Sayfa Yükleniyor...
Türkiye’de yaşanan ekonomik çöküntü ile diğer bir takım başlıca sorunlar kuşaklar arası çatışmaya neden olurken, uzmanlar, gençleri hedef tahtasına oturtmaktan vazgeçilmesi gerektiğini vurguladı
SULTAN GÜMÜŞ / RÖPORTAJ
Son zamanlarda sosyal medya üzerinden gördüğümüz sokak röportajları oldukça revaçta. Özellikle gençlerin Türkiye ekonomisi üzerine sorulan sorulara verdiği cevaplar epey konuşuluyor. Fakat konuşulan bir şey daha var ki hem güldürüyor hem de ağlatıyor… Sokak röportajı yapılırken araya giren yaşlı amcaların / teyzelerin gençlere dönüp ‘telefonunu göster’ demesi, bir telefon üzerinden ülke ekonomisinin değerlendirilmesi ve gençlerin cebinden çıkan telefonların oldukça eski cihazlar olması trajikomik görüntülerin ortaya çıkmasına neden oluyor… Olaylara tanıklık eden ya da herhangi bir yerden izleyen vatandaşlar, tüm yaşananlara gülüp geçerken, bu tarz söylemlere maruz kalan gençlerin nasıl bir gelecek inşa edeceği sorgulanır oldu. Özellikle Z kuşağı dediğimiz kesim gerek siyasiler gerekse orta ve yaşlı kesim tarafından sürekli ötelenirken, onların umutlarının nasıl yeşereceği merak konusu… Tüm bu çatışmaların nedenlerini ve çözüm noktalarını Uzman Klinik Psikolog ve Avrupa Birliği Uzmanı Metin Olataş ile konuştuk.
SÜREKLİ GENÇLERİ SUÇLAMAKTAN…
Pandemi öncesinde de ülkece yaşadığımız birçok zorluk vardı. Fakat salgın ile birlikte katmerleşti. (Eğitim alanındaki aksaklıklar cabası) Bunları da göz önüne alırsak, genç nesli dinamik, üretken tutabilmek adına nasıl söylemler geliştirilmeli? Kimlere, nasıl görevler düşüyor?
Pandemi öncesindeki uygulama ve söylemleri pandemi döneminde ve hatta sonrasında uygulamak her zaman uygun olmayabilir. O zamanın sosyo-ekonomik-kültürel koşulları başkaydı; bugün başka; yarın daha başka olacak. Tarih olarak konuşacak olursak 2019’da başka bir dünya vardı; 2020’den beri başka bir dünya var ve önümüzdeki zaman diliminde daha başka bir dünya olacak. Birbirine neredeyse bire bir benzer iki ayrı kilidi nasıl aynı anahtarla açamazsak buradaki durum da budur. Var olan durumu yönetebilmek tamamen hem bireysel hem toplumsal hem de idari düzeyde ne kadar esnek olabildiğimize bağlı… Neler yapabileceğimiz konusunda ise demin bahsettiğim esnek olmanın yanı sıra nerede, ne zaman ve nasıl hareket edeceğimizi bilmekte fayda var. Herkes her konuda ahkâm kesmede ve diğerini ötekileştirip onu bir şekilde hedef tahtasına oturtmakta oldukça uzman. Önce kendimize sonra da mümkünse çevremize bu konuda çeki düzen vermeye çabalarsak yapıcı yaklaşımların ortaya çıkması daha olası olacaktır. Bunun için de sürekli gençleri suçlamaktan ve onları hedef tahtasına oturtmaktan vazgeçmeliyiz. Öncelikle onları dinlemeyi öğrenmeliyiz. Birini dinlemeden onu anlamak mümkün olmayacağı için onun da sorununu yani toplamda toplumun sorununu çözmekten bahsetmek boş laftan başka bir şey değildir. Eğer bir reçeteyse aradığımız şu şekilde özetlemek mümkün: Dinlemek, anlamak, empati kurmak ve birlikte hareket etmek.
ZAMANIN RUHUNU YAKALAYAMIYORLAR!
Günümüzde adeta yaşlı-genç çatışması yaşıyoruz. Ve sorun daha da derinleşiyor… Sizce bu sorunun toplumsal-psikolojik nedenleri nelerdir? Bir suçlu elbette aramıyoruz. Ancak adeta gençliği ötekileştiren, bir öfke toplumunun yaratılmasına yol açan sebepler nelerdir?
Demin de bahsettiğimiz var olan durumla baş etmeyi bilemediğimiz, empati kuramadığımız ve de temelde karşımızdakini dinlemeyi anlamayı es geçip hemen yargılamaya giriştiğimiz için bütün bunlar yaşanıyor. Dediğiniz gibi kabaca yaşlı ve genç olarak iki gruba ayırarak konuşacak olursak yaşlıların gençleri anlamaya yönelik dirençlerinden kaynaklanıyor bu sorun. Baby-Boomer Kuşağı; yani 2. Dünya Savaşı ve sonrasına denk gelen kuşak ve X kuşağı; yaklaşık olarak 1960’larla ile 1980’lerin başında doğanlar, kendi dönemleri ile bugünkü dönemi kıyaslarken zamanın ruhunu yakalayamıyorlar. Onların genç olduğu dünya ile bugünkü gençlerin dünyası her açıdan çok farklı. Bu gerçeği göremeyen ya da görmeyi reddeden topluluk bugünkü gençleri genellikle yetersizlikle ya da yetinmeme ile suçlamakta. Onların zamanında düzenli gelir getirici bir işe sahip olmak, erken zamanda evlenmek, çoluk çocuğa karışmak, ev-araba vs. almak uygun, doğru ve ‘iyi’ hareketler iken; sık sık iş değiştirmek, aile kurmamak, mal-mülk sahibi olmamak o kadar uygun olmayan hareketlerdi. Ancak günümüzde durum çok farklı. Bugünün gençleri standart-örgün eğitim haricinde mümkünse uluslararası düzeyde kendini geliştirecek eğitimleri almayı, ömür boyu tek bir yere bağlı/bağımlı çalışmamayı, o kadar erken yaşta bir aile düzeni kurmamayı, mal-mülk edinmek yerine daha fazla deneyim edinmeyi ve bunlarla kendini geliştirip mümkünse girişimci olmayı daha uygun ve ‘iyi’ hareketler olarak tanımlamaktalar. Tabiri caizse dananın kuyruğu da tam olarak burada kopmakta. Cep telefonu örneğine değinecek olursak eski kuşaklar için belki ‘pahalı’ bir telefona sahip olmak bir çeşit statü göstergesi olabilir ama bahsettiğimiz genç toplum için bu statü göstergesinden ziyade hali hazırda işini gücünü halletmekte ve dünya ile bağlantısını güncel tutabilmesine yardımcı olan bir araç. Aynı alete olan birbirinden çok farklı bakış açısı söz konusu. Pek çok konuda olduğumuz gibi bu konuda da farklılıklara karşı toleransımız düşük olması sebebiyle bahsini ettiğiniz gibi empati yoksunluğu kaynaklı öfke patlamaları yaşanmakta.
HİÇBİR ŞEY SONSUZA KADAR SÜRMEZ
Ülkede yaşanan ya da küresel hale gelen bazı sorunlar karşısında gençlerin bir kısmının geleceğe dair umudunu yitirdiğini görüyoruz. Siz bir psikolog olarak bu umudu tekrar yeşertecek neler söylemek istersiniz? Toplum eliyle ya da bireysel olarak neler yapılmalı?
Bugünkü koşullar altında böyle düşünüyor olmaları ne yazık ki doğal bir durum. Dediğiniz durumu ben de etrafımdaki insanlarda gözlemlemekteyim. Demin değindiğimiz empati, dinleme ve anlamayı gündelik hayatımızın parçası haline getirmemiz süreci yönetmemize katkı sağlayacaktır. Fakat konu çok geniş kapsamlı bir sorun olduğu için topyekûn mücadele ile sorunun çözülmesi mümkün olabilir.
Hem kendime hem de etrafımdaki kişilere kalpten inanarak söylediğim şey ise hiçbir şeyin sonsuza kadar sürmeyeceğidir. Dünya tarihi boyunca da bu böyle olmuş ve her zaman inişler ve çıkışlar yaşanmıştır. Bugün içinde bulunduğumuz olumsuz koşullar da gün gelecek geçecek ve bizlerin hafızalarında bir anı olarak kalacak. Bu düşünce, bu inanç bizlere mücadele etme, geleceği şekillendirme umudunu ve gücünü verecektir. İnsan önce düşünür, düşündüğü şeye kendisi inanır, ona yönelik hazırlığını yapar ve doğru zamanın geldiğine ikna olunca da harekete geçer ve başarır.
Haber Merkezi