- İzmir
- 17.09.2025 10:51
Coğrafya, Jeoloji, İklim ve Meteoroloji Uzmanı Prof.Dr. Murat Türkeş, İzmir, Kuzey Ege, Marmara ve Batı Karadeniz’in şiddetli ve aşırı kuraklık yaşadığını, 2025-2026 su yılıyla birlikte bölgenin üçüncü kuraklık yılına gireceğini söyledi
KEMAL ÖZKURT – ÖZEL HABER - Türkiye, son yılların en kurak dönemlerinden birini yaşıyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’ne göre, 2024-2025 su yılında yağışlar uzun yıllar ortalamasının yüzde 25-30 altında kaldı. Bu düşüşten en çok etkilenen bölgelerden biri Ege oldu. 1 Ekim 2024-30 Nisan 2025 döneminde bölgeye 365,7 milimetre yağış düşerken, uzun yıllar ortalaması 491,9 milimetreydi. Geçen yıla göre de yüzde 12 azalma görüldü. Yüksek sıcaklıkların artırdığı buharlaşma, toprak nemini ve su kaynaklarını olumsuz etkiledi. Barajlarda doluluk oranları düşerken, tarımsal üretim giderek yeraltı sularına bağımlı hale geldi.
Son dönemde Ege Bölgesi’nin özellikle İzmir, Aydın, Denizli ve Manisa çevresinde şiddetli ve aşırı kuraklığın etkili olduğunu vurgulayan Coğrafya, Jeoloji, İklim ve Meteoroloji Uzmanı Prof. Dr. Murat Türkeş, “Türkiye’nin kuzeybatısı, Kuzey Ege, Marmara ve Batı Karadeniz’de meteorolojik, tarımsal ve hidrolojik kuraklık uzun süredir gözleniyor. İzmir ve çevresi de bu kuşak içerisinde. Yüksek sıcaklıklar ve düşük yağış, bu bölgeleri kritik risk alanına dönüştürdü” dedi. Türkeş, sonbahar ve kış yağışlarının yetersiz kalacağını, bunun da toprak nemi ve yeraltı sularının toparlanmasını engelleyeceğini belirtti.
Temmuz ve ağustos aylarında yaşanan normallerin üzerindeki sıcaklığı ve yağış azlığının kuraklığı daha çok artırdığını belirten Türkeş, “Çeşitli ulusal ve uluslararası araştırma merkezlerinin verileri, Türkiye’nin geniş bir bölümünde şiddetli kuraklığın sürdüğünü gösteriyor. Copernicus İklim Değişikliği Servisi, Avrupa Orta Vadeli İzleme Merkezi, Meteoroloji Genel Müdürlüğü ve diğer kurumların analizlerine göre, Marmara, Batı Karadeniz, Kuzey Ege, İç Anadolu’nun büyük kısmı, Doğu Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu, yaklaşık 2 yıldır şiddetli kuraklıkla mücadele ediyor. İç Anadolu’nun güneybatısı ve Doğu Akdeniz’in küçük bir bölümü dışında, neredeyse tüm Türkiye’de çok şiddetli kuraklık görüldü. 3, 6, 12 ve 24 aylık analizler bu durumu doğrularken; özellikle İzmir, Kuzey Ege, Marmara ve Batı Karadeniz riskli bölgeler arasında öne çıkıyor. Türkiye’nin su kaynakları 2 yıllık kuraklığı bile taşımakta zorlanırken, bu bölgeler 2025-2026 su yılına üçüncü kuraklık yılına girmiş olacak. Bu durum, içme suyu, sulama, enerji, tarım ve ekosistemler üzerinde ciddi baskı oluşturuyor” diye belirtti.
Kuraklıkların yanı sıra bir başka olumsuzluğun yeni su yılı içinde yaşanacağını ve tahminlere göre yeteri kadar yağış gerçekleşmeyeceğini ifade eden Türkeş, “Hem kendi analizlerime hem de mevsimlik yağış-sıcaklık tahminlerine baktığımda, Ekim başına kadar Türkiye’de kuraklığı hafifletebilecek güçlü ve uzun süreli yağış sistemleri beklenmiyor. Burada ‘hiç yağış olmayacak’ demiyorum ama görünen o ki tarımsal, ekolojik ve hidrolojik kuraklığın etkisini ortadan kaldıracak bir tablo söz konusu değil. Sonbaharda da orta-yüksek olasılıkla Türkiye’nin büyük bölümünde, İzmir dahil, sıcaklıklar normallerin üzerinde, yağışlar ise normallerin altında ya da civarında olacak. Dolayısıyla kuraklığı artık çok ciddiye almak gerekiyor” dedi.
Türkiye’nin giderek Akdeniz iklim kuşağının tipik özelliklerini daha yoğun biçimde yaşamaya başladığını ifade eden Türkeş, “İklim değişikliği, Türkiye’nin iklim tiplerini de değiştiriyor. Karadeniz, Akdeniz iklimine doğru bir kayma yaşıyor. Ege bölgesi için ise bu değişim daha sıcak ve kurak bir gelecek anlamına geliyor. İç bölgelerde ise yarı kurak step iklimi yayılıyor. Mevcut çalışmalar, Akdeniz ikliminin özellikle ormanlık alanlar açısından Batı ve Orta Karadeniz’e doğru genişlediğini gösteriyor” ifadelerini kullandı.
Uzun süreli kuraklıkların tarımın üzerinde de olumsuz etkileri olduğunu vurgulayan Türkeş, “Uzun süreli kuraklık ve aşırı kullanım, yeraltı sularının seviyesinin sürekli olarak düşmesine neden oluyor. Sulama ihtiyacının arttığı dönemlerde baraj ve göletlerde yeterli su bulunmadığında, çiftçiler ve yerel yönetimler daha fazla yeraltı suyu kullanmak zorunda kalıyor. Bu durum, yeraltı suyu kaynakları üzerinde daha fazla baskı oluşturuyor. Gelecekte beklenen daha sıcak bir Türkiye’de kar yağışları azalacak ve karların yerde kalış süresi kısalacak. Tüm bunlar, hidrolojik sistemleri, yeraltı sularını ve tarım için hayati önem taşıyan toprak nemini olumsuz etkileyecek. Bu durum, tarımdaki mevcut sorunları daha da kötüleştirecek” dedi.
“Paris Antlaşması’nın iklim değişikliği mücadelesi çok başarısız” diyen Türkeş, “Yani bugünkü koşullarda öyle görünüyor ki, insan kaynaklı iklim değişikliği 2030’da da durdurulamayacak. Bu gidişte, en erken önümüzdeki yıllarda bir şeyler yapılmaya başlanırsa 2050’lerde ancak bir nötr durum yaratılabilecek gibi duruyor. Dünya’nın iklim değişikliği ile mücadeledeki yavaş ilerleyişi göz önüne alındığında, Türkiye’nin kendi iç dinamikleriyle harekete geçmesi hayati önem taşıyor. İklim değişikliğinin olumsuz etkilerini en aza indirebilecek uyum çabalarını artırmamız gerekiyor. Bunun için dinamik, çok sektörlü ve disiplinli bir kuraklık yönetim döngüsünün oluşturulması gerekiyor. Bu döngü; hazırlık, risk değerlendirmesi, kriz yönetimi ve etki azaltma gibi aşamaları içermeli. İlgili kamu kurumları, yerel yönetimler, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları eşgüdüm içinde çalışmalı. Bu süreç, sadece devletin değil, tüm toplumun ortak çabalarını gerektiriyor” ifadelerini kullandı.
Kaynak : HABER MERKEZİ