- Kültür-Sanat
- 14.05.2025 11:27
İlk kitabı 1995 yılında yayınlanan ve iki yıl önce felsefe alanında yazdığı kitabı Yunanistan’da okurla buluşan Gazeteci Yazar Uğur Oral, 6 yeni eseriyle kitapseverlerin gönlünü fethedecek
ONURHAN ALPAGUT-ÖZEL RÖPORTAJ
Gazeteci Yazar Uğur Oral’ın ilk kitabı 1995 yılında yayınlandı. O gün bugün yazmaya üretmeye devam etti. Yıllarca günlük gazetelerde yayınlar günlük köşe yazılarının yanına yeni kitaplar da ekledi. Hatta iki yıl önce felsefe alanında yazdığı kitabı Anlar ve Düşünceler Yunanistan’da Yunanca yayınlandı. Uğur Oral yayına hazır bekleyen 6 farklı kitabıyla Türk okurun kalbini fethetmeye hazırlanıyor. Altı yeni eseri de Yakın Kitabevi aracılığıyla tüm Türkiye’ye ulaşacak olan Oral’ın ilk kitabı Sancar Maruflu’nun hayat hikayesi olacak… Uğur Oral ile kaleme aldığı ve okurla buluşmayı bekleyen kitapları üzerine bir söyleşi yaptık. Biz sorduk, Uğur Oral anlattı…
İlerleyen dönemde yayınlayacağınız 6 kitabın öyküsü, oluşum süreci nedir?
İlk kitabım “Kırat’ın İzmir Koşusu” 1995 yılında yayınlanmıştı. O günden beridir sürekli yazıyorum, üretiyorum, bir kenara atıyorum. Güzel bir söz vardır, eğer yazıyorsanız, yazdığınız şey kaleminizden çıktığı anda sadece sizin olmaktan da çıkmıştır. Yani bir yazarın yazısı okurla buluştuğunda değer ve anlam kazanır. Ama anımsarsan, bir başka röportajda, senin sorularını yanıtlandırırken Türkiye’deki yayın evlerinin politikalarını eleştirmiştim. Ben bir yazar olarak, yayıncı peşinde koşmayı etik bulmuyorum. Hele hele yayınevlerinin para karşılığı kitap basmalarını ne yazarlık onuruyla ne de yayıncılık ruhuyla bağdaştırıyor. Bu sistemi ve anlayışı kendimce protesto ettiğimden, yazdığım tüm kitapları bekletme kararı almıştım. Hepsi bilgisayarımın belleğinde, basıma hazır halde duruyordu.
İkinci kitabınız Türkiye’den önce Yunanistan’da ve Yunanca yayınlandı. Neden böyle bir yol izlediniz?
Bildiğin gibi iki yıl önce Yunanistan’da Στιγμές και Στοχασμοί “Anlar ve Düşünceler” isimli felsefe kitabım yayınlandı. Ve altını çizmekte yarar görüyorum ki, bu kitabın yayınlanma önerisi yayınevinden geldi, yani Türkiye’deki gibi onlara gidip “Aman, lütfen benim kitabımı yayınlayın” demedim. Bunu bilhassa Türk yayınevlerinin yaklaşımını eleştirmek adına belirtmek istedim. Kitabım Yunanistan’da okurla buluştuktan sonra, gördüğü ilgi neticesinde, Bükreş’ten bir yayınevi bana ulaşarak kitabımı yayınlamak istediğini söyledi. Görüşeceğiz, eğer anlaşabilirsek Anlar ve Düşünceler Romanya’da da okurla buluşacak. Şuraya gelmek istiyorum. Benim kitabım Yunanistan’da bir Türk yazar tarafından kaleme alınmış ilk felsefe kitabı. Bu kitap yerel ve ulusal basında birçok kez haber oldu, Romanya’da bile ilgi uyandırdı ama gelin görün Türkiye’de bir tek yayınevi beni arayıp da bu kitapla ilgili görüşmedi. Yurtdışındaki yayın evlerinin kitabıma gösterdiği ilgiyi kendi ülkemdeki yayınevlerinden göremedim.
YAKIN KİTABEVİ YAYINLAYACAK
Ama yakında aynı kitabınız Türkiye’de de yayınlanacak…
Evet, geçen yaz Yakın Kitabevi ile bu bağlamda bir görüşmemiz oldu. Yakın Kitabevi’nin sahiplerinden Sayın Levent Salıcı sadece Yunanistan’da yayınlanan kitabımla değil yayınlanmaya hazır bekleyen diğer altı kitabımla da yakından ilgilendi. Levent Bey gerçekten yılların deneyimiyle konuya her açıdan son derece vakıf bir yayıncı. Kaldı ki Yakın Kitabevi bundan önce de çok değerli eserlere imza atmış, İzmir’de olmasına rağmen tüm Türkiye’ye rüştünü ispat etmiş bir yayınevi. Karşılıklı görüşmelerimizin sonunda Yakın Kitabevi ile tüm kitaplarımı kapsayan bir prensip anlaşmasına vardık.
Bu altı kitabın içerikleri farklı mı?
Kitapların bir tanesi Sancar Maruflu’nun yaşam öyküsü. Daha sonra kaleme aldığım ve çeşitli medya organlarında yayınlanmakta olan denemelerim kitap haline gelecek. Yunanistan’da 2 yıl önce yayınlanan “Anlar ve Düşünceler” yine komşu ülkede yayınlanacak 2. kitabım, yüksek lisans ve doktora tezim de Yakın Kitabevi’nden çıkacak. Yani toplam altı kitabım tüm Türkiye’de kitapseverlerle buluşacak. Elbette kitapların hangi sırayla ve hangi aralarla yayınlanacağına Levent Bey karar verecek. Ama önceliğin İzmir’in sembol isimlerinden, Sancar Maruflu’nun yaşam öyküsünü anlatan kitaba ait olacağını söyleyebilirim.
KENDİLERİYLE YÜZLEŞTİRECEK
Yunanistan’da yayınlanacak ikinci kitabınız ne üzerine?
Yunanistan’da yayınlanacak olan ikinci kitabımda Yunanlılar bir Türk gazetecinin gözünden Yunanistan’ı ve Yunanlıları yani kendilerini okuyacaklar. İkinci kitap için Stafilidis Yayınları ile anlaştık. Stafilidis Yayınları’nın sahibi sevgili dostum Dimitris Stafilidis projeyi duyunca çok etkilendi, heyecanlandı ve bu kitabı yayınlamaya talip oldu. Kesin bir tarih verememekle birlikte yılbaşından önce tüm Yunanistan’da kitapçıların vitrinlerinde yerini almasını öngörüyoruz. Kitabın adını henüz kesinleştirmedim, kafamda bazı isimler var ama bunu en sona bırakacağın. Daha önce hiç denenmemiş bir kitap olacak. Bu kitapta yaşadıklarımı, gözlemlerimi yazacağım. Bu kitabımda adeta Yunanistan ve Yunanlıların fotoğrafını çekeceğim. Kitabın benim tarafımdan yazılması ayrı bir anlam kazanacak. Biliyorsun yıllardır Türk-Yunan dostluğunun gelişmesi adına bireysel çabalar sarf eden birisiyim. Atina’da açtığım yardım amaçlı sergilerimi, verdiğim konferansları biliyorsun. Bundan bir süre evvel Yeni Asır Gazetesi’ne ‘Yunanistan nereye gidiyor’ başlığıyla bir yazı dizisi hazırlamıştım. Bu yazı dizisi 6 gün boyunca tam sayfa yayınlandı. Ben bu yazı dizisi için Atina’da birçok röportaj yaptım. Görüştüğüm kimseler hep Yunanistan’a yön veren çok önemi isimlerdi. İçerisinde eski yunan bakanlar ve odaların başkanları vardı. Bana Yunanistan’ı tüm çıplaklığı ile anlattılar. Bende bu sayede Yunanistan hakkında birçok bilgi edindim. Hatta bazı Yunanlı dostlarım bana ‘Sen bizi bizden iyi tanıyorsun’ diyorlar. 20 yıl boyunca Yunanistan’a gidip gelmem ve onlarla sürekli diyalog halinde bulunmam bu konuda en büyük etken. Çok farklı bir kitap olacak. Tamamen tarafsız ve yapıcı bir yaklaşımla her iki toplumu da sorgulayacağım. Hedefim her iki ülkenin de yaptığı hataları ve/veya yapması gerekenleri irdeleyip Türk-Yunan ilişkilerinin gelişmesine katkı koymak.
20 yıl boyunca Yunanistan ve Türk toplumunu gözlemlemiş birisi olarak sizce birbirimize ne kadar benziyoruz?
İki toplum birbirine benziyor mu gerçekten? Bu soru bana yöneltildiğinde verdiğim cevap genelde şu oluyor: “Sahil bandında yaşayanlar’ için ‘evet’ ancak Anadolu’da yaşayan insanlar için bunu söyleyemem.” Bunda uzun süre birlikte yaşamamızın büyük bir etkisi var. Birlikte acılar, sevdalar paylaşılmış. Kültürler birbiri ile iç içe geçmiş. Özellikle mübadeleden sonra Türkiye’den Yunanistan’a gidenler veya Yunanistan’dan Türkiye’ye gelenler hiçbir zaman ayrıldıkları hayatlarını unutmamışlar. Hep bir yarım kalan sevda olarak kalmış anılarında. Dolayısıyla ben iki ulusun asla birbirinden kopamayacağı kanaatindeyim. Asla birbirine düşman olamazlar. Evet tüm diğer Avrupa ülkeleri arasında Yunan toplumu savunduğu değerler bağlamında Türklere en yakın olanı.
Yunan kültürü doğu kültürüne yakın diyorsunuz.
Bugün Yunan kültürüne baktığınızda ‘Helenizm’ i görürsünüz. Helenizm’i kuran Büyük İskender doğu ile batıyı buluşturma ideali ile yola çıkmış. Anadolu-Yunan felsefesi, imparatorluğun egemen olduğu bütün alana yayılmış, Yunanistan’dan Hindistan’a, Anadolu’dan Mısır ve Kuzey Afrika ülkelerine dek bu kültür etkisini göstermiş. Doğu düşünce yapısıyla dinle bağlantılı inançlar, Batı’da yayılma olanağı bulmuş, iki düşünce gerek dünyayı gerekse birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı bulmuş. Akla dayanan Anadolu-Yunan felsefesiyle, inanç sisteminin egemen olduğu Doğu düşüncesi kaynaşmış ve yeni bir bileşim oluşturmuş. Köklerindeki bu kültür birleşimi günümüz Yunan kültürünün de doğu batı sentezi olması sonucunu doğuruyor. O yüzden bugün bir Yunanlının mentalitesi ile bir Ukraynalının mentalitesi aynı değildir. Yunanlılar çok daha özerk ve farklı kendilerine özgü bir kültüre sahipler. Bu kültür içerisinde bizim kültürümüzden gelen değerlere ve erdemlere de rastlamak olası. Örneğin bugün hala Yunanistan’da aile kavramı çok önemli. Hala kalabalık akşam yemekleri yeniyor. Hala aile kurumu kutsal. Yunan toplumu bu değerlerini muhafaza etmiş bir toplum. Dolayısı ile bize biraz benzeyen bir toplum. Bununla birlikte entelektüel ve düşünsel anlamda aramızda çok büyük fark var. Demokrasinin ve felsefenin doğduğu, dünyaya yayıldığı topraklardan bahsediyoruz. Ama yine de bazı ortak değerlerde Türk halkı ile buluşan bazı erdemleri paylaşan ne tam Avrupalı ne tam doğulu bir ülke. İkisinin arasında yer alan bir ülke… Bu yüzden benzeşiyoruz, kendimize yakın buluyoruz zaten…
ÇİZGİ ROMAN, FOTO ROMAN KÜLTÜRÜ
İnsanların okumadığı bir toplumda kitap yazmak ne nasıl bir duygu?
Bu biraz Don Kişotluk olabilir. Biraz inanç meselesi olabilir. Evet okumayan bir toplumda yazmak biraz özveri isteyen bir eylem. Bunu kabul ediyorum. Ancak bir kişinin sizin yazdıklarınız neticesinde fikir sahibi olması bu bile başlı başına önemli bir misyon. Şöyle bir örnek vereyim bir temizlik işçisi “birazdan nasılsa yine kirlenecek” diyerek yerleri süpürme görevini ihmal edemez. Yazar da “nasılsa insanlar okumuyor” diyerek bu misyonuna sırt dönemez, dönmemelidir. Yazarın duruşu ve misyonu karaya vurmuş denizyıldızlarını tek tek denize kavuşturan çocuğun öyküsüne benzer. Kültürümüze baktığınızda toplumun çizgi roman, fotoroman kültürü ile büyüdüğünü görürüz. Hal böyleyken biz resimlere bakıp, okumayı sevmeyen bir toplumuz. Çok erken tanışılan televizyon kültürü de hepten kitapla toplum arasındaki bağı kopardı. Biz okumayız. Ama bu eksiği kamufle etmek için birçok savunma mekanizması geliştirmişiz. Bahane yaratma konusunda üstümüze yok. Mesela en meşhuru “çok yoğunum zamanım yok” bahanesi… Okumak isteyen insan için her zaman müsait bir zaman var. Ben toplu taşıma araçlarında cep telefonu ile oynayan her gün bir sürü insan görüyorum. Okumuyorlar. Alın size zaman. İnsanlar akşamları içi boş dizileri izlemek için zaman yaratabiliyor. Ya da dışarı çıkıp havadan sudan konuşmak için zaman her zaman var. Ama okumak denince hayır! Okumuyoruz, okumayı sevmiyoruz ve bunu itiraf edecek cesaretten de yoksunuz, kendimizi kandırıyoruz. Okumamanın beraberinde getirdiği hayal dünyası kıtlığı da ne yazık ki yaratıcılığımızı baltalıyor. Yaratıcılık gücünden yoksun bir toplum haline geliyoruz. Bu sebeple görüyorsunuz ki etrafınızdaki insanlar ve binalar birbirinin aynı. Farklı renkler yavaş yavaş her gün azalıyor. Herkes ve tüm hayatlar birbirine benzemeye başlıyor. Bunun da altında hep kitap okumamak var. Kitap insanın hayal gücünü besler, düşünce dünyasını genişletir. Düşünen ve hayal eden insan farklı şeyler yaratır. Bu farklılık da beraberinde sosyal hayatın her alanında renklilik getirir. O yüzden çok okuyan toplumlara baktığınızda okumanın toplumun hayatının her alanına yansıdığını görürsünüz.
Neden yazıyorsunuz? Sizi yazmaya iten sebep nedir?
Ben kendimi bildim bileli yazıyorum. Gazetecilik mesleğinde 31 yılım geçti ve sürekli yazdım, yine yazıyorum ve hep yazmaya devem edeceğim. Benim topluma hizmet etme yolum yazmak. Bildiklerimi, gördüklerimi, deneyimlerimi insanlar ile paylaşıyorum. Eğer yazdıklarım sonucu insanlar kendilerini bir nebze sorguluyor ise bu benim için en büyük mutluluk. Ben felsefe yazmayı ve insanları düşünmeye zorlamayı seviyorum. Yazdıklarımda insanların düşünüp de söyleyemedikleri şeyleri söylemeyi seviyorum. Biz maalesef bazılarına şirin gözükmek adına kendi öz düşüncelerimizi saklamayı seven bir toplumuz. Ben yazılarımda bu baskıyı mümkün olduğu kadar kaldırmayı seviyorum. İnsanları kendi gerçeği ile yüzleştirmeye çalışıyorum. Yazılarımdan sonra çok güzel e mailler geliyor, son derece içi dolu yorumlar okuyorum. Bunların tümü bana moral veriyor. Demek ki hala ülkede okumayı, sorgulamayı seven; vizyonunu geliştirmek isteyen insanlar var. Bu örnekleri gördükçe yazmaya yönelik motivasyonum artıyor.