Sayfa Yükleniyor...
Çanakkale'nin Bayramiç ilçesinde Cengiz Holding'in başlattığı maden çalışmalarına tepki gösteren EGEÇEP, mahkeme kararına rağmen maden arama çalışmalarına devam etmesine isyan etti
SEMİ TEKTAŞ - Çanakkale ilinin Bayramiç ilçesinde Cengiz Holding'in iştiraki Truva Bakır Maden'in başlattığı maden projesine karşı mücadele İzmir’de yapılan basın açıklaması ile devam etti. Halilağa madeninin ilk sahipleri olan Kanadalı şirket, burayı Türkiye'nin batısında keşfedilen ilk "bakır- altın" yatağı olarak tarif etmişti. Cengiz Holding ise projenin sadece bakır madeniyle sınırlı olacağını vurguluyor. Halilağa madeni projesi Çanakkale'nin Bayramiç ilçesi Hacıbekirler, Muratlar ve Halilağa köylerine yayılıyor. Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) ve Kazdağları Ekoloji Platformu Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde yaptığı açıklamada mücadeleye devam çağrısında bulunurken, “Şirketlerin ve sermayenin lehine bu kararı protesto ediyor, hukuk mücadelesinin bitmediğini buradan ilan ediyoruz” ifadeleri kullanıldı.
Çanakkale İdare Mahkemesi’nin kararına rağmen maden arama çalışmalarının devam ettiğini belirten EGEÇEP Eş Sözcüsü Baha Okar, “Bugün burada, Cengiz Holding’in altın-bakır madeni için, Ekim ayından bu yana Kaz Dağları'nda devam eden ağaç kıyımını protesto etmek, maden yüzünden yaşam alanlarını, geçim kaynaklarını kaybedecek olan, sağlıkları kötü etkilenecek olan köylülere ve Kazdağları'nda mücadele eden arkadaşlarımıza destek olmak, yaşam alanı yok olacak binlerce canlıyı, Kaz Dağları’nda yetişen endemik türleri, Kaz Dağları’nın bir bütün olan ekosistemini korumak için toplandık. Kaz Dağları’nda Hacıbekirler ve Yanıklar köylerinde yaşayanlar ve Çanakkale'de çevre örgütleri birlik olup mücadele ederek, Kaz Dağları’nda ekosistemi ve yaşamı tahrip edecek bu ağaç kıyımını hukuk yoluyla durdurmak istediler. Tüm Türkiye’den yaşam savunucuları oradaki mücadeleye destek olabilmek için Kaz Dağları’na gittik. İstedik ki maden için bir milyon ağaç kesilmeden durdurabilelim, engelleyebilelim. Ama ne yazık ki, bilirkişi raporu kamu yararı yoktur demesine rağmen, Çanakkale İdare Mahkemesi işletme iznine yürütmeyi durdurma kararı vermiş olmasına rağmen, maden durmadı. Oysa bu maden projesinde ÇED kararı bulunmayan alanlara, mülkiyet izinleri alınmamış ve çalışma ruhsatı alınmamış alanlara işletme izni verilmiş durumdadır. ÇED alanı içinde kalan özel mülkiyete konu tarlaların kamulaştırma işlemleri daha tamamlanmamıştır. Köylülerin açtığı karşı davalar devam etmektedir. Maden ruhsatı içinde bulunan şantiye alanı için işletme izni bile bulunmamaktadır” değerlendirmesinde bulundu.
Maden aramaları sırasında 1 milyonun üzerinde ağacın kesildiğini belirten Okar, “Maden Kanunu’nu ve mahkeme kararını hiçe sayarak, yangından mal kaçırır gibi devam ettirdikleri orman kıyımı sonucunda bir milyonun üzerinde ağaç kesildi. Kaz Dağlarında kesilen her ağaçla birlikte, sadece binlerce canlının yaşam alanı değil, sadece Hacıbekirler ve Yanıklar köyü halkının yaşam alanı ve geçim kaynakları değil, sadece bütün bölgenin ekosisteminin, ikliminin temeli olan güzelim Kaz Dağları ormanları değil, hukuk da katledilmiş oldu. Ve son olarak tüm bu usulsüzlüklere göz yuman Danıştay, maden projesine onay verdi. Danıştay’ın Kazdağları'nın orman ekosistemlerini, köylülerin geçim kaynaklarını, tarım ve hayvancılığı yok edecek, su kaynaklarını gasp edecek projelere verdiği onay, Kazdağları’nın idam fermanı oldu. Şirketlerin ve sermayenin lehine bu kararı protesto ediyor, hukuk mücadelesinin bitmediğini buradan ilan ediyoruz” şeklinde konuştu.
Maden ocağı nedeniyle Çamlı Barajı’nın yapılamadığını ifade eden Okar, bundan dolayı İzmir’in pahalı su tükettiğini ifade etti. Okar, Ülkemizin her yanı bir maden ruhsat alanı. 1 milyon 697 bin hektarlık Kazdağları’nın yüzde 79’u, yani 1 milyon 294 bin hektarı maden ruhsat alanı olarak tanımlanmış durumda. Çanakkale’den Balıkesir’e Uşak’a İzmir’e Efemçukuru’na uzanan bölge altın ve diğer metal madencilerinin hizmetine sunulmuş. Şirketleri daha zengin etmek dışında ülke ekonomisine hiçbir gerçek katkısı olmayan bu madencilik faaliyetlerine karşı daha büyük bir mücadele vermemiz, sermayeyi zenginleştirmek uğruna gerçekleşen doğa talanına karşı daha duyarlı olmamız gerekiyor. İzmir'de yaşayan vatandaşların çoğunun bildiği gibi, İzmir'in su havzası Tahtalı Barajının yanı başındaki Efemçukuru'nda 2011 yılından beri bir altın madeni işletmesi bulunmaktadır. Bu maden yüzünden 200 bin kişinin içme suyunu karşılamak için planlanan Çamlı barajı yapılamamakta, bu yüzden İzmir’in içme suyu Marmara Gölünün kuruması pahasına ta Manisa’dan, Gördes barajından getirilmektedir. Bu yüzden İzmir halkı suyu en pahalı kullanan illerden biridir” diye konuştu.
Okar, “Altın madenleri doğaya en çok zarar veren maden işletmeleridir. Azami yarım gram altın elde edebilmek için bir ton toprak kazılması, 4 ton su harcanması gerekmektedir. Yeraltından çıkan ağır metallerin yanı sıra, bazı madenlerde altının ayrıştırılması için siyanür kullanılmaktadır. İnsan sağlığına zararlı bu maddelerin havaya ve topraktan sızarak kaynak sularına karışması söz konusu olabilmektedir. Madenler açıldıktan sonra yok ettikleri doğanın rehabilite edilmesi mümkün değildir. Ve en acısı, geçen yıl bugünlerde, 13 Şubat 2024’te gerçekleşen Erzincan İliç Madenindeki kazayı unutmadık. 9 işçinin can kaybıyla sonuçlanan bu olay sonucunda ne kadar siyanürün ve tehlikeli ağır metalin yeraltı sularına ve Fırat nehrine karıştığı, bunun ekolojik sonuçlarının ne olacağı bilinmiyor bile. Ülkemizde şu an 19’u aktif aktif 22 altın madeni işletmesi bulunmaktadır ve daha onlarcasının açılması söz konusudur. Şirketleri zengin etmekten başka katkısı olmayan bu madenlerin açılmasını, genişlemesini, kapasite artışını engelleyemezsek birçok ormanlık alanımızı, su kaynaklarımızı, köylerimizi, tarım alanlarımızı, meraları kaybetmeye devam edeceğiz. Ormanlarımızı, doğanın mevcut dengesini koruyamadıkça iklim krizinin etkilerini, olumsuz sonuçlarını daha çok yaşayacağız. Bu yüzden doğa için, yaşam için mücadele etmekten başka seçeneğimiz yok” diyerek sözlerini tamamladı.
HABER MERKEZİ