- İzmir
- 04.07.2025 17:23
İzmir’in kıyı ilçelerinde eş zamanlı çıkan orman yangınlarının büyük çoğunluğunun kasıtlı olduğunu iddia eden Uğur Sümer, yasal düzenlemelerde orman sınırlarından çıkarılan alanların imara açılmasıyla doğanın sistemli şekilde talan edildiğini belirtti
KEMAL ÖZKURT – ÖZEL HABER - İzmir’de geçtiğimiz yaz aylarında, Karşıyaka ve Bayraklı başta olmak üzere birçok ilçede eş zamanlı olarak çıkan orman yangınları, şehirdeki ormanlık alanlarda ağır tahribata yol açtı. Günlerce süren yangınlarla yok olan ormanlık alanların ardından, Bayraklı’daki bazı bölgeler Cumhurbaşkanı kararıyla orman sınırları dışına çıkarıldı. Bu gelişme, doğal alanların korunması konusunda ciddi soru işaretlerini de beraberinde getirdi. Son dönemde ise erken başlayan aşırı sıcaklar ve kurutucu rüzgârların etkisiyle Aliağa, Seferihisar, Çeşme, Karaburun, Foça ve Buca gibi ilçelerde yaklaşık 30 farklı noktada yangınlar meydana geldi. Ege Çevre Platformu (EGEÇEP) kurucularından Uğur Sümer, “Kıyı bölgelerinde eşzamanlı meydana gelen yangınlar tesadüf değil. Çoğunun bilinçli olarak çıkarıldığını ve bu alanların imara açılması için planlandığını düşünüyorum” dedi. Avukat Arif Ali Cangı ise “Anayasa’nın 169. maddesi yanan ormanların yerine yenisinin dikilmesini zorunlu kılar, ancak Orman Kanunu’ndaki ek madde 16 bu anayasal düzenlemeyi deliyor ve ormanların talanının önünü açıyor” ifadelerini kullanıyor.
İzmir’de meydana gelen yangınların birçoğunun bilinçli şekilde çıkartıldığını ifade eden Sümer, “Özellikle kıyı bölgelerinde yani, Seferihisar, Aliağa, Foça, çeşme gibi yerlerde eşzamanlı çıkan yangınlar bize bir şey söylüyor. Bunların tesadüf değil, büyük kısmının kasıtlı çıkarıldığını ve bu bölgelerin imara açılması için zemin hazırlandığını düşünüyorum. Ve yine bilinçli şekilde müdahale edilmediğini düşünüyorum. Çünkü artık ne hukuk tanınıyorlar ne çevre hakkı. İzmir’in ormanları hızla azalıyor. Şehrin doğası alarm veriyor. İktidarın tek amacı var: Sermayeye alan açmak. Bu nedenle her türlü engel kaldırılıyor” diye konuştu.
İzmir’deki ormanların ciddi bir tehdit altında olduğunu vurgulayan Sümer, doğanın sistemli bir şekilde yok edildiğini söyledi. Sümer, “Artık bu ülkede satılmamış, el değmemiş bir şey kalmadı. Suyumuz, havamız, toprağımız… Ya yok edildi ya da küresel sermayenin emrine sunuldu. Geldiğimiz nokta öyle ağır ki, eğer bu ülke bir işgal altında olsaydı bile, bugünkü kadar zarar görmeyebilirdi” dedi. Sümer, halkın baskı altında tutulduğunu ve itiraz etme imkânlarının elinden alındığını belirterek şöyle devam etti: “Toplum susturuldu. İktidar, uluslararası sermayenin taşeronu gibi çalışıyor. İzmir’e baktığınızda, çevremizi saran birkaç yeşil alan dışında nefes alacak alanımız kalmadı. Dağlar yapılaşmaya açıldı, ormanlar hızla yok ediliyor. Artık korunabilmiş tek bir doğal değerimizden söz edemeyiz. Kaybettiğimiz sadece doğa değil, çocuklarımızın geleceği de elimizden alınıyor.”
Bu durumun yalnızca yangınlarla sınırlı kalmadığına dikkat çeken Sümer, “İzmir’in su kaynakları da ciddi tehdit altında. Tahtalı Barajı’nın hemen yakınına altın madeni açılmış durumda. Bu, İzmir’in içme suyunu doğrudan etkileyen bir gelişme. Sadece birkaç yıl içinde su kıtlığı yaşayacağımızı düşünüyorum. Üstelik bu madenlerin yarattığı kirlilik İzmir Kuş Cenneti’ne kadar ulaşıyor. Menemen’den Menderes’e, Selçuk’a kadar tüm bölge zehirleniyor. Her yeni ruhsat, bu yıkımı daha da büyütüyor. Halkın bilinçlenmesi ve bu talana karşı daha güçlü bir şekilde ses çıkarması şart” ifadelerini kullandı.
İklim Kanunu teklifinin TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaşmasıyla birlikte çevreye dair tüm itiraz haklarının devre dışı kaldığını söyleyen Sümer, “Daha da kötüsü, çevreyi savunmak isteyenler yasal yollarla engelleniyor. Dava açmak isteyenlere astronomik harçlar getiriliyor, itiraz hakları törpüleniyor. Şimdi Meclis’ten geçmesi beklenen yeni iklim yasasıyla birlikte çevreye dair tüm itiraz mekanizmaları devre dışı bırakılacak. Eğer bu yasa geçerse, artık hiçbir konuda ses çıkarılamayacak. Bugün yaşananlar, 12 Eylül döneminden bile ağır. Halkın hem yaşam şartları hem de doğal hakları gasp ediliyor. Bu iktidar artık bir hükümet gibi değil, uluslararası sermayenin Türkiye’deki taşeronu gibi davranıyor. Görevi bu ülkenin değerlerini pazarlamak olmuş durumda” dedi.
Yanan ormanların yeniden ağaçlandırılması gerektiğini söyleyerek Anayasa’nın 169. maddesini hatırlatan Avukat Arif Ali Cangı, “Anayasanın 169.maddesinde ‘Yanan ormanların yerine yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz.’ yer almaktadır. Anayasanın bu düzenlemesine göre aslında yanan orman alanlarında orman yetiştirilmesi gerekir. Ancak Orman Kanunu’nda yapılan değişlikler bu anayasal kural delinmiştir” dedi.
Bir yerin orman alanından çıkartılıp, hazineye devredilmesi ile turizm, madencilik ve benzeri tahsisler ya da milli emlaktan satışların Orman Kanunu EK madde 16 ile mümkün kılındığını dile getiren Cangı, “Orman Kanunu EK madde 16’ya göre Tarım ve Orman Bakanlığınca, bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında hiçbir yarar görülmeyen ve tarım alanına dönüştürülmesi de mümkün olmayan yerler ile bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte üzerinde yerleşim yeri bulunan ya da yerleşim yeri oluşturulması uygun olan taşlık, kayalık, verimsiz ve fiilen orman vasfı taşımayan alanlardan, sınırları Cumhurbaşkanınca belirlenen alanlar, Cumhurbaşkanınca belirlenecek usul ve esaslara göre Orman Genel Müdürlüğünce orman sınırları dışına çıkartılarak tapuda Hazine adına tescil edilir. İşte süreç Cumhurbaşkanı kararı ile başlar. Bir yerin orman alanından çıkartılıp, Hazineye devredilmesi ile turizm, madencilik ve benzeri tahsisler ya da milli emlaktan satışların önü açılır. Ormanlar iklim krizine yol açan karbon yutak alanlarıdır. Ormanların yok edilmesi, iklim krizine teslim olmaktan ibarettir” diye belirtti.