- İzmir
- 08.08.2025 18:19
Boşandığı Ü.K’den uzun süredir şiddet gördüğünü belirten M.A., “Devletin beni ciddiye alabilmesi için benim ölmem mi gerekiyor?” dedi. Avukat Nevraz Sığın ise, “Yarım bıraktığı işi bitirsin diye mi bıraktı hakimlik, biz gerçekten merak ediyoruz” diye tepki gösterdi
Türkiye’de ekonomi, eğitim, sağlık gibi sorunların yanı sıra ülke huzuruna ve toplumsal güvene zarar veren sorunların başında aile içi şiddet geliyor. Kimi zaman büyüdükleri evde aile üyelerinin şiddetine maruz kalan kadınlar, evlendiklerinde kocalarının, aşık olduklarından sevgililerinin, itiraz ettiklerinde sistemin şiddetine karşı dik durmak için mücadele veriyor. Ancak iktidarın politikaları ve söylemleri, kadına ve çocuğa yönelik aile içi şiddeti engellemekten çok uzak olduğu yönünde eleştiriliyor. İstanbul Sözleşmesi’nden de çıkılması, söz konusu şiddet ve cinayet olaylarının da önünün açılmasına neden oldu. Ayrıca yine AK Parti tarafından Aile Yılı ilan edilen 2025 yılının ilk 7 ayında 167 kadın cinayeti 175 şüpheli kadın ölümü gerçekleşti. Aile içi şiddetin görüldüğü bir diğer adres ise İzmir oldu. İzmir’de yaşayan ve boşandığı Ü.K.’den uzun zamandır, boşanma sonrasında da şiddet gördüğünü belirten M.A., yaşadıklarını İLKSES Gazetesi’ne anlattı. M.A., en son 17 Temmuz 2025 tarihinde Ü.K.’nin evi basarak kendisini öldürmeye çalıştığını belirtti.
M.A, olaydan önceki süreci şu şekilde aktardı: “Zaten sorunlu bir evliliğimiz vardı. Evliliğimizi bitiren de yine böyle öldürmeye teşebbüse dayalı, bıçaklamaya dayalı olaylar olmuştu. O olaydan sonra boşanma işlemlerini başlattık. Çekişmeli başlamıştı sonrasında anlaşmalı boşanmaya döndü. Boşandık, ancak asıl sorunlu dönemim boşandıktan sonra başladı. Yani ortalama üç yıl sürekli tehditler, işten çıkarılmamı sağlamaya çalışmalar, sosyal çevremi tehditle hakaretle bastırmaya çalışma, beni yalnızlaştırmaya çalışma gibi şeyler yaptı. Oğlum üzerinde sıkıntı çıkardı, oğlumu kaçıracağıyla tehdit etti. Zaten benim can güvenliğim boşandığın günden itibaren hiç yoktu. Sürekli bir baskı vardı. Adamın derdi şuydu ya barışacağım ya öleceğim. İki seçenek sunuyordu bana. 3 sene böyle savaş halinde geçirdik. Defalarca şikâyetçi oldum, defalarca uzaklaştırma kararı alındı ama bütün bu şikayet ve uzaklaştırmaların sonucunda hiçbir cezai yaptırım almadı. Almayınca da durum artık daha da şiddetlenmeye başladı çünkü ceza almadıkça cesaretlendi. Hatta olayı artık alaya almaya başlamıştı, ‘Neden bana boşu boşuna zaman harcatıyorsun. Alt tarafı gidip emniyette bir saat sohbet edip dönüyorum’ demeye başlamıştı. Sürecimiz böyle devam etti. Bir sene kadar ılımlı bir sürecimiz oldu. O da yine benim çabalarımla, ‘Oğlumuz var böyle olmaz orta yolu bulalım, anne baba günleri, yapalım, programlar yapalım ama bu tansiyon artık düşsün’ diye düşündüm. Çünkü işim, aile hayatım etkileniyor. Çocuğumun etkilenme ihtimali çok yüksek. Nitekim o bir yıl onun huyuna giderek bir şekilde devam etti. Ancak bu onun istekleri doğrultusunda hareket ettiğim sürece böyle devam etti. Onun isteklerinin dışında bir şey yaptığım zaman yine bir kaosa dönüyorduk. Bu sırada oğlumun resmi vekaletini almak için beni ahlaksız kadın durumlarına düşürmeye çalıştı. Muhatap olduğum selam verdiğim, oturup konuştuğum herkesle adımı çıkarmaya çalışmalar, bu hem iş yerimde hem sosyal hayatımda bu tarz şeyler yaptı. Burada da amacı beni ahlaksız kadın olarak göstererek çocuğumun vekaletini almak.”
Olay günü, 17 Temmuz tarihinde yaşananları anlatan M.A., konuşmasına şöyle devam etti: “En son olayın olduğu günün gündüzü yine aradı beni, yüz yüze görüşmek istediğini hatta gidip iş yerinden istifa edeceğini söyledi. Ben bunu duyunca zaten anladım ki kesinlikle kafasında planlı programlı bir şeyler var. Yine kabul etmedim, ‘Yüz yüze görüşeceğimiz tek yer karakol’ dedim. İş çıkışı karakola gidip şikayetçi oldum. Can güvenliğimin olmadığını söyledim ve uzaklaştırma kararı talep ettim. O zaten ben karakoldayken sürekli arıyordu. Karakoldan çıktıktan sonra telefonu açtım, oğlumla görüşmek istediğini söyledi ben de şu an müsait olmadığımı, eve geçince arayıp konuşturacağımı söyledim. Kapattıktan sonra tekrar aradı ve bu defa daha sinirli bir şekilde oğluyla görüşmek istediğini söyledi ve küfürler etmeye başladı. Ben de ‘Bu halinle zaten çocuğumla seni görüştüremem. Sakinleş kafan yerine gelsin sonrasında ararsın konuşursun’ dedim. Ardından taksiye bindim eve gitmeye çalışıyordum. Tekrar aradı ve ‘Oğlumla görüştürmüyor musun?’ dedi. ‘Görüştürmüyorum’ dedim. ‘Bekle o zaman geliyorum’ dedi. Bunun üzerine ailemi aradım, ablama oğlumu üst kata çıkarmasını söyledim. Ü.K’nin geleceğini ve kapıda kargaşa çıkaracağını, bunlara oğlumun duymamasını söyledim. Eve geldiğimden birkaç dakika sonra çok şiddetli bir kapı çalma hatta çalma değil tekme sesi duydum. O an panikle aklıma KADES geldi, KADES’e bastım. İkinci tekmede zaten kapının açıldığını duydum. Salonda annem babam ve ben vardık, üst katta kardeşlerim ve oğlum vardı. Ben annem ve babama zarar gelmesin diye doğrudan onun karşısına çıktım. Hızla önüne gittim. Karşılaştığımızda zaten bir eliyle doğrudan boğazımı tuttu, sıkarak duvara doğru sıkıştırdı. Diğer elinde de bıçak vardı. Nefes alamadığım, konuşamadığım için yapabildiğim tek şey diğer elini iki elimle tutmaya çalışmak oldu. Yani o anı anlatamam, işin gerçeği şu ki çok çaresiz bir durumdaydık. Çok daracık bir alanda yanımda annem ve babam; ben, Ü.K. ile boğuşma halindeyim. Bir elini tutmaya çalıştım. Gücüm yetmiyor, konuşamıyorum, nefes alamıyorum, sadece bıçağı kendimden uzak tutmaya çalışıyorum ama uzaklaştıramıyorum da yani ölmem an meselesiydi. Babam herhangi bir şey yapamıyordu çünkü herhangi bir harekette beni kaybedeceğini biliyordu. Yapabileceği tek şey ‘Oğlum yapma, oğlun burada’ diye onu durdurmaya çalışmaktı. Yalvarıyordu yani işin gerçeği. O sırada bizimkilere doğru yönelmeye çalışınca ben sadece onlara doğru arkamı dönüp onları uzak tutmaya çalıştım. Artık umudu kesmiştik yani ben kendimden de kesmiştim babam da benden kesmişti umudu. Yani kurtulma durumum yoktu o an içinde. O an sadece bir ara kendimden geçer gibi oldum çünkü artık nefes alamamaya dayanamadım. Sonra bir baktım bıraktı boğazımı ve ben o boşlukta kurtardım kendimi elinden. O arbedede dış koridora doğru gitmişiz zaten. Sonra evin çıkışına doğru kendisi gitti. Tabii annem bu boğuşma sırasında balkona çıkıp yardım çağırıyor, abimi çağırıyor. Bizi öldürmeye çalışıyor polis çağırın diye. Dışarıya çıkınca önünü akrabalarım kesti, elinden bıçağı almaya çalıştılar. Sonra bir karışıklık arbede yaşandı. Biz orada yapabildiğimiz tek şey evimizin erkeklerini tutmaya çalışmaktı çünkü artık kimsenin başına bela oluşmasını istemiyorduk. O çıksın gitsin ve artık bitsin istiyorduk. Yani o süreçte hatırladığım tek şey kuzenimi tutmaya çalıştığım. Sonra polis geldi ve 1 saat önce ifade verdiğim karakola bu defa bu şekilde gittim. Şikâyetçi olduk.”
Olayın ardından yaklaşık iki hafta sonra 7 Ağustos tarihinde Ü.K.’nin tahliye edildiğini belirten M.A., karara şu ifadelerle tepki gösterdi: “Sonrasında tutuklandı, yaklaşık iki hafta sonra da bugün tahliye kararı verilmiş. Yani ne mantıkla bu tahliye kararı verildi açıkçası aklım almıyor. Dün tahliye kararını duyduktan sonra biz sabaha kadar gözümüzü kırpmadık yani artık öldürmede, şiddette, ev basmada, her türlü şeyde kendini göstermiş çok rahat yapabilen bir adamı tekrar bizim üzerimize saldılar. Yani bunun ne hukukla ne insanlıkta adı olabilir. Ben 4 senedir bu mücadeleyi veriyorum. Ailemi korumaya çalışıyorum, çevremi korumaya çalışıyorum, çocuğumu korumaya çalışıyorum, kendimi korumaya çalışıyorum. Devletin beni ciddiye alabilmesi için benim ölmem mi gerekiyor ben bunu bilmiyorum. Bu ikinci bıçaklama teşebbüsü; ilkinde kurtuldum, ikincide bu şekilde kurtuldum ama bunun bir üçüncüsü olduğunda kendimi bu şekilde ifade etme şansımın olabileceğini düşünmüyorum. Ailemin de kendimin de çocuğumun da böyle bir hayatı hak etmediğini düşünüyorum, hak edecek hiçbir şey yapmadık. Ama artık koruyamıyorum. Benim ailem de akrabalarım da arkadaşlarım da sıkıntı çekiyor ve devlet gözünü kapatmakta ısrar ediyor. Ben görünür olmak için ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Düne kadar beni öldürmeye çalışan adam dün tahliye edildi ve neden tahliye edildiğini bilmiyorum. Bugün bir saat sonra bu defa makinayla gelip benim evimi bastığı zaman bir katliam oluşturduğu zaman mı çalışmaya başlayacak devlet. O zaman başlayacaksa devletin ne anlamı var ben onu da bilmiyorum. Ben öğretmenim eğitimciyim, çocuklarımıza hukuk sistemini anlatıyorum. Anlattığım şeye artık kendim inanamıyorum. Ben bu duruma geldim.”
Öte yandan olaya ilişkin yasal sürece değinen mağdur avukatı Nevraz Sığın, karara itiraz edeceklerini belirtti. Sığın, şunları kaydetti: “M.A. karakola gittiğinden itibaren ben de yanındaydım. Karakola da gitmiştim o gün. O gün gündüzden tehdit etmeye başlamıştı, ben gündüzden karakola gönderdim kendisini uzaklaştırma kararını alsın diye. Bu olayın olacağı gündüzden belliydi. Akşamına bu olay yaşanıyor, biz de gece işte karakola gittik kendisiyle şikayet için. Sonra kişi hakkında şikayet verdikten sonra yakalama kararı çıkarılmıştı. Ertesi gün yakalanıp tutuklandı. Şöyle bir durum var, dosyada üç tane suçlama isnat edildi; silahla tehdit, haneye tecavüz ve ısrarlı takip. Sadece ısrarlı takipten tutuklandı. Biz zaten ilk etapta bu suçlamaları görünce bu olayın şokunu yaşadık çünkü bu ısrarlı takip değil yani bu baya bildiğiniz öldürmeye teşebbüs. Hangi mantıkla bu verildi anlamadık. Süreç içinde durumu toparlarız diye düşünürken tahliye kararını öğrendik. Biz öldürmeye teşebbüsten ceza alır diye düşünürken kişi ısrarlı takipten salıverildi. Bu kabul edilemez. Çünkü zaten müvekkilimin de anlattığı şekilde kadın yakın bir tehdit altında. Adamın ilk vukuatı değil, daha önce de saldırdı, defalarca da şikayetçi olundu. Beraatle sonuçlanmış olabilir ama bu olayların olmadığı anlamına gelmez. Bu kadının ölmesi mi gerekiyor ki bu kişi artık cezaevinden çıkmasın. Yarım bıraktığı işi bitirsin diye mi bıraktı hakimlik biz gerçekten merak ediyoruz. Biz bugün itiraz edeceğiz karara. Karar itiraza tabii bir karar. İtiraz yazacağız.”
Kaynak : HABER MERKEZİ