Sayfa Yükleniyor...
Türkiye’deki cezasızlık politikaları cinsel saldırıya uğrayanları adalet nezdinde de mağdur ederken, sanık avukatlarının mahkeme salonlarındaki ithamları hem meslek ahlakını hem de vicdanları zedeliyor!
İstanbul Sultanbeyli'de 13 yaşında bir kız çocuğuna yönelik yaşanan cinsel saldırı olayının ardından mahkemede etek boyunu soran, sonrasında da mağdur çocuğu tehdit ettiği iddia edilen sanık avukatı Gülsün Doygun, tepkilerin odağında… Peki, Avukat Doygun’un bu söylemleri / ithamları avukatlık ilkelerine, meslek ahlakına uygun mu? Konuyu, İzmir Barosu Kadın Hakları Danışma ve Hukuk Araştırmaları Merkezinden Sorumlu İzmir Barosu Yönetim Kurulu Üyesi ve aynı zamanda Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonu 15. Dönem Yürütme Kurulu Üyesi Av. Elçin Kılınçer Ot ile konuştuk.
Türkiye’de üstü örtülen, ses çıkarılamayan birçok vakanın olduğunu kaydeden Av. Kılınçer Ot, “Ülkemizde cinsel saldırı mağdurlarını koruyabilecek mekanizmaların güçlü olduğunu söylemek çok güç!” dedi.
Avukatlık Kanunu’nda avukatın hak ve ödevlerini düzenleyen hükümlerin çok açık olduğunu kaydeden Av. Kılınçer Ot, şunları kaydetti: “Kanunumuza göre avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak zorundadır. Ve yine avukatlar, Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler. Meslek Kurallarımız der ki; Avukat, mesleki çalışmasını kamunun inancını ve mesleğe güvenini sağlayacak biçimde ve işine tam bir sadakatle yürütür. Avukat, mesleğin itibarını zedeleyecek her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak zorundadır. Avukat, yazarken de, konuşurken de düşüncelerini olgun ve objektif bir biçimde açıklamalıdır. Mesleki çalışmasında avukat, hukukla ve yasalarla ilgisiz açıklamalardan kaçınmalıdır. Tüm bu düzenlemeleri birlikte değerlendirdiğimizde iddiaya konu söylemlerin Kanuna ve Meslek Kurallarına aykırılığı ne yazık ki aşikardır.”
“Savunma /savunulma hakkı böylesine bir yaklaşımı gerektiriyor mu?” sorusunu yanıtlayan Av. Kılınçer Ot, “Savunma hakkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde düzenlenmiş; 2001 yılında ise ‘adil yargılanma’ ibaresiyle Anayasamıza eklenmiş, temel insan hakkı ve adil yargılanma hakkının en temel ilkelerindendir. Kural olarak sanığa ait bir haktır. Yargılanan sanığın yargı makamları önünde hakkındaki suçlamadan kurtulmaya yönelik kullanılan söz ve düşünce özgürlüğüdür. Ceza yargılamasında amaç maddi gerçeğe ulaşmaktır. Bunun için de sanığa etkin bir savunma yapma imkanı tanımak gerekir. Sanık bunu avukatı/vekili aracılığıyla da yapabilir. Ancak sanığa tanınan etkin savunma hakkı bir avukat aracılığıyla kullanıldığında, yargının kurucu unsuru olan avukatın, yukarıda bahsettiğimiz yasal düzenlemelere uygun şekilde davranması gerekir. Başka bir ifade ile sanığa tanınan savunma hakkı avukat aracılığıyla kullanılırken avukat, düşüncelerini olgun ve objektif bir biçimde açıklamalıdır. Bugün, herhangi bir alanda herhangi bir konuda, ‘kazanmak için her yolun mübah olduğu’nu düşünen bir anlayışın yerleştiği toplumumuzda/kültürümüzde, bahse konu söylemleri savunma hakkı kapsamında değerlendirenler olabilir. Ancak hala hukukun üstünlüğüne inanan, insan haklarına saygılı ve mesleğini yasal düzenlemelerin tanımladığı/konumlandırdığı biçimde ifa eden bir avukatın, bahse konu söylemlerde bulunmaması gerektiği çok açıktır” dedi.
Söz konusu cinsel istismar vakası ilk değil, Türkiye’deki cezasızlık politikaları dolayısıyla da ne yazık ki son bulmayacak. Peki, ülkede cinsel saldırı mağdurlarını savunabilecek mekanizmalar güçlü mü? Av. Kılınçer Ot, soruya yanıt olarak şunları aktardı: “Maalesef duyup öğrendiklerimiz dışında, üstü örtülen, ses çıkarılamayan başka bir sürü vakanın olduğu kanısındayız. Ülkemizde cinsel saldırı mağdurlarını koruyabilecek mekanizmaların güçlü olduğunu söylemek çok güç. Maalesef ‘Bir kereden bir şey olmaz’ diyen bir ‘Bakan zihniyetiyle’ yönetiliyoruz!
İzmir Barosu’nun Çocuk Hakları Merkezi’ne de değinen Av. Kılınçer Ot, “Baromuzda bir merkezimiz var. Ülke genelindeki pek çok baroda da çocuk haklarına ilişkin çalışmaların yürütüldüğü merkez ya da komisyonlar var. Çocuk Hakları Merkezlerinin yaptığı teorik ve pratik çalışmaların, mağdur veya suça sürüklenen çocuklara verdiği hukuki desteğin; özellikle meslektaşlarımızın ve iş birliği yaptığımız her kurumun/bileşenin farkındalığını arttırmada, toplumsal davaları takipte alana katkısı büyük. Ancak bu faaliyetlerin tek başına önleyici olması çok zor. Devletin özellikle imza ettiği uluslararası sözleşmelerle, yerine getirmekle yükümlü olduğu yükümlülükleri var. Yine anayasal ve diğer yasal düzenlemeler gereği yapması gerekenler var. Önce devlet, çocuğun en temel haklarına koşulsuz ve eşit bir biçimde ulaşmasını sağlayacak. Sonrasında eğitim! Çocuklarımızı bu konularda eğitmek zorundayız. Bunu eğitim sistemine yerleştirmek zorundayız. Çocuğun bir mağduriyeti söz konusu olduğunda ise bu mağduriyeti giderecek her türlü mekanizmayı kurmak, işletmek zorundayız” mesajını verdi.
Kamuoyunda tepkiye neden olan sanık avukatı Doygun’un sözde savunmasının Türkiye’de ilk olmadığını kaydeden Av. Kılınçer Ot, cümlelerini şöyle tamamladı: “Ne ilk ne de son olur kanımca. Öncesinde de vardı. Ancak görünürlük/bilinirlik daha az orandaydı. Özellikle sosyal medyanın bu tip olayları daha görünür hale getirdiği hepimizin malumu. Yine, özellikle istismar ve şiddet vakalarında baroların ve STK’ların gösterdiği hassasiyet, davaların takipçisi olmaları, yargılamaya ilişkin sürecin görünür olmasını sağlıyor… Son olarak çocuğa yönelik şiddeti önlemekle yükümlü olan devlet, cezasızlık politikasını terk ederek faile eylemine karşılık gelen cezayı vermelidir… Ben tüm dünya çocuklarının, doğuştan sahip oldukları tüm haklarına ulaştığı; eşit ve şiddetsiz, barış içinde yaşadıkları bir dünya özlemiyle onlar için her zaman mücadele etmeye devam edeceğimizi söylemek isterim.”
SULTAN GÜMÜŞ KAYA