- Gündem
- 04.05.2025 00:22
Enkazın altından çıkarılan ve ‘mucize’ olarak lanse edilen çocukların bedenleri kurtarıldı ancak ‘gelecekleri’ toplum eliyle tekrar enkaza sokuldu; bilişim suçları kişilerin haysiyetini yok saydı
SULTAN GÜMÜŞ / ÖZEL HABER
Ayda ve Elif bebek… Onlar, İzmir’de 30 Ekim Cuma günü yaşanan 6.6 büyüklüğündeki şiddetli depremin simgesi adeta. Enkaz altından günler sonra çıkarılan çocuklar için toplumun büyük bir kısmı ‘mucize’ dedi, belli bir kesimi de ‘yerel ve merkezi iktidarın sorumsuzluğu’. Bireyleri harekete geçiren en büyük unsurlardan biri olan sosyal medya kullanıcıları ise yaşanan acı tabloyu ‘masumlaştırmaya’ çalıştı, ‘bağıra bağıra’ gelen bir cinayet toplum eliyle örtbas edildi, farkında olmadan. Ülkedeki ve kentteki çoğunluk ‘Kırmızı Pazartesi’yi oynadı kısacası. AFAD ekibinden bir gönüllünün elini tutan Ayda bebeğin fotoğrafları ve videoları üzerine fon müzikleri konuldu, aynı ekipten başka bir gönüllünün başparmağını tutan Elif bebeğin o görüntüsü ise ticarileştirilerek kupa bardaklarına işlendi; ‘umut’ dahi metaya dönüştürüldü… Tüm bunlar ve niceleri yaşanırken unutulan olay şu oldu; bu çocuklar büyüyecek ve o görüntüler hiçbir zaman hafızalarından silinmeyecek. Uzman Klinik Psikolog ve Avrupa Birliği Uzmanı Metin Olataş, bilişim suçu işlenerek insan haysiyetinin yok sayıldığını vurguladı ve “Ne yazık ki toplumsal olarak çoğu alanda empati yeteneğimizi kaybetmiş durumdayız. Fiziksel anlamda yardım konusunda ne kadar cömertsek duygusal yardım konularında bir o kadar cimriyiz” dedi.
MASUMLAŞTIRMAYA ÇALIŞAN ‘MEDYA’
“Ne yazık ki bu ve benzeri sahnelere günlerce ve gün içerisinde saatlerce maruz kalındı” diyerek olayı ‘masumlaştırmaya’ çalışan medyanın rolüne yer veren Olataş, “Kişilerin özel hayatları hiçe sayılarak yapıldı. Kişilerin etiketlenmesine göz yumularak yapıldı. Yarın öbür gün bu kişiler yasal olarak haklarını aramak isterlerse bu şekilde umarsızca iş yapanların başını ağrıtabilmeleri olasıdır. O küçük çocuklar dijitalleşen dünyanın olumsuz etkisi sebebiyle dijital dünyanın raflarında yerlerini aldılar. Umarım ileriki zamanlarda çocuklarımız için yeniden yeni yaraların açılmasına sebep olmaz. Şu anda yaşanan travma ilk elden yaşanan bir travmaydı. Bir de ikincil travma denen bir olgu vardır. Travmayı yaşayanlara şahit olarak yaşanan travma. Depremi yaşamayanların çoğu bu ve benzeri görsellerle travmatize olmuş durumdalar. Aynı şekilde bu dönemde ‘haberleştirilen’ ya da ‘ikonlaştırılan’ kişiler yarın öbür gün bu ve benzeri görselleri görüp yeniden travmatize olabilirler. Medyanın görevi insanlara haber vermek, gelişmelerin takibini sağlamak olmalıyken yaptıkları genellikle (ne yazık ki!) trajediler üzerinden prim yapmak oldu” bilgisini paylaştı.
DUYGUSAL YARDIMDA CİMRİYİZ…
“Sosyal medyada vatandaşların yaptığı paylaşımları sağlıklı buluyor musunuz? ‘Çocukların fotoğraflarını kullanmayın’ diyen kesim kadar hunharca paylaşanlarda var. Bir psikolog olarak siz hangi tarafta durmayı doğru buluyorsunuz?” sorusunu da yanıtlayan Olataş, “Psikolog kimliğinden önce ben olaya bir insan olarak bakıyorum. Bir taraf olmak gerekirse eğer demin yukarıda medya ile ilgili yaptığım eleştirinin en az aynısını bahsini ettiğiniz kişiler de hak ediyorlar. Ne yazık ki toplumsal olarak çoğu alanda empati yeteneğimizi kaybetmiş durumdayız. Fiziksel anlamda yardım konusunda ne kadar cömertsek duygusal yardım konularında bir o kadar cimriyiz. Diğer insanların ne hissediyor olabileceğini ya da onları rencide ediyor olabileceğini düşünmeden direkt bir şeyleri/birilerini kayıt altına alıyoruz ve bunları paylaşıyoruz. Bu ve benzeri hareketler hem zaman zaman bilişim suçu olabilirken hem de insan haysiyetini yok saymak oluyor. İleriki dönemlerde her iki pozisyondaki insanlarla uğraşmak yine ruh sağlığı alanında çalışanlara düşecek. Çünkü bu durumda direkt ya da dolaylı olarak süreçlere tanık olanlarda hem birincil travma, hem ikincil travma hem de diğer ruhsal rahatsızlıklar ortaya çıkacaktır” cümlelerini kullandı.