Sanayiciyi uyandırmamız lazım!

İKÇÜ Öğretim Üyesi M. Özgür Seydibeyoğlu, üniversite-sanayi iş birliği için yurt dışında firmaların hoca ve öğrencilerin peşinde koştuğunu belirterek, “Burada projeler için yaptığımız uğraşlar çok da karşılık bulamıyor sektörde. En nihayetinde sanayiciyi uyandırmamız lazım” dedi

  • Oluşturulma Tarihi : 20.02.2020 10:32
  • Güncelleme Tarihi : 20.02.2020 10:32
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Sanayiciyi uyandırmamız lazım! haberinin görseli

ÖZKAN PEKÇALIŞKAN-ÖZEL RÖPORTAJ
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi (İKÇÜ) Malzeme Bilimi ve Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. M. Özgür Seydibeyoğlu, üniversite-sanayi iş birliği kapsamında bugüne kadar birçok proje üretti ya da üretilmesinde aktif olarak rol oynadı. Bu kapsamda üniversite-sanayi iş birliğine inanan ve bunun olması için çaba gösteren Prof.Dr. Seydibeyoğlu, lisans, lisansüstü ve doktora öğrencileri ile insanlığın faydasına olacak ürünler geliştirerek ekonomiye katma değer sağlayacak ürünlerin ortaya çıkmasına öncülük etti. Kariyerinde yurt dışında Kanada, İngiltere, Norveç, İsveç ve Güney Afrika gibi ülkelerde de çalışma fırsatları yakalayan Prof.Dr. Seydibeyoğlu, yurt dışındaki üniversite ve sanayi alanlarında edindiği tecrübe, birikim ve bilgiyi İKÇÜ’de öğrencileri, İzmir’de de sanayi kesimi ile yaptığı ortak projelerle nispeten paylaşmaya çalışıyor. Yurt dışında edindiği deneyimlerinden yola çıkarak Türkiye’de ve İzmir’de üniversite-sanayi iş birliğinin hala tam olarak gerçekleştirilemediğine vurgu yapan Prof.Dr. Seydibeyoğlu ile üniversite-sanayi iş birliği üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.



YAŞAM ŞEKLİ VE DÜŞÜNCE YAPISI
-Özgür Hocam öncelikle İsveç’te bir üniversitede misafir öğretim görevlisi olarak üniversite-sanayi iş birliği kapsamında çağrılmanızdan ve oradaki izlenimlerinizden bahsedebilir misiniz?
Ülkelerin gelişmişliklerine baktığımız zaman İskandinav ülkelerinin tüm dünyada dikkat çektiğini görüyoruz. Bu ülkelerde kişi başı milli gelirin yüksek olmasının ötesinde insanların yaşam şekli ve düşüncelerinin de çok esnek ve rahat düşünen insanlar olduklarını söyleyebiliriz. İnsanların çocuk büyütme şekilleri de keza stresten uzak, çocukların büyüme şekli çok daha açık. Sürekli baskılamak yerine açık fikirli olmaya yönelik yaşam tarzları var. Bu şekilde yetişen insanlar da üniversiteye geldikleri vakit çok ciddi maddi kaygıları olmadığı için üniversite tercihleri tamamen keyif aldıkları işlere yönelik oluyor. Sosyal yanım daha güçlü olsun diyenler sosyoloji okuyor. Teknik işleri, bir şeyler icat etmeyi sevenler mühendislik okuyor. İnsanların 15-16 yaşlarında kafalarında muhakkak üniversite okumalıyım gibi telaşları yok. 2-3 yıl bir yerlerde çalışırım, sonra tekrar üniversiteye giderim gibi farklı yaklaşımlar yapabiliyorlar. Bizdeki gibi bir şekilde üniversiteye bir başlayayım da daha sonra başka işler yaparız diye bir şey yok.



ÖĞRENCİLER HAYATI TANIMALI
-İzmir’de çalıştığınız üniversitede ya da Türkiye’de öğrencilerin lisans eğitimine bakışlarını nasıl görüyor ve değerlendiriyorsunuz?
İKÇÜ’de özellikle birinci sınıfların derslerine giriyorum ve burada 4-5 yıl boşuna vakit geçirmemelerini tavsiye ediyorum. Öğrencilerime mesleği sevmiyorsanız, okumak zorunda değilsiniz diyorum. Bırakıp bir kafede işe girin ya da farklı bir yerde işe giriphayatı tanırsınız ve para kazanmaya başlarsınız diyorum. Üniversite mezunlarının da çoğu mezun olduklarında başlangıç maaş seviyeleri de çok yüksek olmuyor ne yazık ki. 4-5 yılda bir işyerinde tecrübe kazanıp yol alabilirler. Açıkçası öğrencilerimin önce hayatı tanımalarını istiyorum. Koşarak acele acele üniversiteyi bitirmesinler. Üniversiteyi isterseniz 25’inde bitirin isterseniz 30’unda bitirin ama hayat tecrübesi ve yaşam çok daha kritik. İnsanların üniversiteye giriş hikayeleri benim en çok dikkatimi çeken hikayeler oluyor. Bu okula 35 yaşında başlayan oldu ve 39 yaşında dönem birincisi olarak bitirdi. Bir yandan da işine devam etti. Tüm öğrencilerden daha bilinçli idi. Kendisi ile şu anda lisans üstü çalışmalar yapıyoruz. Geçen yaz birinci sınıf öğrencim bir mağazaya girip çalışmıştı ve bu benim çok hoşuma gitmişti. Onun adına çok sevinmiştim çünkü hayatı ve insanları tanıdı. Hayat 18-19 yaşında telaşla üniversiteye gitmek değil.



MESLEKLERİN KALİTESİ DÜŞÜYOR
-Anladığım kadarıyla siz üniversite eğitiminin gereksiz olduğunu değil ancak öğrencilerin sosyalleşemeden ve kendilerini tanımadan bir üniversite okumasına karşı çıkıyorsunuz. Gençlerin üniversite ve kariyer tercihlerini nasıl yapması gerektiğini biraz daha açar mısınız?
Gençlerin üniversitede illa ki mühendislik okuyacak diye bir şart yok. Meslek yüksek okulları (MYO) da çok kıymetli ve yurt dışında bunlara değer veriliyor. Maalesef ülkemizde bugün meslek yüksekokulları ve meslek liselerinin durumu ortada. MYO’lar ve meslek liselerini daha yetkin insanlara emanet edebildiğimiz vakit çok daha iyi yerlere gidecek bu iş. Bir yandan üniversiteler açalım ama hepsine malzeme mühendisliği programı açalım denmiş. Halbuki, sektördeki insanlar bile hala malzeme mühendisinin ne iş yaptığını kafalarında konumlandıramıyorlar. Metal mi, seramik mi, plastik mi çimento mu yapar kimse bilmiyor. Bu bile daha konumlanmamış iken 50 farklı üniversitemizde Malzeme Mühendisliği bölümü açılınca mesleklerin kalitesi düşüyor. Her yerde üniversite olup da yeterli hoca da olmayınca ders yükleri çok artıyor ve üniversitede uygulamalı olarak vermen gereken dersi veremez hale geliyorsunuz. Şöyle bir örnek vermek gerekirse Hollanda’da bugün 3 tane mühendislik okulu var. 650 milyar dolar ihracat yapıyorlar ve bizim nüfusumuzun 5’de biri nüfusları var. Bunun yanında sadece 4 tane teknik okula sahipler. Bizde ise 100’den fazla mühendislik okulu var ve biz 170 milyar dolar ihracat yapıyoruz.



FİRMALAR ÜNİVERSİTELERİN PEŞİNDE KOŞUYOR
-Yurt dışında çalıştığınız ülkelerdeki üniversite-sanayi iş birliği hakkında neler söylersiniz? Deneyimlerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?
Yurt dışında bulunduğum sürede çalıştığım üniversitelerin hepsi dinamikti çünkü hocaların garanti işi yok. Özellikle İskandinav ülkelerinde ve İsveç’te. Üniversitede 3-5 yıl maaş alıp kalıcı daimi işi kimseye sunmuyorlar. Orada görüştüğüm hocalar proje getirmedikleri sürece maaş alamadıklarını söylüyorlar. Yani projeden ek ücret almak değil, esas maaşı da alamıyorlar. İnsanları dinamik tutan bir yapı var. Alanım olması dolayısıyla mühendislik alanında Ar-Ge yapmak için sektörle iş birliği yapmanız gerekiyor. Sektör desteği olmadan proje yapamıyorsunuz. Üniversiteler, her projede sektör yüzde 50 finans desteği verecek diyor. Bunu kağıt üzerinde bir destek mektubu gibi değil reel destek olarak. Peki, firmalar bunu nasıl yapıyor? Bazen nakit para da desteği verebiliyorlar ama daha çok proje kalemlerinde yer alan adam/ay ve kendi firmalarındaki makine/test ücretlerini projeye yazıyorlar. Belli Ar-Ge mühendisleri o projede yer alacak ve ayda 10 saatini o projeye ayıracak şartı getiriyor. ABD’de sanayi firmaları üniversiteye gelip proje parası yatırıyorlar. Gel hocam sen bizimle çalış 2-3 tane yüksek lisans öğrencisine burs verelim diyorlar. Onlar bizim için Ar-Ge’yi yapsın diyorlar. Biz Türkiye’de öğrencileriniz ile kapı kapı firmaları dolaşırken ABD’de firmalar hocaların ve öğrencilerin ayağına geliyor. Resmen firmalar üniversitelerin peşinde koşuyor. Bitirme ve yüksek lisans tezlerinde firmalar üniversiteye gidip şu konuda bitirme tezleri yapalım diyor. Sonuçta yüksek lisans tezi dünyayı değiştiren projeler değil. Ama firmanın işine yarayacak tezler de ortaya çıkabiliyor. Ben burada firmalara bak benim yüksek lisans tezi ile uğraşan öğrencim var. Kendi elimle öğrenciyi firmaya götürüyorum. Hem de daha önce proje yapmış olduğum firmaya ve diyorum ki nihayetinde bu arkadaşın da tezi çıkacak. Firmanıza işe yarayacak bir ürün ortaya çıkabilir diyorum. Firma oralı bile olmuyor.



YÜZDE 50 FİRMA DESTEĞİ ŞARTI
-Üniversite öğrencileri ve üniversitedeki öğretim görevlileri açısından baktığımızda sektörün onların ayağına gelmesinin avantajları ve dezavantajları neler oluyor?
2017’de İsveç’teki bir iş ilanı çok ilginçti. 8 firma bir araya gelmiş ve üniversitede bir öğretim üyesi kadrosu için üniversiteye başvurduklarını gördüm. Bize şu alanda öğretim üyesi alın o da bize eleman yetiştirsin, bizim için üniversitede Ar-Ge yapsın diyorlardı. Böylece ülkedeki üniversiteler bilgi üretiyor. Ama en önemlisi bunu kural ve kanun koyucular proje yapılacaksa firmanın yüzde 50 desteğinin olmasını şart koşuyor. Böylece üniversite hocasının sektörle ilişkilerini sıcak tutması sağlanıyor. Firmalar üniversiteye geliyor ama öğretim üyeleri firmalara ben her şeyi bilirim gibi bir yaklaşım da sergilemiyor. İnsanlığın faydasına olacak ve insanların işine yarayacak şekilde olan projeler fonlanıyor. Geçen sene okuduğum bir makalede de Hollanda ve İsveç’te üniversite-sanayi iş birliğinin daha çok öne çıktığı ve çok daha uygulanabilir ürünler yapıldığı söyleniyordu. İngiltere’de yılda bir en fazla bir ya da iki makale yapsınlar diye öğretim üyelerine baskı yapalım demeye başlamışlar. Yılda 10 makale yapıyorsunuz kalite düşüyor. Az makale yapıp çok iyi dergilerde gerçekten değerli bilgiyi yayınlamak gibi yaklaşımlar ön plana çıkmaya başladı. Biraz konumuzun içinde parantez açtık ama insanlar proje ve bir şeyler üretmeye yönelik işler yapıyorlar. İnsanlar makale yapıyor ama bir firmanın sorununu çözmek, insanlığa faydalı olmak hepsi bunlar üniversitenin ajandasında olan şeyler. Bunu üniversite yönetimleri de zorunlu koşuyor.



ESNEK ÇALIŞMA SAATLERİ VAR
-Birazda oradaki çalışma koşullarından ve mesai kavramından bahsedebilir misiniz? Üniversitedeki öğretim görevlerine nasıl bir çalışma koşulları sunuluyor?
2007’de İsveç’te 6 ay kalmıştım. Kaldığım süre içerisinde çok esnek çalışma saatlerinin olduğunu gördüm. Doktorasını almış bir öğretim görevlisiyle çalışma koşulları üzerine konuşmuştum. Bu aralar yüzde 60 zamanımı firmada geçiriyorum, yüzde 40 zamanımı üniversitede geçiriyorum bazen de bu tam tersi oluyor demişti. 2019’da tekrar gittiğimde ise polimer malzeme alanında doçent seviyesinde başka bir hoca ile tanışmıştım. O da bana zamanının yüzde 40’ını üniversitede, yüzde 60’ını da dışarıda kendi laboratuvarında ve ofisinde geçirdiğini söylemişti. Üniversiteden tam maaşımı almıyorum. Çalıştığım süre yüzde 40 olduğu için sadece o kısmını alıyorum demişti. Yine sektörde çalışan birisinin de yüzde 20 zamanını üniversiteye ve eğitime kolaylıkla ayırabildiğini gözledim. Firmadan maaşını yüzde 20 eksik alıyor ama bu ücreti de üniversiteden alıyor. Bu tür esneklikleri üniversiteler hocalara sağlıyor. Çalışma saatleri ve oranlar değişebiliyor ama üniversiteler hocalara geldiği zamana karşılık ücretini ödüyor. Her şeyin finansı hazır ve projeye odaklı olarak çalışılıyor. TÜBİTAK 1003 projelerinde bunu yapmaya bir ölçüde çalışılıyor ama çok yetersiz. Gerçekten firma desteğini daha çok ön plana çıkartıyor.



TEZLER SEKTÖRLE BİRLİKTE HAZIRLANIYOR
-Peki, projeler hem biz de hem de yurt dışında oldukça fazla yapılıyor ama projelerin gerçekleşme oranı nedir? Bizde ve yurt dışında proje fikrine nasıl bakılıyor?
Doktora tezi daha bilimsel ama yüksek lisans tezleri hep sektörle ortak yapılıyor. İsveç’te Scania firması haftada iki gününü üniversitede geçiriyor. Üniversitede firmanın sorunlarını anlatıyor. Her bir doktora ve yüksek lisans tezi sektörden birileriyle yapılıyor. Yurt dışında üniversitede çalışmak için girdiğim mülakatlarda sektörden kişilerde mülakatımda oluyordu. Heyet sizin sektörle ne kadar iş yaptığınıza bakıyor. Sektörün dilinden anlıyor musunuz ona bakıyorlar. Çok fazla makale yazmanıza bakılmıyor. Pratik bilgini ne seviyede, işbirlikçi ve iyi bir iletişim kurabiliyor musunuz en çok bunlara bakılıyor. Kanada’da bir akşam meclis yayını yapan kanalı açtım. Oradaki temsilci ya da milletvekili projelerde toplam 500 milyon dolar para harcadıklarını söylüyordu. Bunu mecliste tartışıp buradan ne kadar iş çıktığını ve istihdam yaratıldığını konuşuyorlardı. Türkiye’de ise 8 milyar doları üniversiteler Ar-Ge’ye harcıyor. Sonuçta aldığımız verim ise çok düşük. En nihayetinde sanayiciyi uyandırmamız lazım. Bir şeyler olmuyor değil ama gerçekten de burada yapılacak güzel çalışmalar var.
PROJE MAİLİNE CEVAP BİLE YAZILMIYOR
-Hocam son olarak üniversite-sanayi iş birliğinin Türkiye’de ilerleyemediği ya da tıkandığı noktalar nedir? Bize bunlardan bahsedebilir misiniz?
Üniversite-sanayi iş birliğinin tıkandığı iki yer var. Bir sürü genç iş arıyor ancak firmalar aylık sigorta parasını dahi ödeyemiyorlar. Öğrenci gelsin bedavaya dönemlik staj yapsın diyoruz ona bile çekiniyorlar. Hocam şimdi İnsan Kaynakları (İK) sürecine girecek, İK’yı onunla yormayalım deniyor. Sektördeki insanlar biraz yorulacak. Çok az sayıda firma bunları yapmaya başladı aslında ama keşke tüm firmalara yayılsa. Firma beğenirse belki o kişiyi işe alacak. Bir sürü firma var alsınlar öğrencileri part-time çalıştırsınlar. Herkesin üniversitede akademisyen olacak hali yok. ODTÜ’den mezun olduğumda kendi dönemimden doktora yapan 20 ye yakın kişi oldu ama akademide kalan 5 kişiyiz. Yüksek lisans tezleri işverenler için güzel bir platform nihayetinde insanları tanıyorlar, proje üretiyorlar ve işin sonunda o insanı kazanabiliyorsunuz. Eğitim kısmına gelirsek şimdiki İsveç’te çalıştığım üniversitede ders içeriklerini bile sanayicilere soruyoruz. İçerikleri hazırlayıp onlara sunuyoruz. Firmalara gidip toplantı yapıyoruz. O kadar iç içe bir sistem var yani. Üniversiteler sadece proje üreten yerler değil eğitim kısmında da İK olarak görülüyor. İKÇÜ olarak İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi’nin (İAOSB) yanı başında kurulan bir üniversiteyiz. Bir sürü ihracat yapan firma var fakat üniversitedeki hocalardan haberleri yok. Firmalara kendim mail atıyorum öğrencilerimin projelerini daha da geliştirmek için. Ancak geri dönüşler çok olmuyor ne yazık ki. Ben kendi çabalarımla bir şeyler yapmaya çalışıyorum. İsveç’te gördüklerimi Türkiye’ye taşımak için uğraşıyorum.