Son ana kadar beklemeyin!

DEÜ Öğretim Üyesi Prof.Dr. Bizsel, Ege Denizi’nde de belli kiritk alanlarda deniz salyası olayının görülmemesi için son ana kadar beklenmeyip zaman kaybetmeden harekete geçilmesi gerektiğini söyledi


  • Oluşturulma Tarihi : 08.06.2021 07:45
  • Güncelleme Tarihi : 08.06.2021 07:45
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Son ana kadar beklemeyin!

YUSUF ÇAĞIRTEKİN-ÖZEL HABER

Marmara Denizi’nde son günlerde yaşanan müsilaj veya diğer adıyla deniz salyası olayının Ege Denizi’nde de yaşanma riski endişe yaratıyor. Özellikle kıyı bölgelerinde evsel ve endüstri atıklarının derin deniz suyu deşarjı ile denize saldıkları organik madde yükünün fazla olması müsilaj sorununun yaşanmasına çok büyük etkileri oluyor. Ege Denizi’nde deniz salyası riskini değerlendiren Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nihayet Bizsel, hâlihazırda deniz salyası olayının Ege’de de gözlendiğine ve İzmir Körfezi’nde zaman zaman yaşandığına dikkat çekti. Prof.Dr. Bizsel, Ege’de aynı olayın yaşanmaması son ana kadar beklenmeyip bir an önce harekete geçilmesini talep ederek, bu duruma yerel ve merkezi otoriteler, üniversiteler, mesleki sivil toplum örgütleri, diğer sivil toplum örgütleridâhil olarak katkı vermesi gerektiğini belirtti.

KIYI KESİMLERİNE DİKKAT!

Musilajın, kara ortamında bitkilere denk olan fitoplankton dediğimiz mikroskobik canlıların bazılarının varlığını devam ettirmesi, ortamda yerleşmesi, rakipleriyle rekabet, vb. avantajları sağlamak üzere üreterek ortama verdiği jelimsi organik bir madde olduğunu ifade eden Prof.Dr. Bizsel, “Musilaj içinde çoğalan bakteriler organik maddeleri parçalarken sudaki oksijeni çok hızlı tüketirler. Bir benzetme yaparsak, musilaj salgılayan fitoplanktonu kibrit, organik maddeyi benzin, uygun üreme koşullarını kibritin çakılması olarak niteleyebiliriz. Dolayısıyla benzin ne kadar çoksa o kadar geniş alan etkilenir, yani yanar. Ege Denizi’nde, İzmir Körfezi ve/veya Güllük Körfezi gibi alanlarda zaman zaman gözlenen bir durumdur. Ege Denizi’nin açık sularında organik madde yükü oldukça düşük ve ayrıca dikey su karışımı daha güçlü olduğundan musilaj üreten fitoplanktonun deniz salyası olarak gözlenebilecek üretim performansına ulaşmasının ihtimali çok düşüktür. Ancak kıyı alanlarında, özellikle, il ve ilçe yerleşim alanları, yazlık ev siteleri, büyük tatil siteleri, gibi sistem ve tesislere ait ön arıtmalı veya arıtmasız derin deniz deşarjı yapılan bölgelerde bu ihtimal deşarj yüküne ve deşarjın yapıldığı alandaki fiziksel koşullara göre giderek artar” diye konuştu. Bu arada, olayın musilaj yerine, “Deniz Salyası” veya yurtdışındaki yaygın ismi olan “Sea Snot” ın Türkçesi olarak “Deniz Sümüğü” ile anılması çevre sorunu niteliğini betimlemek açısından daha uygun olduğunu belirtti.

RİSKİ YARATAN TÜRLER İZLENMELİ

Ege Denizi’nde gözle görünür şekilde müsilaj olaylarının organik yükü fazla olan kıyı alnanlarında gözlendiğini söyleyen Bizsel, bunların Marmara’daki olaya göre oldukça küçük ölçekte olduğu için yerel dışında pek dikkat çekmediğini belirtti. Bizsel, “Belirtmek gerekir ki, göremediklerimiz hakkında da bilgi sahibi değiliz. Çünkü bu oluşum su yüzeyinden başka, bizim kolayca gözleyemediğimiz su kolonu ve dipte de oluyor. Bu nedenle, riskin göreli yüksek olduğu alanlarda, yürütülmekte olan deniz çevre izleme programlarına, daha sık örnekleme yapılacak şekilde bazı parametrelerin eklenerek, hem ortamdaki organik yükün, hemde bu riski yaratan türlerin izlenmesinin sağlanması gerekir. Bu sayede bu türlerin fizyolojileri ve ortamın oşinografik özellikleri daha iyi anlaşılabilecektir. Bunlar anlaşılmadan daha detaylı bir öngörüde bulunmak doğru olmaz. İklim ölçeğinde, havaların ısınmasının musilaj oluşturan türler için avantaj sağlayacağını da, bu arada vurgulamak isterim”ifadelerini kullandı.

EN KRİTİK KOŞULDUR

Müsilaj sorununun deniz araştırmalarının önemini bir kez daha ortaya çıkardığını ifade eden Bizsel, “Deniz bilimleri birçok temel ve mühendislik bilim disiplinlerini içeren çok disiplinli bir araştırma alanıdır. Araştırmaların yürütüldüğü alanın devasa ve sınırsız bir hacmi olduğu ve sürekli değişim gösterdiği de dikkate alınırsa, deniz araştırmalarının sürekliliği en kritik koşuldur. Sonuç olarak da, oldukça maliyetli araştırma faaliyetleridir. 1970 ve 1990 yılları arasında sağlandığı şekilde, daha fazla kaynak ayrılan ve müstakil çok disiplinli bir araştırma grubu tarafından koordine edilen bir temel araştırma alanı statüsüne verilmesi önemlidir. Bu gerçekleşirse, deniz salyası gibi çevre sorunları oluşmadan önlenebilir, yani risk ve tehditler oluşmadan çevremizi ve kaynaklarımızı koruyabilmek mümkün olur”şeklinde konuştu.

Haber Merkezi