Sayfa Yükleniyor...
Yazar Mahir Adıbeş, yazarın yaşadığı toplumu tanıyıp ve bütünleşmesi gerektiğini ifade ederek, Toplumun kültür, gelenek, görenek, töre, adet, anane, alışkanlıklar, atasözlerini bileceksin. İnsanların içinde yaşamalısın, gözlemlemelisin, dinlemelisin, düşünmelisin dedi
ÖZEL HABER-TANER UYANIKER
Türkiye Yazarlar Birliği İzmir Şube Başkanı ve yazar Mahir Adıbeş ile geçen hafta ilki yayınlanan söyleşimizin bugün ikinci kısmıyla karşınızdayız. Yıllarını okumaya ve yazmaya adamış Adıbeş ile ilk önce 12 Eylül darbesini konu aldığı Eylülde Soldu Bu Çiçekler romanını konuşarak başladık. Adıbeş, Romanda ölen gençlerin geride kalan ailelerine vurgu yapmak istediğini belirterek, kaderin hiçbirini şu-bu diye ayırmadığını eşit şekilde sindirdiğini belirtti. Yazar olmanın hayalini içinde taşıyan gençlere de öğütlerde bulunan Adıbeş, çok okumaları gerektiğini özellikle klasikleri bitirmelerini ama bunun yanında Türk yazarlara sırtlarını çevirmemeleri gerektiğini vurguladı. Bir yazarın sosyolojiyi ve psikolojiyi iyi bilmesi gerektiğini ve toplumsal, kişisel olayları iyi analiz etme yeteneğine sahip olması gerektiğinin de altını çizdi.
12 EYLÜL TÜRK FİKİR HAYATINI SİLİNDİR GİBİ EZDİ
12 Eylül darbesini konu aldığı Eylülde Soldu Bu Çiçekler adlı romanını solcularında sağcılarında kendilerine çektiğini ama romanda o dönemde herkesin başına gelen acı olayları anlatmaya çalıştığının altını çizen Adıbeş, Keşke böyle bir darbe olmasaydı. Eylülde Soldu Bu çiçekler adlı romanım sanırım ilk defa iki binli yıların başında yayınlandı. 12 Eylül darbesini roman olarak anlatan ilk kitap. Ondan sonra bu konuda eserler çoğaldı. Bu roman bence yanlış anlaşıldı. Biz burada elbette darbenin şiddetine dikkat çektik ama daha çok ölen gençlerin geride kalan ailelerine vurgu yapmak istedik. Anne, baba, eş ve çocukların nasıl yalnızlaştığını, ortada kaldığını anlatmak istedik. Kader hiçbirini ayırmamış eşit şekilde sindirmişti, şu-bu diye ayırmamış. Üzgünüm. Yaşantılarına şahit oldum, yoksulluklarına, yalnızlıklarına, itilmişliklerine, nefretlerine, kinlerine, açlıklarına Uzaktan davulun sesi hoş gelir, onları görmek gerekti. Ortada kalmışlık nedir o zaman anlaşılır. Ben yalnızlığı, korkuyu, kini, nefreti o insanların gözlerinde gördüm. O romanda yazılanları devrimciler kendilerine çekiyor, ülkücüler de kendilerine. Yok öyle değil aslında. Tabi ki bu benim hoşuma gidiyor sahipleniyor her iki tarafta. Aslında hepsi aynı ortamda aynı şekilde yaşamışlar. Birinin diğerinden farkı yok. Herkesin acısı var o dönemde. Belki o roman sayesinde bu gün insanlar topyekûn olarak tankların karşısına dikildiler. 12 Eylül darbesi bir gurubu bir fikri ezmedi. Belki amaç öyleydi ama daha kötüsünü yaptı. Türk fikir hayatını silindir gibi ezip yok etti. Fikirler karşı fikre göre gardını alır ve kendini geliştirir, sonunda bir yerde buluşurlar. O milletin fikir hayatı tartışılır, olgunlaşır ve yıllarca sürecek geleceğine ışık tutar. Milletin fikirleri halkın tabanından tartışılarak gelir. Aksaklıkları, zamanla fikir adamları tarafından konuşarak, anlaşarak giderilip güncelleştirilerek yaşatılır. Eğer bir milletin mihenk taşları fikir çıkışları yoksa o zaman dışarıdan gelen her teklifi kabul etmek zorunda kalırsınız çünkü fikriniz yok. Ne yasa yapabilir ne de görüş sunabilirsiniz. İşte Türk fikir hayatının sacayağı olan ülkücüler, devrimciler, İslamcılar bu konuda bayağı mesafe kat etmişlerdi. Keşke İslamcılar da diğerleri kadar cesur olsaydı. 12 Eylül darbesi filizlerimizi kuruttu ve artık kendi kendimizi yönetemez hale geldik. Fikir adamları kolay yetişmiyorlar. Bu günkü sıkıntılarımızın temelinde o günler yatıyor dedi.
ÖYLE BEN YAZACAĞIM DEMEKLE OLMAZ!
Kendisinin bir ilhamı olmadığını belirten Adıbeş, Ben bu ilham işinden anlamamdedi. İlhamın dini terminolojide yer aldığını hatırlatarak, İyi de dinle ilgisi olmayan kişiler de ilham bekliyorlar. Bunu çok ileri götürüp Allahtan vahiy bekleyenler bile oluyor. Yazmak zor zanaattır kardeşim. Bazısı taş duvar örer bazısı da gümüş işler, kalite kalitedir ama hepsinin bir çilesi, emeği, farklı lezzeti vardır. Öyle ben yazacağım demekle olmaz. Yazarın mutfağı, evi, sarayı yok. Fildişi kulelerde beklerken de ilham gelmiyor. Bu bir ruh halidir. Mekanı iyi süzüyor, insanları iyi tanıyor, önce kendini sonrada yaşadığın evreni seviyorsan onunla hemhal olursun. Yazma meleken de var, ben bu zor yükü omuzlayacağım diyorsan yazarsın. Yani yazmaya talip olacak şartlarını yerine getireceksin. Çok okuyacaksın çok Eğer ağzına kadar dolmuşsan, otobüste, trende, kaldırımda yürürken bazen çok acı bir gününde taşarsın bazen de el ayağın çekildiği gece yarısı kalemi eline alır sabaha kadar taslağı hazırlarsın. Herkes düğün bayram yaparken yazar ortadan kaybolursa bırakın o anı yaşasın. Bir bozkırda taşın üzerinde otururken gelir heyheylerin. Gece yıldızların altında sırt üzeri uzanmışken dalar gidersin. Bunun zamanı ve mekanı olmaz. Hem yazmak sadece kalemin kağıda döktüğü harflerle başlamaz. Bunun bir geçmişi vardır, elbet bir çıkış noktası olacaktır. Herkes körfezde gezinirken ben güneşin batışına takılırım. Bu bir doğum gibidir günlerce kafanda taşırsın hatta aylarca, yıllarca sürer bu sancılı zaman. Ben kalemi elime aldığım an artık o eserin kurgusu kafamda bitmiştir ifadelerini kullandı.
YAZAR OLMAK BİR KARA SEVDADIR
Adıbeş genç yazarlara ise şu tavsiyelerde bulundu: Ustaları iyi okumalı. Evet, genç yazar kardeşlerim ustaları çok iyi okuyun ve en beğendiğiniz yazara sakın aşık olmayın ben ondan iyi olacağım diyerek işe başlayın. Sabredin bir gün onu geçeceksiniz. Dünya klasiklerini okuyun ama Türkçe yazan yazar ve şairleri sakın ötelemeyin hatta öne çıkarın. Bir gün onlardan biri siz olacaksınız. Yazar sosyoloji bilmeli, psikolojiden anlamalı. Tahlil ve tasvirlerinde sağlam ve becerikli olmalı. Düğüm düğüm düşünceleri çözmeli. Sonra da kelimeleri çok iyi seçmeli. Özenti değil, sözler içinden gelmeli. Yazmak bir sevdadır! O kadar basit değil elbet, yazar olmak bir kara sevdadır sözü bence daha uygun. Öyle ki yaşadığı toplumun bütün çilesini, sıkıntısını, acılarını, kederlerini, iyiliğini, kötülüğünü taşımaya talip olmak demektir, hem de of demeden. Bu yükü taşıyabilirsen gir bu yükün altına. Hangi dili kullanıyorsan o dile çok iyi hakim olmalısın. Yaşadığın toplumu tanıyıp ve bütünleşmelisin. Kültür, gelenek, görenek, töre, adet, anane, alışkanlıklar, atasözlerini bileceksin. İnsanların içinde yaşamalısın, gözlemlemelisin, dinlemelisin, düşünmelisin Hiçbir zaman aklından çıkarma, yazarsan sen yaşadığın toplumu temsil ediyorsun. Her halükarda eleştiriye açık olmalısın çünkü üzerine gelindiğinde eserini göğüsleyebilmelisin.
MAHİR ADIBEŞ KİMDİR?
1964 Kurcakol köyü-Bayburt doğumlu. Fırat Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi mezunu. İlk yazıları, Bayburt Postasında çıktı. 1997-2001 Ömer Seyfettin Hikaye Yarışması özendirme ödülünü aldı. Almanyada uluslar arası hikaye yarışması Deustch Wella ödülü, 2001 yılında Tuzla Belediyesi roman yarışmasında Ateşle Dans romanıyla ödül aldı. Çocuklara yönelik hikayeler yazdı. Şimdi Türkiye Yazarlar Birliği İzmir Şube Başkanlığını yürütüyor. Eserleri: Yarenim Var Yıldızlardan (Almancaya da çevrildi), Gecede Sır Oldu, Merhamet Gölgeleri, Eşekler Kasabası, Eylülde Soldu Bu Çiçekler, Ateşle Dans, duvar, veliaht, taş ustaları, Yaz Çobanı, Taşa Atılan İmza, Taşa Vurulan Mühür, Taş Oyuncakları, Tilkili Yılan.
kutututututtututu
Eylülde Soldu Bu Çiçekler
Bu kitabın her satırında hırçın dalgaların dövdüğü Karadeniz kıyılarından başlayıp, Torosların serin yaylalarında sürüp giden esaslı bir hayata tanıklık edeceksiniz. Onlarınki kazananı olmayan bir savaştı Kardeşin kardeşi kırdığı, doğrunun yanlışa karıştığı bir savaş Türkiyenin en sancılı dönemlerinden 12 Eylüle alışıla gelmişin dışında, üstelik de Anadoludan, Anadolunun gözüyle bakmayı başaran bir roman; Eylülde soldu bu çiçekler Anadolu kültürünün saf ve duru haliyle konuşturan, 12 Eylüle her iki cepheden, acılarını içinde hissettirerek bakabilen bir roman Bu romanı okuduğunuzda değer yargılarınızı gözden geçirmek zorunda kalabilirsiniz.
Merhamet Gölgeleri
Bir gün yolunuz düşer de bir dere kenarına giderseniz, siz siz olun bir fidan dikin. Yıllar sonra aynı yere yolunuz düştüğünde fidan büyüyüp kocaman ağaç olmuşsa ilk gelişinizi hatırlayıp mutlu olursunuz. Fidan kurumuş ise hiçbir şey hatırlamazsınız. Geçmişte kalan izler de böyle bir şey olsa gerek; hatıraların büyüyüp ağaç olması demek. Koruduğunuz çevre, el uzattığınız çocuklar, büyüttüğünüz evlatlarınız da bunlar gibidir. Gün gelir bir gün o ağacın gölgesine sığınırsınız. Merhamet Gölgeleri yaşadığımız olayların bir bütünü, küçük bir tebessüm bizim için. İnsanın içindeki koruma duygusunu, üzüntüyü, yalnızlığı, korkuyu, hayallerini anlatıyor. Gülmeyi unutmuş, alçak gönüllü hikayelerin yer aldığı bir kitap. Merhamet Gölgeleri unuttuğumuz insanı ve insanlığı hatırlatıyor bizlere.
Haber Merkezi