Su’ya ruh veren geleneksel Türk sanatı: Ebru

Türk Geleneksel Sanatlarını dünyaya tanıtan Ebru ve Minyatür Sanatçısı Suna Koçal ile konuştuk. Ulusal ve uluslararası düzeyde birçok sergi ve etkinlik gerçekleştiren Koçal, sanatın inceliklerini gazetemize anlattı


  • Oluşturulma Tarihi : 19.03.2021 07:40
  • Güncelleme Tarihi : 19.03.2021 07:40
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Su’ya ruh veren geleneksel Türk sanatı: Ebru

ONURHAN ALPAGUT-RÖPORTAJ

Çini sanatı ile geleneksel sanatlarımıza adım atan Ebru ve Minyatür Sanatçısı Suna Koçal, ömrünü geleneksel sanatlarımızın dünyaya tanıtılmasına adadı. Kültür Bakanlığı bünyesinde sanat faaliyetlerini icra eden Koçal, ulusal ve uluslararası düzeyde birçok sergi ve etkinlik gerçekleştirerek geleneksel Türk sanatlarının tanıtılmasına katkı sundu ve sunmaya devam etmekte. Ebru sanatını, sanatın üstat ismi Hikmet Barutçugil’den aldığı eğitimlerle öğrenen ve geliştiren Koçal, aynı zamanda yeni sanatçıların yetişmesine de vesile oluyor. Geleneksel Türk sanatlarının açılan kurslarla daha yaygın hale getirilmesini gerektiğini söyleyen sanatçı bir yanda da bu durumun handikaba neden olacağını belirterek sanat eğitiminin bu işin ehli kişiler tarafından verilmesi gerektiğini vurguladı. Sanatçı, ebrunun inceliklerini gazetemize anlattı.

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Almanya’da doğdum, büyüdüm. Annem Alman, babam Türk. Ortaokul ve liseyi Türkiye Yalova’da okudum. Ortaokul yıllarında geleneksel sanatlarımızla tanıştım. Çini üzerinde gördüğüm Lale’nin güzelliğine zarafetine mest oldum. Yalova’da bu sanatın eğitimini aldım. Hocalarım beni yetenekli gördü. Fırçadaki başarımdan dolayı sadece Çini’de kalmamamı istediler. Bunun üzerine Ord.Prof. Süheyl Ünver’in kızı Gülbün Mesara hocamızdan tezhip ve minyatür eğitimi aldım. Hikmet Barutçugil Hocadan ebru sanatı üzerine de eğitim aldım. Minyatür derslerini Nusret Çolpan hocamdan altı sene boyunca ders aldım. Maalesef kendisini genç yaşta kaybettik. 17 arkadaşımızla beraber Nusret Hocanın ilk ve son öğrencileri olduk. Hüseyin Kutlu’dan hat sanatı üzerine ders aldım. Bu açıdan kendimi çok şanslı sayıyorum. Meliha Altay Hocamızdan katı sanatı üzerine eğitim aldım. Ethem Çalışkan Hocamızdan kaligrafi üzerine sohbet ve zaman zaman ders aldım. Birçok hocadan ders aldım ve hepsinin hayata, sanata bakış açıları birbirinden farklı. Bu benim için inanılmaz kıymetli.

Ebru sanatı dahil olmak üzere geleneksel sanatların birçoğuna hakimsiniz. Fakat ben daha çok Ebru sanatı ile ilgili geçmişinizi merak ediyorum. Kısaca bilgi verir misiniz?

Ebru sanatını kitaplardan ve eserlerden görüyordum. Fakat asıl alakam Hikmet Barutçugil Hocam ile tanıştıktan sonra gelişti. Hocamdan aldığım eğitimler sonucunda bu sanatı icra etmeye başladım. 9 seneye yakın onunla beraber çalıştım. Allah bütün hocalarımıza sağlıklı uzun ömür versin ve başımızdan eksik etmesin.

Bu geleneksel sanatımızın tarihi hakkında kısaca bilgi verir misiniz?

Bizim Türk süsleme, geleneksel sanatlarımız İslam sanatı olarak da isimlendiriliyor. Ben sanat tarihçisi değilim ama… Bu isimlerin yanı sıra çok yakıştırdığım bir isim daha var. Kadim sanatlarımız… Bunu söylemeyi seviyorum. Bu sanatları İslam sanatları ile sınırlandırmayı yeterli bulmuyorum. Geleneksel sanatlarımız İslamiyet ile birlikte gelişmiş ve bu sayede bu İsmi alır hale gelmiş. Sanatlarımız, İslam öncesinde yaşamaya başlamış. Sanatların tarihine sınırlandırma getirmek pek doğru değil gibi geliyor bana… Bizim sanatlarımızın çoğu Çağatay Türklerinden başladı ve İpek Yolu’yla Anadolu’ya gelip Osmanlı döneminde zirveyi yaşadı. Daha sonra 17-18 yüzyıllarda yavaş yavaş matbaanın da yaygınlaşması ile beraber geleneksel sanatlarımızın birçoğu ölmeye yüz tutmaya başladı. Cumhuriyet Dönemi ile beraber tekrar yükselişe geçti. Ord.Prof. Süheyl Ünver Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde hocalık yaptığı dönemde kendi sulu boya resimlerinin yanı sıra geleneksel sanatlara önem verip, yeni öğrenciler yetiştirmeye başladı. O dönemlerde eğitim gören öğrenciler günümüzde geleneksel sanatları devam ettirmeye canlandırmaya devam etti. Teknolojinin gelişmesi ile beraber bu sanatlarımızın yaygınlığı da arttı. Bu çok sevindirici bir durum. Dünyanın her yerinde artık ebru sanatını görebiliyoruz. Avrupalılar bu sanata ‘Marbling’ ismini veriyorlar. Bu doğru bir tabir değil. Öz be öz Türk sanatı olduğu için tekrar öz ismine kavuşması gerekiyor. ‘Ebru’,Türk kağıdı olarak bilinen bu sanatımızın eski ihtişamına kavuşması için mücadele veriyorum. Dünyanın farklı ülkelerinde bu sanatlarımızı sergiliyorum ve icra ediyorum onlara tanıtıyorum. Çok şükür ki günümüzde tekrar bir canlanma eski ihtişamlı günlerine geri dönüş hatta günümüz Rönesans’ı diyebileceğimiz bir noktaya geldi.

Yurt dışında birçok sergi gerçekleştirmiş bir isim olarak deneyimleriniz nasıldı? Yurt dışındaki insanlar bu köklü sanata nasıl bakıyor ilgileri ne durumda?

Yurt dışına sene içerisinde birçok defa gidiyorum. Farklı ülkelerde etkinlikler yapıyorum. Pandemi dönemi şu anda herkesi etkilemiş durumda. Sanatta bu durumdan nasibini aldı. Bu sürecin tez bir şekilde son bulmasını temenni ediyorum. Bu sene mart ayında Viyana Büyükelçimizin davetiyle orada olacaktım. Nisanda Kırgızistan, Mayıs Kıbrıs, Haziran Pakistan, eylülde Almanya’da kişisel sergi ve etkinliklerim olacaktı. Hepsi şu anda pandemi sürecinin sona ermesini bekliyor. Gönüllülük esasıyla yaptığım etkinliklerde tek talebim bir hafta kaldığım süreçte gün içerisinde 2-3 tane farklı organizasyonlar düzenlemeleri. Etkinlikler arasında Ebru sSanatı ile şifa etkinliği yer alıyor. Bu etkinlikte gittiğim ülkede bir yetimhane, otizm veya down sendromlu çocuklarla bir araya gelmek ve onlarla sanatı ortak icra etmek gibi etkinlikler var. Yine üniversitelerde, akademilerde etkinlikler var. Dezavantajlı gruplarla bir araya gelmek gibi… Sanatlarımızı tanıtmamızın haricinde onlarla o coşkuyu, güzelliklerini paylaşmak benim için inanılmaz bir duygu. Türkiye’yi yurtdışında tanıtmak benim için bir onur bir şeref. Bu duyguları insanlar ile paylaşmak kelimelere sığmaz. Yurt dışında bunları görüyorum. Bu bir ayrıcalık bir keyif… Ebru sanatının farklı bir yönü var. Su üzerinde icra ediliyor. Su, insana bir rahatlama, keyif veriyor. Ebru sanatında suyun, havanın dalgaları ile etkileşime geçip, sizin pozitif bir düşünceniz, etkileşiminiz suda güzel şeylerin oluşmamasına sebebiyet verebiliyor. İnsanın 3’te 2’si sudan oluşuyor, siz düşünceleriniz ile o suyu etkiliyorsunuz. Buda bize gösteriyor ki insan hep güzellikle yaklaşmalı hayata.

Ebru sanatı insanlarda nasıl bir etki bırakıyor?

Türkiye’de ve yurtdışında insanların bizim geleneksel sanatlarımızla tanışmaları, yaşamaları durumunda adeta onları büyülüyor. Bu sevinçlerini alkışla, takdirle gösteriyorlar. Ama yetim ve down sendromlu çocuklarla çalıştığım zaman ebrunun insanlar üzerindeki etkisini daha iyi görüyorum. Bu yavrular çevre ile daha şekillenmemiş oluyorlar. Kültürün vermiş olduğu etkiler daha bu yüreklerde olmadığı için kendilerini ve duygularını çok rahat bir biçimde aktarabiliyorlar. Sevinçlerini ve heyecanlarını paylaşıyorlar. Bu durum; ebru sanatının insanlar üzerindeki etkisine verilebilecek örneklerden sadece bir tanesi olarak sayılabilir.

Bu sanatın incelikleri nerede yatıyor?

Ebru sanatı çok kolay diye düşünen insanlarımız tekne başına geçtikleri zaman aslında ne kadar zor bir sanat olduğunu anlıyor. Bizim bu sanatımızın inceliği doğal malzemeden olmasından kaynaklanıyor. Çamlıca topraklarından kahverengi elde ediyoruz. Pakistan’ın Lahor kentinden Lahor koyu maviyi elde ediyoruz. Çivitten ise lacivert renklere ulaşıyoruz. Oksit boyalardan okre rengini elde ediyoruz. Toprak boyalarından farklı tonları elde ediyoruz. Yani anlayacağınız bütün doğal boyaları kullanıyoruz. Onları aylar boyunca eziyoruz. Boya haline getiriyoruz. Ne kadar iyi ezerseniz, o kadar iyi boya elde etmiş oluyorsunuz. Eğer iyi ezmemiş olursanız, partiküller kum taneleri gibi kalıyor. Suyun üzerinde tutunamayıp dibe çöküyor. Tabii ki bu boyaları suyun yüzünde tutan özelliklerden bir tanesi de öd dediğimiz madde. Genellikle sığırlardan aldığımız safra suyunu yani ödü kullanıyoruz. Bu bizim sihirli iksirimiz. Boyalarımızın içerisinde kullanıyoruz. Bu sayede boyalar kendi hareleri içerisinde kalıyor. Dağılmıyorlar. Eğer öd konulmazsa tonlar karışmış oluyor. Boyalarla işimiz bittiğinde, kağıdı suyun üzerine koyduğumuzda boyaların kağıda yapışmasını sağlayan sihirli iksirimiz yine öd oluyor. Boyaları suyun üzerine serpebilmek için antiseptik özelliği taşıyan gül dallarını ve at kıllarından fırçalarımızı kendimiz hazırlayıp onları kullanıyoruz. Doğal olarak kullandığımız bütün bu malzemeler suyun yüzeyine işleniyor. Anadolu’da yetişen geven otundan elde ettiğimiz kitre ile ebru teknesi içindeki suyumuzu yoğunlaştırıyoruz, bu sayede boyalarımıza rahat şekiller verebiliyoruz. Bu sanat çok mu zor ya da çok mu kolay dediğimizde? Siz eğer doğanın dilini ne kadar iyi anlayabiliyorsanız ebru sanatı sizin için kolaylaşacaktır. Siz ne kadar bu sanatı deneyimler ve üzerinde çalışırsanız, o kadar doğanın size fısıldadığı dili anlamış oluyorsunuz. Bu size kolay ve güzel ebru yapmayı sağlıyor.

Yerelde belediyeler ve ülkemizi yönetenler geleneksel sanatların daha yaygın hale getirilmesi için neler yapılmalı?

11 senedir Kültür Bakanlığına bağlı ebru sanatı eğitmenliği yapıyorum. Kendi atölyemde hem de bakanlığa bağlı Yalova’daki eğitim merkezinde bu sanatı icra ediyor ve eğitimini veriyorum. Kültür Bakanlığımız, geleneksel sanatlarımızın ölmemesine yönelik birçok faaliyette bulunuyor. Ancak Kültür Bakanlığının bünyesinde ebru sanatı eğitmenliğini yapan 3 ya da 4 kişiyiz. Rakamın bu düzeyde olmasının sebebini bende tam olarak bilemiyorum. Belki de her şehirde ebru sanatlarının eğimini verecek sanatçıların olmamasıdır. Türk sanatlarının kurslarının açılması yaygınlaşması ve tanırlılığın artması oldukça önemli. Bu kurslar açılmalı ve çoğaltılmalı. Fakat şöyle bir handikap var; talebin çok olduğu yerlerde kursların açılması orada eğitmenlerinin sanata çok hakim olmaması sanatlarımıza ciddi anlamda zarar verebiliyor. Bu sebeple evet, kurslar açılmalı, desteklenmeli. Fakat sanata hakim olan öğreticiler tarafından bu eğitimler verilmeli ki geleneksel sanatlarımız dejenere olmasın.

Şu anda hangi projeler üzerinde çalışıyorsunuz?

Yalova Üniversitesi rektörünün yaptığı teklif ile üniversitede hoca olmamı isteyince Yalova Üniversitesi Sanat Tasarım Fakültesi İletişim Sanatları Bölümü’nü okudum. Üniversite gençleri ile beraber 4 sene aynı sırayı paylaştım. Benim için ayrı bir keyif oldu. Unutulmaz yıllar yaşadım. Geçtiğimiz sene derece ile mezun oldum. Necmettin Erbakan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde şu an yüksek lisans yapıyorum. Birinci ders yılını bitirdim. Şu an tez aşamasındayım. Pandemi sürecinde tez ile uğraşıyorum. Yoğun tempolu olarak çalışıyorum. Birkaç projem devam ediyor. Bunlardan bir tanesi minyatür ve ebru sanatının uygulandığı kıyafetlerini tasarımını yapıyorum, moda firması bir koleksiyon olarak bayramda piyasaya çıkacak. Bunun çalışmaları devam ediyor. Bir yandan geleneksel Türk sanatlarımız için 13 bölümlük bir belgesel yapmıştım. Projemin adı: ‘Aşk Olsun’du. Bu belgeselin devamını TRT kurumu istemişti. Belgesel ile alakalı görüşmelerimiz devam ediyor. Umuyorum devamı gelecek. Ayrıca Eko Türk televizyonu için başlattığımız Kültür Sanat programı var. Her Pazar saat 13’te yayınlanan bu programın Adı: ‘Suna Koçal ile Yolculuk’. Her bölümüne farklı bir sanatı icra eden kültür insanı konuk oluyor.

‘Aşk Olsun’ belgeselinin bir benzeri daha önce çekildi mi?

Önceki senelerde yaptığımız ‘Aşk Olsun’ belgeselinin önemi ilk defa geleneksel Türk sanatlarımız için yapılmış çok kapsamlı bir belgesel olması. Üstadı ile biz geleneksel sanatlarımızın felsefesini, yapılışını, tarihçesini ile geniş kapsamlı olarak ele aldık. Bu da Türkiye’de bir ilktir. Benim için gurur verici.

İzmir’de daha önce sergileriniz oldu mu?

Evet. İzmir halkı çok kıymetlidir. Sanata ilgileri büyüktür. İzmirlinin sanata ve okumalara verdiği değer üst düzeydedir. Ben bunu tecrübe ettim. Sizin aracılığınızla tüm İzmir’e selamlarımı gönderiyorum.

Haber Merkezi