- İzmir
- 06.11.2025 22:16
Kooperatif davasında savunma sırası Tunç Soyer’in: Tarihte cesur öncüler olarak yerimizi alacağız
Kooperatif davası kapsamında görülen duruşmada savunmasını yapan İzmir Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Tunç Soyer, “İZBETON’daki yol arkadaşlarım bana güvendiler, ben de onların güvenini boşa çıkartacak hiçbir şey yapmadım” dedi
- Oluşturulma Tarihi :
- Güncelleme Tarihi :
- Kaynak : HABER MERKEZİ
HAYRİYE GÜLPERİ TİBİN / İzmir Büyükşehir Belediyesi iştiraklerinden İZBETON’a yönelik yürütülen ve kooperatif davası olarak da bilinen yolsuzluk davasının ilk duruşması Aliağa Ceza İnfaz Kurumu Yerleşkesi Mahkeme Salonu’nda görülüyor. Mahkemede aralarında İzmir Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Tunç Soyer, CHP İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu ve İZBETON eski Genel Müdürü Heval Savaş Kaya’nın bulunduğu 11 tutuklu yargılanıyor. Bu kapsamda Soyer, savunmasını gerçekleştirdi. Soyer, “80 gündür hücrede ailemden, sevdiklerimden uzak, hayattan koparılmaya çalışıldığımı düşünüyorum. Dilerim çabalarımız vereceğiniz kararın adil olmasına katkı sağlar. Kooperatifçilik insanların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla oluşturulan bir yapıdır” dedi.
OY BİRLİĞİYLE MECLİSTEN GEÇTİ
Kooperatifçiliğin tarihine değinen Soyer, savunmasında şunları söyledi;
“Kooperatifçilik, Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’de önemli bir yatırım olarak görülüyor. 1950’lerde Türkiye gecekondulaşmayla yüz yüze kalıyor. 1961- 80 dönemlerinde ise belediyelerin kooperatiflerle ortak olmasının önü açılıyor. Nihayetinde Ankara’da KentKop kuruluyor. Kooperatiçilik İzmir’de de önemli bir yer taşıyor. Burhan Özfatura’nın başkanlık döneminde kurulan EgeKop, 8 bin 500 konutun inşaatına başlıyor. Özfatura’dan sonra gelen Yüksel Çakmur da bu çalışmayı sürdürüyor. 2002 sonrasında TOKİ sosyal konut iradesini bir kenara bırakıyor. TOKİ, başlangıçta sosyal devlet anlayışını sürdürürken bu böyle devam etmiyor. İnsanlar yoksullaşırken, barınma hakkı olan konut, yatırım aracına dönüşüyor.
2019 senesinde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı seçildikten sonra ilk aylarda deprem ve afet dairesini kurdum. Çünkü İzmir bir deprem şehri. 30 Ekim’de meydana gelen İzmir depremi döneminde depremzedeleri konteynerlerden çadır kentlerden kurtarmak için başlattığımız 1 Kira 1 Yuva projesiyle 330 milyon lira topladık. Depremden 19 gün sonra İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi olarak kentsel dönüşüm için oy birliğiyle bir karar aldık. Bu kararla İzmir Büyükşehir Belediyesi ile İZBETON arasında yapılan protokol oy birliğiyle kabul edildi. Diğer taraftan bazı kentsel dönüşüm ihalelerine İZBETON’u sokarak şirketleri teşvik etmeyi hedefledik. Örneğin Ege Mahallesi 1. Etap, Örnekköy 2. Etap, 5. Etap ve Gaziemir Aktepe- Emrez 2. Etap kentsel dönüşüm alanları ihalelerine İZBETON’u soktuk ve ihaleler müteahhitler üzerinde kaldı.
Görev sürem içerisinde, önceki dönem başlayan Uzundere 2. Etap ve Örnekköy 1. Etap inşaatlarını tamamladık. İhalesini gerçekleştirdiğimiz Örnekköy 2. Etabın da inşaatını başlatıp bitirdik ve hak sahipleri güvenli konutlarına geçtiler. Toplam bin 150 anahtar teslimi gerçekleştirdik, bin 575 bağımsız birimin imalatı müteahhitler eliyle bu kapsamda devam ediyor.
Depremden sonra çaresiz kalan binlerce orta hasarlı binanın yıkılıp yeniden yapılmasını mümkün kılacak bir kooperatifçilik modelini ‘Halk Konut’u o günlerde hayata geçirdik.”
DEMOKRATİK BİR MODELDİR
Halk Konut modelinin demokratik bir model olduğunu ifade eden Soyer, şunları kaydetti: “Türkiye’de ilk defa bina ölçeğinde dönüşümü başlattığımız bu model ile kooperatifleşen bina sakinleri kendi evlerinin dönüşümünü sağlayabildiler. Bin 350 ailenin kooperatifleştiği bu modelde son olarak geçtiğimiz hafta 120 aile yeni binalarının inşaatını tamamladı. 2025 sonunda 5 kooperatif inşaatının da bitmesiyle 160 aile daha güvenli konutlarına yerleşecek. ‘Halk Konut’ projemiz 6 ülkede araştırmalara konu oldu. Bu ay başı, biz cezaevindeyken modelin tüm dünyada uygulanabilirliğini sağlamak için çalışan Japonya Yokohama Üniversitesinden araştırmacılar İzmir’e gelip incelemelerde bulundu. Ortaya koyduğumuz başarı hikayesi, kentsel dönüşümde kooperatifçilik modelini uygulamamız konusunda bizi cesaretlendirmişti.
Bu model her türlü hukuki tartışmaya rağmen, çok sağlam hukuki temeller üzerine oturan, müteahhit karını ortadan kaldıran, en düşük maliyetlerle inşaat yapılmasını mümkün kılan, şeffaf, hesap sorulabilir, katılımcı, demokratik bir modeldir. Bu modelin; inşaatlardaki gecikmeler ya da hak sahiplerine yapılan kira ödemelerinin kamu zararına sebep olması gerekçe gösterilerek suçlanması, itibarsızlaştırılması memleketimizin ve şehrimizin gerçekleriyle bağdaşmayacaktır. Depreme dirençli bir kent, depreme dirençli bir ülke yaratmak için verilmesi gereken mücadeleyi zayıflatacaktır. Bu model bazı sorulara cevap aradığım için ortaya çıkmıştır. Kendi kendime sorduğum bu soruları sizlerle de paylaşmak istiyorum. İzmir nüfusunun yüzde 70’inin yani yaklaşık 670 bin binada yaşayan insanın depreme dayanıksız konutlarda yaşadığını bile bile, TOKİ’nin yaptığı 5-6 bin konutla teselli bulup bir kenara mı çekilseydik? Burada bir parantez açmak isterim. Sayın Cumhurbaşkanı’nı yanlış bilgilendirmişler. TOKİ’yi geçmek iddiasıyla bu işe kalkıştığımızı ifade etti kendileri. Bu doğru değil.Biz, bizden önce başlatılan ve bizim sorumluluğumuzda olan kentsel dönüşüm alanlarında tıkanmış bir süreci kooperatif modeliyle aşmaya çalıştık. Üzerimize düşeni, yani yasanın üzerimize yüklediği görevi hukuka uygun şekilde yapmaya çalıştık.”
ARKAMIZA MI YASLANSAYDIK?
Soyer, savunmasına şöyle devam etti: “Müteahhitlerin girmediği kentsel dönüşüm ihaleleri sonrasında biz vazifemizi yaptık. ‘Girmedilerse ben ne yapayım’ deyip arkamıza mı yaslansaydık? Fay hatlarının yerlerini değiştiremeyeceğimize göre, mutlaka bir gün yaşanacak bir büyük felakette on binlerce insanın ölmesini bir kadermiş gibi beklemeyi mi tercih etseydik? Bu tevekkül ve rehaveti bir kenara bırakıp; vatandaş, belediye, hükümet işbirliğiyle yeni, büyük, kapsayıcı çözümler üretmeye biz başlayalım dedik, demese miydik? İddia makamının iddianamede ifade ettiği gibi, ben ve arkadaşlarım bu süreçlerde kişisel bir çıkar ya da menfaat elde etmedik. Kooperatif ortaklarına ya da üçüncü bir şahsa da menfaat sağlamadık. Emniyet Müdürlüğü’nde; bana artarda sorulan onlarca ismi tanımadığımı söylemiştim. Daha sonra o isimlerin kooperatiflerin yöneticileri ya da onların iş verdiği şirket temsilcileri olduklarını söylediler. Bu durumda ortaya şöyle bir tablo çıkıyor. Buraya özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum; ben İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olarak, Türkiye’nin birçok bakanlığından büyük bütçeye sahip Büyükşehir Belediyesi’nin ilgili daire başkanlarını, bürokratlarını aldatıyorum. Yetmiyor, Büyükşehir Meclis üyelerini aldatıyorum. Yetmiyor, Dünya Bankası, Fransız Kalkınma Ajansı gibi uluslararası finans kuruluşlarını aldatıyorum ve binlerce kişiyi, herkesin gözünün içine baka baka hile ve desise ile kandıracak bir tezgah, bir oyun kuruyorum. Bu kadar çetrefilli ve alengirli bir oyunu kendim için de kurmuyorum, çünkü az önce söylediğim gibi iddianame ‘kişisel çıkar ve menfaat yok’ diyor. Peki bu oyunu kimin için kuruyorum? İşte orada büyük bir sorun var.!
Çünkü lehlerine dolandırıcılık yaptığım iddia edilen 3. kişilerle hiç tanışmamışız yani onları hiç tanımıyorum. Bu durumda varsa dolandırıcılık suçu, bu suçun hangi maksatla, kimin için işlendiği sorusu cevapsız kalmıyor mu? Bu sorunun cevabı yoksa bırakın hukuka uygunluğunu iddianın rasyonalitesinden söz edilebilir mi? Sayın Başkan haddimi aştığımı düşünmeyiniz ama varsa böyle bir insanın, hapishaneye değil, tımarhaneye kapatılması gerekir. Bizim bütün kastımız, başından itibaren büyük bir çıkmaza girmiş kentsel dönüşüm süreçlerini tamamlamaktı. Başka da bir derdimiz yoktu. Benim aldığım aile terbiyesini, tertemiz geçmişimi bir kenara bırakın, aklı biraz çalışan insan, daha önce de söylediğim gibi; her şeyin bu kadar şeffaf sürdürüldüğü, kooperatiflerin ayrıca tabi oldukları mevzuat nedeniyle incelendiği bir süreci dolandırıcılık yapmak için seçer mi? Hayatım boyunca o kirli yolların zoruna da kolayına da ne tevessül ettim, ne tenezzül ettim. Çünkü vicdani huzurun en yüce değer olduğuna inandım.
Hiçbir iyiliğin cezasız kalmayacağı söylenmesine rağmen, iyilikten vazgeçmedim, vazgeçmeyeceğim. İzmir Büyükşehir Belediyesinin 5 yıl boyunca kaptanı bendim ve o gemiyi hiçbir zaman yanlış sulara sokmadım. İZBETON’daki yol arkadaşlarım bana güvendiler, ben de onların güvenini boşa çıkartacak hiçbir şey yapmadım. Bugün yargılanan bizler, bu davada zerre kadar kusuru olmayan her biri birbirinden kıymetli tertemiz, onurlu arkadaşlarım, tarihte suçlu olarak değil, vicdanlı, cesur öncüler olarak yerimizi alacağız. Alacağınız kararda sizlere de vicdan huzuru diliyorum.”
Kaynak : HABER MERKEZİ