Sayfa Yükleniyor...
İzmir Barosu tarafından Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla düzenlenen basın açıklamasında hükümetin kadına ve aileye yönelik politikaları eleştirildi.
AYSELİN UZUN - İzmir Barosu, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kapsamında bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamada ‘Aileye hapsolmayacağız, vardık, varız, var olacağız!’ sloganları atarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 2025 yılını "Aile Yılı" ilan etmesine atıfta bulunan İzmir Barosu Başkan Yardımcısı Kadın ve Çocuk Hakları Merkezi’nden Sorumlu Yürütme Kurulu Üyesi Avukat Zöhre Dalkıran, “Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, toplumsal cinsiyet temelli şiddetin son bulması için politikalar üretme konusunda uluslararası sorumluluğu bulunan siyasi iktidarın bu sorumluluğunu yok sayması, aksine kadınların yıllar içerisinde mücadele ederek elde ettikleri haklarını ellerinden almaya çalışması kadınların hayatlarına mal oluyor. Bunun en güncel örneklerinden birini “Aile Yılı” ilanında görüyoruz” dedi.
Kadınlar günününün tarihsel süreçte anlamını yitirdiğini belirten Dalkıran, İzmir Barosu olarak kadın hakları mücadelesini güçlendirmeyi hedeflerini söyleyerek, “8 Mart tarihsel kökenini 1857 yılında Amerika’da, tekstil işçisi kadınlar tarafından düşük ücretler, uzun çalışma süreleri ve insanlık dışı çalışma koşullarına karşı başlatılan grev ile1917’de Rusya’da kadınların başlattığı kitlesel protestolardan almıştır. 16 Aralık 1977 yılında ise Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 8 Mart’ın resmi olarak “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul etmiştir. Ancak bugün geldiğimiz noktada 8 Mart, cinsiyetlendirilmiş iş bölümü neticesinde hem ücretsiz yeniden üretim emeğinin konusu kılınan hem de eşit işe eşit ücret alamayan, işyerinde ayrımcılığa ve şiddete maruz kalan tüm kadınların vetoplumsal cinsiyet eşitliğinin hayata geçirilmesi ve toplumsal cinsiyet temelli şiddetin son bulması için mücadele veren herkesin onurla andığı bir gündür. O nedenle İzmir Barosu olarak yapmış olduğumuz basın açıklaması ile bütün karanlığa ve azalmayan şiddete rağmen umudu büyütmek istiyoruz. Bunu yaparken de kimseyi geride bırakmadan, kadın hakları mücadelesini tüm paydaşların kolektif emeğiyle güçlendirmeyi hedefliyoruz” açıklamasında bulundu.
Türkiye’de siyasi iktidar tarafından ürettilen politikaların kadın cinayetlerini durdurmak yerine daha da arttırdığını belirten Dalkıran, “Siyasi iktidar, küresel sağ popülist politikaların gücünü de arkasına alarak ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti yok sayarak, yaşanan şiddet olaylarını 'münferit vaka' söylemiyle meşrulaştırmaya çalışıyor. Ancak gerçekler ortada. 2025 yılında kadınlar hala en büyük mücadeleyi yaşamak için veriyorlar. 2024 yılında 444 kadın, 2025 yılının ilk iki ayında 65 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Kadınlar evlerinde, okullarında, işyerlerinde, sokakta öldürüldü. Mine, kış geldi cezaevine girmem lazımdı diyen bir erkek tarafından sokakta bıçaklandı. 13 yaşındaki S.Y., babası tarafından telefonunda sevgilisiyle fotoğraflarını gördüğü için öldürüldü. Ceren, birini öldürmem gerekiyordu karşı koyamaz diye onu seçtim diyen bir erkek tarafından öldürüldü. Güleda, sevgilisiyle barışmak istemediği için öldürüldü. Kadınlar, insanca eşitçe adil bir yaşam sürmek istedikleri için öldürülüyor. Bu ölümlerin hiç birinin münferit olmadığını biliyoruz. Kadın cinayetleri aynı zamanda, siyasi iktidarın politikalarının bir ifadesi olan söylemler nedeniyle artmaktadır. Hatırlayalım, siyasi iktidarın özneleri yıllar içerisinde kadınlara yönelik neler söylediler: 'Böyle tiplerle takılmasaydı, hayatına aldığı erkeğe dikkat etseydi', dediler; 'Su testisi suyolunda kırılır' dediler; 'Adam da cinnet geçirmiş, tahrik etmiştir, demek ki haklıdır' dediler Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, toplumsal cinsiyet temelli şiddetin son bulması için politikalar üretme konusunda uluslararası sorumluluğu bulunan siyasi iktidarın bu sorumluluğunu yok sayması, aksine kadınların yıllar içerisinde mücadele ederek elde ettikleri haklarını ellerinden almaya çalışması kadınların hayatlarına mal oluyor. Bunun en güncel örneklerinden birini 'Aile Yılı' ilanında görüyoruz. Kadınları birer insan üretme makinesi gibi gören ve nüfus artırma politikalarının nesnesi kılmaya çalışan siyasi iktidar, kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik şiddeti artıracak politikalarına devam ediyor.
Buna karşı bizler, İzmir Barosu olarak geçtiğimiz ay, sivil toplum örgütlerinin katkı ve katılımlarıyla toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesini büyütmek için 'Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Aile Yılı Tartışmaları Çalıştayı' gerçekleştirdik. Bu çalıştayda özetle şunu tespit ettik: Siyasi iktidar yeniden inşa etmeye çalıştığı aile ile kadınların emek ve değerlerini 'annelik ve ücretsiz ev içi hizmet' e indirgemekte; ortaya konan nüfus politikalarıyla kadını insan üretim makinesi gibi gören bir anlayış benimseyerek aileye hapsetmeye çalışmaktadır. LGBTİ+’ları sözde kutsal aile ve manevi değerler adı altında kriminalize ederek 'sapkın, düşman, öteki' ilan etmeyi ve toplumdan yok etmeyi hedeflemektedir.
İktidarın kadını aileye hapsetmeye ve LGBTİ+’ları yok etmeye çalışan politikalarına karşı bizim taleplerimiz, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve toplumsal cinsiyet temelli şiddetin son bulması için örgütlenme özgürlüğünün ve ayrımcılıktan korunma hakkının temini; toplumsal cinsiyete duyarlı istihdam politikaları üretilmesi, eşit işe eşit ücret hakkının sağlanması, kreş hakkı gibi kadının sosyal hayattaki konumu güçlendirecek politikalar üretilmesidir. Tüm bu yaşananlar karşısında siyasi iktidar tarafından üretilen kadın ve LGBTİ+ düşmanı söylemlere karşılık üretmenin ötesinde, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için, sürdürdüğümüz mücadeleyi güçlendirmenin önemine inanıyoruz. Bu noktadan hareketle geçtiğimiz ay, İzmir Barosu Kadın Hakları Danışma ve Hukuk Araştırmaları Merkezinin hazırladığı ve İzmir Barosu Yönetim Kurulu’nun kabulüne karar verdiği ‘Toplumsal Cinsiyet Temelli Şiddet ve Bir Biçimi Olarak Tacize Karşı Politika Belgesiyle’ toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve tacizin önlenmesi ve talep halinde etkin soruşturma ve yaptırım mekanizmalarının oluşturulması için politikamızı ortaya koyduk. İmzaladığımız bu politika belgesi aracılığıyla, toplumsal cinsiyet temelli eşitsizlikleri, şiddet ve bir biçimi olarak tacizi ayrımcı muamele kapsamında değerlendirmeyi ve insan hakları ihlali olarak kabul etmeyi ve önlemek için etkin bir mekanizma oluşturmayı taahhüt ettik. Bu girişimimizin diğer kamu kurumları ve özel kuruluşlar tarafından da benimsenip hayata geçirilerek yaygınlaştırılması çağrısında bulunuyoruz. Kadınların en temel insan hakları için her gün mücadele etmek zorunda kaldığı bu günlerde her 8 Mart olduğu gibi bu 8 Mart’ta da kadınların sokakta arkasına bakmadan yürüyebileceği, istedikleri gibi giyinebildiği, kahkahalarla gülebildiği, okuyabildiği, büyüyebildiği, öldürülmediği, aileye hapsedilmeye çalışılmadığı, toplumda eşit bireyler olarak yer aldıkları bir dünyanın umuduyla mücadele etmeye devam edeceğiz” dedi.