Demirin estetik ile buluşması

Danimarka'da Türkiye’yi temsil ederek dünyaca ünlü tasarımcılarla çalışma fırsatı bulan resim ve heykel sanatçısı Ozan Ünal, heykel sanatının yakın bir tarihe kadar yasak bir sanat olduğunu belirterek Atatürk’le birlikte yeniden hayat bulan bu sanatın estetik ruhunu tekrar canlandırdığını söyledi


  • Oluşturulma Tarihi : 18.11.2016 07:52
  • Güncelleme Tarihi : 18.11.2016 07:52
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Demirin estetik ile buluşması

NİLGÜN TAZE - ÖZEL HABER

Osmanlı döneminde yasak bir sanat dalı olarak kabul edilen heykel yapımı Cumhuriyet dönemiyle birlikte Atatürk sayesinde Türkiye’de hayat bulmaya başlar. Henüz öğrenciyken Beymen Academia gibi birçok yarışmayı kazanan resim ve heykel sanatçısı Ozan Ünal ise getirilen bu özgürlük sayesinde kendi açtığı atölyesinde birbirinden farklı ve estetik eserler ortaya koyuyor.

Heykelin ve sanatın Rönesans ve klasik dönemden günümüze kadar olan gelişme sürecini değerlendiren resim ve heykel sanatçısı Ozan Ünal sanat eseri yapımındaki mükemmeliyetçilik ve gerçekçilik gibi nedenlerin sanatçıdan daha önemli olduğunu belirtti. Değişen toplum fikirlerinin özellikle sanayi devriminden sonra sanatın önüne geçmeye başladığını ifade eden Ünal, “Sanat, sadece tekniklerden ibaret bir iş değildir. Yaşamın içindeki her şey gibi birbirine sıkı sıkı bağlı değiştiren ya da etkilenip değişen bir kavramdır. Bunun aslında en iyi örneklerinden birini yaşıyoruz. Günümüz sanatına postmodern sanat deniliyor. Bu tanım bize sadece modern sanatın bittiğini anlatır ancak günümüz sanatına bir isim koymaz. Sanatçının da beraberinde diğer tüm aydın insanlar gibi halkın bilinçlenmesi açısından verdiği uğraşın boşa gittiğini görmesi, ‘aydınlanma çağı’ denen modernizmin aslında hiçbir işe yaramamasının bıkkınlığıdır” dedi.

“SANAT YAŞAMI, YAŞAM DA SANATI ETKİLİYOR”

Postmodernizmin biraz boş vermişlik, topluma dert anlatma yerine içsel bir özgürleşme ve umursamazlık anlamı taşıdığını açıklayan Ünal, şu ifadeleri kullandı: “Her çağda sanat yaşamı, yaşam da sanatı etkilemiştir. Hepimiz duygusal ya da ülke olarak bir şeyler yaşıyoruz. Bunun karşılığında kimi arkadaşlarıyla sohbet ediyor, kimi söyleniyor, ben de heykel yapıyorum… Aklımdakileri önce çizerim genelde. Gerçi her zaman çizdiğimin aynısı çıkmıyor yaparken eklediğim ya da çıkardığım şeyler olabiliyor.”     

 ATATÜRK’LE BİRLİKTE HAYAT BULAN SANAT

Heykel sanatının Osmanlı döneminde put olarak değerlendirildiği için yasak bir sanat dalı olduğunu ve Cumhuriyet dönemiyle birlikte Atatürk sayesinde Türkiye’de hayat bulmaya başladığını açıklayan Ünal, “Türkiye'de ‘sanat’ çoğu kişi tarafından hala kavramdan ve fikirden çok işçiliğe dayanan bir olgu. Anadolu'da hala marangoza ve demirciye sanatçı derler ancak heykel yapım sanatına sanatçı demezler. 2000 yılından beri atölyem var ve geçimimi tamamen bu sanattan sağlıyorum. Maddi olarak da kolay değil ancak atölyemin ilk yıllarında kimi zaman üretilen dekoratif  temalı eserlerle hem yaşamaya hem de sanatsal çalışmalarıma kaynak yaratmaya çalıştım. Sanatsal kaygıyla yaptığım bir işi ayağa düşürmemeye ve parayı iş içine katmamaya özen gösteriyordum. Sonrasında zaman içinde bu tür çalışmalara gerek kalmadı. Bu şekilde yaklaşınca hayatımı dengelemek kolaylaşıyor” açıklamasını yaptı.

  

ATÖLYE AÇMA SÜRECİ

Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde iki kez bölüm değiştirerek nihayi karar olarak tasarımı seçtiğini açıklayan Ünal, “Sanatla iç içe bir ortamda büyümedim. Okula öğrenmeye aç bir şekilde girmiştim. Heykeli değil de tasarımı seçme sebebim maddi kaygılardı çünkü böyle görmüştük. İyi de olmuş; bunun olumlu sonucu kendimi daha çok geliştirme fırsatı bulmak oldu. Okulda birkaç heykeltıraşın yanında asistanlık yaptıktan sonra bu sanatı çok sevdim. Öğrenciyken Beymen Academia gibi birçok yarışma kazandım. Danimarka'da Türkiye’yi temsil ederek dünyaca ünlü tasarımcılarla çalışma fırsatı buldum. Ofisten çok atölyede mutlu olacağımı fark ettim, ama gördüğüm heykeltıraşların üretimleri de değildi istediğim. Tasarımcı gibi bakarken sanat yapmak nasıl olacaktı? Ama sonrasında okulumuzun eğitmenlerinden, nur içinde yatsın, Doç. Ahmet Erinanç sayesinde kafamda çok şey netleşti. Kendi atölyemi açtım ve üretmeye başladım” ifadelerini kullandı.

FARKLILIKLARIN RENGİ

Türkiye’nin bir sanatçı için çok keyifli, renkli ve verimli bir yer olduğunu söyleyen Ünal, ülkeyi olduğu gibi tüm farklılıklarıyla kabullenmenin yeni bakış açıları ürettiğini belirterek sanatçıların ayakta kalmasının zor olmasına rağmen renkli bir hayat sürdürülebileceğini söyledi. Ünal, “Ben eşim, kızımıza hamileyken bir hamile kadın heykeli yapmıştım. Sonra tam sergim öncesinde bir politikacı ‘Hamile bir kadının sokakta gezmesi ahlaksızlıktır’ dedi ve benim heykelim bir anda başka bir anlam kazandı. Gezi olaylarından önce yaptığım ‘Bu bir ağaç değildir’ isimli bir heykelim vardı ancak Gezi ile beraber farklı bir anlam kazanmış oldu. Evet sanatçının işi zor. Bir yandan Batı’nın Rönesans’ını hazırlayan etkenleri daha yeni yaşarken diğer taraftan da artık teknoloji hızla ilerlediği için tüm dünya ile aynı şeyleri paylaşabiliyoruz. Kendi sanatımızın bunların izinde olması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’ye özel olmalı. Karadeniz'in horonunda içi kıpır kıpır olup da, Güneydoğu'nun ağıtında hüzünlenmeyen bir insanı aklıma bile getiremiyorum. Sokakta düğün oluyor, hem Balkanların ‘damat’ını çalıyorlar, hem de doğunun ‘lorke’sini. Bir gün sadece bunu işleyen bir sergi amaçlıyorum” şeklinde konuştu.

EN ÖZEL VARLIK: İNSAN

Ünal, plastik sanatların tüm alanlarına karşı ilgisinin bulunduğunu belirterek, grafik, seramik ve resminde çok sevdiği sanat dalları arasında yer aldığını söyledi. Günümüzde bütün sanatların iç içe geçtiğini ve müziği çok sevdiğini ifade eden Ünal, şunları söyledi: “Anadolu'daki bütün etnik müzikleri ve halk müziğini çok seviyorum. Tiyatro da çok etkilendiğim sanat dalı arasında yer alıyor. Her bir insan aslında tek başına özel bir varlık. İnsana önem veremeyen bir insanın hiçbir şeye önem veremeyeceğini düşünüyorum. ‘Maden kazasında 301 kişi öldü, Sivas'ta 33 kişi yaktılar’ cümlesindeki sayıların her biri birer insan ve annesi, babası, çocuğu ve aşklarını anlatan bir hikaye. Bence rakamdan çok daha fazla şey ifade eder insan. Benim için insan Yaradan'ın tek tek üzerine uğraştığı birer değer. Kapitalizm her şeyi seri üretiyor ve satmak zorundalar. İnsanları aynıyı tüketme bilincine getiriyorlar ve adına evrenselleşme diyorlar. Git gide önce kendine özgülüğümüzü kaybediyoruz sonra da yerelliğimizi. Standartlaşmaya başlayarak asimile oluyoruz. Aynılaşırsak nasıl kültür paylaşımında bulunabiliriz ki?”

DEMİR VE ÇAMURLA YAPILAN DANS

Demirle son beş senedir çalıştığını ve çamurla modelaj yapmayı da çok sevdiğini açıklayan Ünal,  kullandığı malzemelerle arasında kendine özel bir dil bulduğunu ifade ederek, “Ağaç yontmak da hoşuma gidiyor ama çıkarmak kafada farklı bir matematiktir. Sanırım ben daha eklemeciyim.  Ahşabı genelde destekleyici olarak kullanıyorum. İleri de insanların birlikte yaşamanın daha güzel yollarını bulacağına inanıyorum çünkü bulmak zorundalar. Belki sınır diye, ülke diye bir şey olmayacak. Ama şu an için yine Türkiye'de hatta mümkünse İzmir'de doğmak isterdim. Avrupa'nın da güzellikleri var elbette dünyanın diğer birçok yeri gibi ama hiçbir zaman buradan daha yakın hissetmedim kendimi hiçbir yere. Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşıyor olmaktan gurur duyuyorum. Bizi ayırmaya ve bölmeye çalışan hiç kimseyle de işim olmaz” dedi. 

 

SANATIN ‘EN’LERİ

Kendisine göre gelmiş geçmiş en önemli sanatçıların klasik sanatta, Gian Lorenzo Bernini, Michelangelo; modern heykelde ise Alberto Giacometti olduğunu söyleyen Ünal, “Zamanımızda ise Anish Kapoor’u sayabilirim. Contemporary İstanbul'da çok beğendiğim. Federico Severino ile tanışma ve sohbet etme imkanımız oldu ve oldukça keyifliydi. Javier Marin için ise günümüzün Michelangelo'su diyebilirim. Bu arada okula Salvador Dali hayranı olarak girdim, Rene Magritte hayranı olarak çıktım. Picasso’ya da değinmeden geçilmez. Türk heykeltıraşlardan Kuzgun Acar, Bihrat Mavitan, Koray Ariş ve İlhan Koman da benim için iyi bir örnek olmuştur” açıklamasını yaptı.

OZAN ÜNAL KİMDİR?

1974 yılında İzmir’de doğdu. İlk orta ve lise eğitimini İzmir’de aldıktan sonra Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde Grafik Bölümüne girdi. Bu bölümü yarıda bırakarak aynı fakültenin Moda ve Aksesuar bölümüne geçti. Eğitimi sırasında Beymen Academia Tasarım Yarışması, Deri Günleri Tasarım Yarışması gibi tasarım yarışmalarında ödüller aldı.

Merkezi Danimarka’daki SAGA International Design Center Young Designer Seminar’da Türkiye’yi temsil etti. 2000 yılında “Sınırlandırılmış Hayalgücü-Tasarımcı Bakış Açısı” teziyle mezun oldu. 2001 yılında İzmir Karşıyaka’da Atölye Pi Tasarım ve Sanat Atölyesi’ni kurdu. Çeşitli karma sergilerde bulundu. Halen atölyesinde ağırlıklı olarak heykel  olmak üzere çeşitli disiplinlerde sanatsal çalışmalarına devam etmektedir.

Ayrıca web sayfasında birbirinden güzel heykel ve resim eserlerini yayımlayan Ozan Ünal’ın “İnsan Kara Bir Leke Değildir” başlıklı düşündüren şiiri ise şöyle;

İNSAN KARA BİR LEKE DEĞİLDİR

İnsan yanılır bazen

hiç beklemediğin tepkiler verir

bunları seçmez dersin; seçer

artık kesin bir şey söyler dersin; susar

buna da ağzını açmaz dersin; bağırır, ağlar, üzülür, ders çıkardı sanırsın; unutur.

özür dileyemez, teşekkür edemez, rica edemez.

kırar, dağıtır, vazgeçer. Yarı yoldan döner, yalnız bırakır. Gider, dönmez, sorarsın bilmez.

hırsına, isteğine, inadına karşı koyamaz. Nefretini susturamaz.

değer bilmez, bozduğunu tamir etmez, ihanet eder.

hesaplanamaz, gruplanamaz, yorumlanamaz.

oyunbozandır yani.

Şaşırtır, rakamları alt-üst eder, çünkü özeldir her bir insan, bu evrende bir renktir ama

kara bir leke değildir. 

Haber Merkezi