Sayfa Yükleniyor...
Yazar Mehmet Aldemir ‘Kapıda Biri Var’ adlı romanın detaylarını gazetemize anlattı. Aldemir, “Çocukluk hayalimi gerçekleştirdim” dedi
ONURHAN ALPAGUT- RÖPORTAJ
Yazar Mehmet Aldemir’in ilk kitabı ‘Kapıda Biri Var’ kısa süre önce okurlarıyla buluştu. Aldemir’in hikayesi aslında 8 yaşında yazdığı bir öyküyle başladı. Öykü 22 sayfada olsa Aldemir’in için oldukça önem teşkil ediyordu. Yazar için önemli olan hikaye fakat çevresi tarafından gerektiği ilgili görmedi. Hevesi kırılan yazar 30 yaşına kadar hiçbir şey üretmedi. Tam o yaşta sorgulamaya başlayan yazar, eline kalemi alarak çocukluk hayalini gerçekleştirmeye karar verdi. ‘Kapıda Biri Var’ın da temeli bu şekilde atılmış oldu. Kitap tamamlandıktan sonra ise yazar bir takım zorluklar ile karşılaştı. Yılmadı ve 2019’da roman yayınlandı.
Sizi kısaca tanıyalım.
1979 yılında Antalya’da doğdum. İlk ve ortaöğrenimimi Antalya’da tamamladım. Yükseköğrenimimi Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde gördüm. Yine aynı üniversitenin eğitim fakültesinde Tezsiz Yüksek Lisans adı altında Eğitim Psikolojisi, Gelişim Psikolojisi, Öğrenim Psikolojisi, Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik gibi pedagojik formasyon dersleri görerek “Öğretmen” unvanı aldım. Halen Antalya’da yaşamaktayım. Yıllar içerisinde öğretmenlik başta olmak üzere çeşitli işler yaptım. Şu anda roman yazmanın yanı sıra edebiyat, kültür ve sanat sitelerinde yazarlık yapmaktayım. İlgi alanlarım arasında yazmak ve kitap okumayı saymazsak gitar çalmak, müzik dinlemek, resim yapmak, doğa gezisi ve doğa fotoğrafçılığı yer almakta.
HER ŞEY BİR ÖYKÜYLE BAŞLADI
‘Kapıda Biri Var!’ adlı romanınızı yazmaya nasıl karar verdiniz?
Aslında her şey sekiz yaşında yazdığım küçük bir öyküyle başladı. Bir gün okuldan eve doğru gelirken yol kenarında bir defter bulmuştum. Kapağı rengarenk, parlak; içi pembe, mavi çizgili; hiç kullanılmamış, boş bir defterdi bu. Koyu ve sönük renklere sahip okul defterime kıyasla bu renkli ve gösterişli defter o anda bir esin vermiş olmalıydı bana. Hemen eve gidip elime kalemi alarak, o an zihnimde canlanan öyküyü yazmaya başlamıştım. Öykü, yangın çıkan bir ahırda mahsur kalmış beş yaşındaki bir çocuk ve onu kurtarmaya çalışan bir eşekle ilgiliydi. Eşek ahırın dışında bulduğu çengelli bir sopayı ağzıyla tutup ufak bir pencereden içeri sokuyor ve çengeli çocuğun sırtına, elbisesinin arkasına tutturarak onu alevlerin arasından çekip kurtarıyordu… Her ne kadar bu, bir iki sayfalık minik bir hikaye de olsa benim için büyük bir önem teşkil ediyordu. Sanki çok önemli bir iş başarmışım gibi, önüme gelen herkese öyküyü okuyor veya anlatıyordum. Ancak çevrem tarafından gerekli ilgiyi göremeyince büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım ve yirmi iki sene boyunca, yani otuz yaşına gelinceye dek bir daha böylesi bir girişimde bulunmadım. 2009 yılında, otuz yaşına geldiğimdeyse o dönemde hayatı, kendimi ve yaptığım işleri sorgulamaya başlamıştım tekrar elime kalemi aldım ve çocukluk hayalimi gerçekleştirmek üzere “Kapıda Biri Var!” adlı romanıma başladım.
YILMADI, KİTABI BASTIRDI
Bu kitabın başlangıcından yayın sürecine kadar olan safhada yaşadığınız durumları bize anlatır mısınız?
Başlangıç aşaması çok heyecan verici ve zevkliydi. Çok büyük bir tutku ve şevkle yazıyordum. Aslında ilk başta kalemi kağıda değdirinceye dek herhangi bir öykü yoktu kafamda, fakat kalemi değdirmemle birlikte olaylar, duygular, diyaloglar art arda bir anda dökülmeye başlamıştı kâğıda. Bu öyle bir şeydi ki sanki hikâyeler daha önceden zihnimde yazılmış, bitirilmiş ve ben onları temize çekiyordum. Çok heyecanlıydım, yerimde duramıyordum. “İşte! İşte!..” diyordum. “Aradığım iş bu! Benim işim bu! Ben yazar olmalıyım, yazar olacağım!” Fakat dört ay kadar yazdıktan sonra içimde sinip kalmış, hayalleri yıkılmış o küçük çocuk devreye girmiş olacaktı ki ümitsizliğe kapılıp romana üç sene ara verdim. Tabii bu arada elime hiç kalem almasam da zihnimdeki kalem işlemeye, romanı yazmaya devam ediyordu. Neden sonra, 2012’de, otuz üç yaşında elime kalemi tekrar aldım ve bu kez kararlı bir şekilde, bir daha hayallerimden asla vazgeçmemek ve o kalemi elimden bir daha hiç bırakmamak üzere yazmaya devam ettim ve nihayet 2014’te romanı bitirebildim. Esasında bitirdiğim şey, romanın yaratma aşamasıydı. Oysaki düzenleme ve düzeltme, yani editörlük kısmı olduğu gibi duruyordu. Yalnız benim editörlere verecek param yoktu. Bu yüzden bu görevi kendim üstlenmeye karar verdim. Dilbilgisi kitaplarını, imla kılavuzlarını, sözlükleri ve kitabıma örnek oluşturacak değerli yazarlarımızın eserlerini didik didik edip incelemeye başladım. İşte bu safha beni çok yordu, çok zorladı. Ama oldukça da yol kat etmiştim, kendimi epey geliştirmiştim. Yalnız iş bununla bitmiyordu. Asıl zorluk bundan sonra başlıyordu: Romanımı yayınlayacak bir yayınevi bulmak. İnanın, bu süreç çok sancılı geçti! 2015’ten 2019’a kadar romanımı yayınlatmak için çok girişimde bulundum, çok çabaladım ama netice elde edemedim. Aslında birçok yayınevi romanımı beğendi, yayınlanmaya değer gördü fakat yayın programlarının dolu olması ya da yeterli bütçelerinin olmamasını gerekçe göstererek olumsuz yanıt verdiler. Tüm bu olumsuz geri dönüşler beni çok yıprattı, moralimi çok bozdu. Ümitsizliğe kapılmaya başlamıştım, hatta bu işi bırakmayı bile düşündüm. Ama hayır, bırakmamalıydım, sonuna kadar gitmeliydim! İçimdeki o küçük çocuğun düşünü gerçek etmeliydim! Derken 2019 yılında, şu anki yayınevimle tanıştım. Onlar bana olumlu yanıt verdiler ve de çok kısa bir süre içerisinde, Aralık 2019 tarihinde romanımı yayınladılar. Ve böylece çocukluk hayalimi kırk yaşında da olsa gerçekleştirdim.
MERAK UYANDIRIYOR
Bu kitabı elimize aldığımızda nasıl bir içerik ile karşılaşıyoruz?
İsterseniz bu soruya, katkı ve yardımlarıyla bana destek olan sevgili öğretmenim Yazar Gül Coşkun’un romanımın basın/tanıtım bülteni için yazdığı değerli yorumuyla yanıt vereyim: Kim demiş edebiyatın iyice İstanbul’a doğru çekildiğini? Hayır, Ankara veya İzmir’den bahsetmiyorum. Antalya’dan... Mehmet Aldemir’den soluk soluğa okuyacağınız bir ilk roman... Altı öykünün ilginç kurgularının birleşmesiyle iki kısımdan oluşan, baş döndürücü bir roman çıkıyor karşımıza. Her bir öykü, kâğıda döküldükçe “Pandoranın Kutusu” açılıyor ve ortaya, daha çok psikolojik olmak üzere toplumsal, hayali ve felsefi konuların ele alındığı, son derece merak uyandıran bir metin saçılıyor. İnsanları çok yakından gözlemlediği belli olan yazar yüksek lisans yaparken aldığı psikoloji eğitiminin de etkisiyle- derinlemesine yaptığı karakter tahlillerini, onların içsel ve dışsal çatışmalarını, çıkmazlarını, duygusal iniş çıkışlarını ayrıntılarıyla gözler önüne seriyor. Romanda, birbirine zıt kavram ve olgular, karşıt görüşler etkili bir diyalektik oluşturacak şekilde bizlere sunuluyor. Art arda gelen tuhaf ve çarpıcı olaylar, rastlantılar, romanı baştan sona büyük bir merak ve heyecanla nefes nefese okumamızı sağlıyor. Ayrıca yazarın akıcı ve zengin dili, tarafsız bakış açısı ve titiz çalışması sonucunda, kişiler arası ilişkiler, çekişme ve çatışmalar ve de yaşanan tüm olaylar gerçekçi, inandırıcı bir üslupla anlatılıyor. Yazar Gül Coşkun
Kitap hakkında okurlarınızdan aldığınız geri dönüşler nasıl? Sizi yeni yazılar, öyküler, hikayeler üretmeye teşvik edecek türde mi?
Çok güzel geri dönüşler aldım ve halen de almaktayım. Kimisi dünya çapında bir roman olduğunu, yabancı dillere mutlaka çevrilmesi gerektiğini; kimisi okurken, tıpkı bir sinema filmi seyreder gibi, olayları gözünde canlandırdığını; kimisi de diyalogları okurken sanki karakterler kendi aralarında konuşuyor ve kendisi onları dinliyormuş gibi bir hisse kapıldığını, büyülendiğini söyledi. Genel olarak bakıldığındaysa okurların ortak görüşü, romanın çok akıcı, heyecan uyandırıcı ve meraklandırıcı olduğu yönünde. Zaten benim esas gayem de buydu ve o gayeye ulaştığımı görmek beni fazlasıyla mutlu ediyor. Elbette tüm bu güzel geri dönüşler beni yeni yazılar yazmaya teşvik ediyor. Bu arada romanım, 1 Mart 2019 tarihinde Değerli Gazeteci ve Yazar Sayın Sevgi Ünal’ın sunumuyla Ekin Yazın Dostları İstanbul Üçüncü Grup Üyeleri tarafından ele alınıp irdelendi. Oradan da birkaç olumsuz eleştiri dışında güzel geri dönüşler aldım.
Yeni bir kitap hazırlığınız var mı?
Evet var. Şu anda, konusu yine psikolojik ağırlıklı olmak üzere yeni bir roman üzerinde düşünüyor ve çalışıyorum. Ancak ne zaman biter, ne zaman yayın sürecine girer, bilemiyorum.
***KUTU***
SAVAŞ VE BARIŞ
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Açıklayıcı olması açısından bir konuya değinmek istiyorum: Romanın ithaf kısmında “Barış”a... diye yazmıştım. Bazı okurlarım “Barış” isminin bir tanıdığımın adı olduğunu düşünmüş. Aslında çift tırnak içerisine almam onun bir insan ismi olmadığını belirtmek içindi ama yine de yanlış anlaşılmış. Ben bu romanı yazarken simgesel bir dil kullanmaya çalıştım. Örneğin “Savaş” ismi sadece romanda yer alan bir karakteri ifade etmiyor. Hem iç dünyamızda hem de dışımızda yaşanan savaşı ifade ediyor. “Zafer” ismiyse içte ve dışta yaşanan savaşın sona ermesi, savaşa karşı kazanılan galibiyeti simgeliyor. Yine aynı şekilde “Barış” ismi de karakter isminin ötesinde sembolik bir anlam içeriyor. Savaşın sona ermesinin ardından iç dünyada ve dış dünyada sağlanan iyileşmeyi, huzuru, mutluluğu ifade ediyor. Umarım iç dünyamızda ve dış dünyamızda, kısacası tüm dünyada yaşanan savaşları durdurur, zafere ulaşır ve barışı tesis edebiliriz! Eğer bunu başarabilirsek işte o zaman hem birey hem de toplum olarak gerçek huzura ve mutluluğa ereriz.
Haber Merkezi