Birincisi bizim grup ya da topluluk dediğimiz şey, aslında birlikte yaşadığınız diğer insanların davranışlarının toplamından ibarettir. Grup içerisinde kimin öteki ya da tehlikeli olduğunu belirlemek için de gruptaki diğerlerinin ne yaptığına bakmanız gerekir. Atasal popülasyonlarda topluluk içindeki diğer insanlar, birini ya da bir grubu tecrit ediyorsa buna uymak son derece önemli olabilirdi. Çünkü size hastalık bulaştırabilecek diğerlerine karşı mesafelenmek koruyucu bir anlam taşıyordu. Nitekim evrimsel psikoloji çalışmaları, hastalık kapma endişeleri ön plana çıkarılan kişilerin, grup içi konformiteye daha fazla uyduğunu, grubun temel değerlerine aşırı bağlanma eğiliminde olduğunu ortaya koymuştur. Yaşlıları tecrit ederseniz, işte bu psikolojiyi de tetiklersiniz: ‘Topluluk içerisindeki diğerleri ya da yasal otorite bir grubu tecrit ediyorsa, onlardan uzak durmak gerekir’. Tam da hastalık kapma endişelerinin arttığı bir dönemde bunu yaparsanız kişiler hatalı da olsa sezgisel olarak yaşlıları hastalıkla ilişkilendirirler.”

TEDBİRLERİN SOSYAL DOĞURGULARI
Teközel, “Yaşlıların hastalıkla ilişkilendirilmesini kolaylaştıran yaşlılığa özgü bazı özellikler vardır. Örneğin gençlik, hareketlerde ve davranışlarda dinamizm ve canlılıkla, fiziksel görünüşte ise sağlıklılıkla ilişkilendirilir. Oysa yaşlılıkta bunların tam tersine tanık olursunuz. Postür daha eğiktir, ten daha kırışıktır, hareketler yavaştır… Eğer yaşlıları tecrit ederseniz insanların, sadece yaşlılığın sıradan ve doğal göstergeleri olan bütün bu işaretlere sezgisel olarak abartılı bir kaçınma tepkisi vermesine yol açarsınız. Toplumun yaşlanması evrimsel açıdan yeni bir fenomendir. Atasal popülasyonlarda ortalama ömür şimdikinden çok daha düşüktü. Bazı kuramcılara göre evrimsel açıdan yeni durumlara göreceli olarak daha zeki ve yaratıcı olan insanlar daha iyi uyum sağlayabilirler. İşte bugün karşılaştığımız şey toplumun en düşük kapasiteli kesimlerinden başlayarak tüm toplumu saran bir yaşlı düşmanlığıdır. Ancak asıl sorumluluk bunun olabileceğini öngöremeyen yasal otoritededir. Biz yurttaşlar yürütmeden sorumlu aktörlerin danışmanlarının oldukça yüksek maaşlarını karşılıyoruz. Onlar da aldıkları tedbirlerin sosyal doğurgularını hesaplamak zorunda. Bir kez daha hatırlatmakta yarar var, yaşlılar daha fazla enfeksiyon bulaştırmıyor, yalnızca mevcut enfeksiyondan daha fazla etkileniyor. Ama insan zihni hatalı çıkarımlar yapacak şekilde desenlenmiştir” açıklamasında bulundu.