- Kültür-Sanat
- 20.04.2025 11:41
Şair, yazar Ahmet Dinç Kayıp Anahtar kitabındaki şiirlerinde, insanın ellerindeki kelepçelerin, ayaklarındaki prangaların ve etrafını çepeçevre sardığına inandığı o aşılmaz çemberin, anahtarının aslında kendinde gizli olduğunu anlatan bir düşünüş biçimini ortaya koyduğunu söyledi
TANER UYANIKER - ÖZEL RÖPORTAJ
Şair, yazar Ahmet Dinç ile Kayıp Anahtar kitabı ve şiir üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Bugüne kadar 9 kitabı yayınlanan Dinç, edebiyat çevresinde iz bırakmaya devam ediyor.
Röportajımızda sadece şiiri konuşmak isteyen Dinç ile şiiri ve felsefeyi içinde barındıran Kayıp Anahtar kitabının derinliklerine indik. Kitapta yaşattığı duyguyu ise, Hayaller birleşmeden, hayatlar birleşmez sözü ile açıkladı. Türkiyenin şiire bakışı, edebiyat hayatımıza son zamanlarda damga vuran çok okunan kitap kültürüne kadar birçok başlıktaki sorularımızı Ahmet Dinçe yönelttik ve samimi cevaplar aldık.
Kendisini en çok etkileyen şairin Orhan Veli olduğunu belirten Dinç, genç yazarlara da öğüt vererek çok fazla okumaları gerektiğini söyledi. Şiirin hayatında olmazsa olmazı olduğunu ifade ederek, İçimde biriktirdiklerimi; vücut dilini, mimik ve jestleri kullanmadan, her şeyi kelimelere yükleyerek, okuyanın yüreğine akıtmak müthiş bir duygu bence dedi.
OKUMAYI KİTAP KOKLAYARAK ÖĞRENDİM
İlk önce sizi tanıyarak başlayabilir miyiz?
İnsanın kendini anlatması zordur bilirsiniz. 2 Ekim 1968 doğumluyum, terazi burcuyum ve burcumun tüm özelliklerini taşıyorum diyebilirim. Duygusallığımla, hassaslığımla, dışta dengeyi sağlayan, oysa iç dünyasında, bir şiirimde dediğim gibi Esen yelde kımıldar gemim, darmadağın olur, bin zahmetle kurduğum mavi liman ruh haliyle yaşayan biriyim. Her insanda olduğu gibi benim hayatımın da dönüm noktaları oldu. İlk dönüm noktam ilkokul öğretmenimdi sanırım. Bir baba şefkatiyle başımızı okşardı. Her teneffüs dönüşü sıralarımızın üzerinde ya iki dilim ekmek ya da şekerlemeler bulurduk. Okumayı öğrenmeden bize kitap koklamayı öğretmişti. Biliyorum garip geldi bu sözüm size ama gerçekten öyle. Bizlere dağıttığı dergilerin olsun, sınıf kitaplığımızdaki kitapların olsun sayfalarını teker teker koklatırdı ve bu her gün olurdu. İlk zamanlar saçma gelen bu hareket sonradan anlam kazanmıştı bende. Artık kitap kokusu olmadan, kitaplara dokunmadan yaşayamaz olmuştum. Hatta hiç unutamam; hani yaşı bana yakın ve daha yaşlı olanlar bilirler, eskiden okulun giriş salonlarında, sürgülü ve kilitli camlı kitaplıklar olurdu. Nedensiz bir şeydi bu kilitleme, dokunulmaz, ulaşılmaz kılma, ama öyleydi işte. Her kitaplığın önünden geçişimde, içlerinden bazı kitaplar vardı okumak istediğim onlara bakardım. Biliyordum sınıf kitaplığını okuyup bitirmem gerekliydi o kitaplara ulaşmam için. Öğretmenimiz; okuduğumuz kitabın konusu, kahramanlarının özellikleri ile ilgili sorular sorardı, gerçekten okuduğumuzu ve neler anlaya bildiğimizi anlamak adına. Nihayet sınıf kitaplığını bitirdiğimde, öğretmenime okul kitaplığından kitap almak istediğimi söylemiştim. O da bana bir kez daha sınıf kitaplığını okumam gerektiğini söylemiş ve bir kez daha okumuştum kitaplıktaki tüm kitapları. Sonrasında yine aynı soruyu sorduğumda beni müdür yardımcısının odasına göndermişti. Hiç unutmam tir tir titriyordum içeri girdiğimde. Enseme orta sertlikte bir tokat patlatıp göndermişti öğretmenimin yanına tekrar. Zor bela alabilmiştim işte o kitaplıktan istediğim kitapları. En mutlu günümdü o gün. O camın, kilidi açılmaz tabusunu yıkmıştım adeta. Sonrası malum okul hayatı, yaz tatillerinde çalıştığımız zorlu işler. Bugünlere geldik işte. Bir mihenk taşına vurur gibi, ondan aldıklarımızı, içimizdekilerle paçal ederek tekrar vurduk hayata sadece.
ARKADAŞLARIMIN AŞK ŞİİRLERİNİ BEN YAZIYORDUM
Şiirle tanışmanız nasıl oldu? Şiirin sizin hayatınızdaki yeri nedir?
Edebiyat sınıfındaydım lise yıllarımda, edebiyatım iyiydi yani. Şiirden çok kompozisyon yazmayı seviyordum ve çokta iyi notlar alıyordum. Yeter ki konu verilsin, sayfalarca yazabiliyordum. Edebiyat öğretmenim Şiir yazıyor musun? diye sordu bir gün. Şiirsel bir yazım tekniğin var, akıcı, denemediysen bence bir denemelisin dedi. Mısralara dökmeye başladım ondan sonra bana dair ne varsa ve ben bu işi çok sevmiştim. Hatta okulda arkadaşların aşk şiirlerini bile ben yazmaya başlamıştım. Garip akımı ve Orhan Veli beni çok etkiledi o dönemde. Kim bilir belki Bir Garip Orhan Veli dediğinde içime aktı. O resimdeki hali, egemen sınıfın kalıplarını kırma, halkın sesi olma düşüncesi belki de içimde bastırılmış bir şeyleri koydu ortaya. Çünkü yürekten çıkanların yüzlerce yıl geçse de mutlaka akacak yürekler bulduğuna, oysa dilden çıkanların asla kulakları aşamadığına inanıyordum. Toplumcu şiirleri de seviyordum. Çünkü bir şeyler var ise yaşanılan ve insanları üzen ve sende o toplumun içindeysen, duyarsız kalamıyorsun haliyle. Okul harçlığı biriktirmek için yazın inşaatlarda çalışırdık o zamanlar. Şiir yazmayı o kadar seviyordum ki; öğle molalarında yemeğimi yer yemez, üç kattan oluşan çimento torbasının, temiz olan orta katından bir parça alır, bir kenara oturur bir şeyler karalar cebime koyardım. Şiir olmazsa olmazım. İçimde biriktirdiklerimi; vücut dilini, mimik ve jestleri kullanmadan, her şeyi kelimelere yükleyerek, okuyanın yüreğine akıtmak müthiş bir duygu bence. Ahmed Arifin dediği gibi yürek işçisi olmak. Belki onlarca sayfa yazarak anlatılamayacak bir duyguyu, tek bir cümlede, bir çırpıda söylemek, anlatmak. Günün koşuşturması içerisinde, aklının bir köşesinde, akşamdan kalmış cümleleri evirmek, çevirmek ve sabırsızlıkla gecenin en koyusunda, yalnız kalacağın o anı beklemek. Kayıp Anahtar isimli kitabımın ikinci baskısının arka kapağına da iki cümlesini yazdığım, sevgili dostum Mustafa Gökçekin Yorumlama Saatleri 1 isimli kitabından, kitabımı yorumladığı bölümde bana hediye ettiği bir kelime tamda benim şiirle ilişkimi anlatıyor aslında. Teşne evet şiire teşne yaşıyorum ben.
KİTAP ÖZÜNDE FELSEFEYİ BARINDIRIYOR
Kayıp Anahtar kitabınız hakkında bilgi verebilir misiniz?
Kayıp Anahtar bir şiir kitabı olmanın yanı sıra, özünde bir felsefeyi barındırıyor. Şiirlerin akışı ve kitaba diziliş şekli de, bu felsefeye hizmet ediyor aslında. Şiir bence bir araç olduğu için, bunu en iyi şekilde kullanmaya çalıştım sadece. İnsanın ellerindeki kelepçelerin, ayaklarındaki prangaların ve etrafını çepeçevre sardığına inandığı o aşılmaz sandığı çemberin, anahtarının aslında kendinde gizli olduğunu anlatan bir düşünüş biçimini ortaya koymaya çalıştım şiirlerimle. İçinde biriktirdiklerinden boğulanların sayısının, denizde boğulanların sayısından çok daha fazla olduğunu gördüm ve bunu Çemberin İçinde Hayatlar şiirimle irdelemeye çalıştım. Ve çemberin içindeki yaşamlardan bunalıp, çeperini kırmaya çalışan insanın yeni bir sayfa açma gayretini anlattım Her Yeni Sayfa şiirimle. İcat edilmiş korkular, kaygıların yanı sıra bize kabul ettirilmeye çalışılan, ama bize ait olmayan, bizi anlatmayan hayalleri ise, güldüğümüz zaman ağzımızdan fırlayıp çıkacakmış gibi duran protez dişlere benzeterek Protez Düşler şiirimle anlatmaya çalıştım. Sura Üfledim Bu Gece şiirimle, insanın gecenin en koyusunda kendini sorgulayışını. Yani insana dair ne varsa anlatmaya çalıştım. İçi boşaltılarak farklı ve basit bir şekilde doldurulmaya çalışılan, basitleştirilerek bedenselleştirilen insanın, bir de içinde en derininde akan bir aşk ırmağı olduğunu, o aşk ırmağı ile beden arasına icat edilmiş, kaygılar, korkular ve hayallerle nasıl bent çekildiğini ve bu şekilde kalabalıklar içerisinde yalnızlaştırıldığını anlatmaya çalıştım. Yine bu icat edilmişliklerin, bizi ifade etmediği için doğan mutsuzluğumuz sonucunda bir grip gibi salgın hale gelen kanser hastalığına da Sözüm Kaldı şiirimle ses olmaya çalıştım ve bu şiirimi türkü formatında besteledim. İlk bestem budur. Anlatacağım çok şey var illa ki kitabıma dair. Sanırım yorumcular tarafsız şekilde bunu daha iyi yapacaklardır ve yapıyorlar da. Zaman koyacak ortaya, birçok şeyde olduğu gibi, sanat eserlerinin de değerini. Ve kitabımın içinde şiirlerimle anlatmaya çalıştığım, birçok duyguyu, kapağına koyduğum tek bir cümle ile özetlemeye çalıştım; Hayaller birleşmeden, hayatlar birleşmez.
Son zamanlarda Türkiye de şair yetişmiyor diye bir kanı var. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk şiir tarihinde bu dönem hangi çağını yaşıyor?
Neden yetişmesin ki? Kriteri nedir? Kime ve neye göre? Her şeyin derinliğini kaybettiği, hızla tüketildiği, göreceli hale geldiği bir dünyada, bakın bir de insana dair bunlar var diyebilen; yazan, çizen duygularını ifade etmeye çalışan ve zaman geçtikçe daha güzel eserler ortaya koyan insanlar var. Kalıplarla bakacak olursak, şablonun içine sığdıramadığımızı dışlamamız gerekir. O zamanda hangi alanda olursa olsun, yenilenme ve değişim yaşayamaz oluruz. Şayet insan içinden gelen sesin ritmiyle yazıyorsa, yani kendi şarkısını dillendiriyorsa, özgünleşebilmiştir. Bu insanı kalıplara sokamazsınız. Ve asıl üreten değer katanlar dışarıdan gelen sesin değil, içinden gelen sesin ritmiyle eser koyanlardır. Yukarıda bahsettiğim aşk ırmağına ulaşabilenlerdir onlar. Bedenlerinden sıyrılabilenler. Ve yine zaman belirleyici olacak bu konuda da. Objektifin doğru yerine, yani insana, yüreklere bakabilenler kalacaktır, olmadıkları zamanlara. Yaşadığımız zamanın isim babalığını yarınlar yapacaktır mutlaka. Hayat puzzle gibi işte, bütününü bilmediğimiz bir puzzle. Ve biz, elimizdeki parçayı doğru yere koymaya çalışıyoruz sadece. Aklımız erdiğince, dilimiz döndüğünce. Oshonun dediği gibi aslında Gerçek şiir doğar ve şair ölür. Çünkü gerçek şiir hayatın ta kendisidir aslında.
ORHAN VELİ BENİ ETKİLEDİ
Sizi en çok etkileyen şair kimdir? Neden?
Aslında bunun cevabını yukarıda vermiştim. Orhan Veli demiştim. Bir garip Orhan Veli. Kalıplardan kurtulma çabası, sokaktaki insana şiiri ulaştırma gayreti, içinden gelen sesin ritmiyle hareket edişi. Benim düşün dünyama yaklaştıran etmenlerdi bunlar. Tabi bunların yanında saymam gereken isimler de var. İnsan kendinden bir parça bulduğu şeyleri, sessizliğine ses olanı seviyor belki de. Toplumcu şairleri de seviyorum tabi ki. Nazım Hikmet gibi. Ve bedelini binlerce can ile ödenmiş olan, İstiklâl Marşı gibi bir şiirin yazarı, Mehmet Akifi de. Burada birçok isim sayabilirim. Edip Cansever, Cemal Süreya gibi ama beslendiğim, beni etkileyen önemli etmenlerden biri, hatta en önemlisi olan türkülere duyduğum sevdadan da bahsetmem gerekli burada. Sümmanilerin, Noksanilerin, Emrahların, Aşık Veysellerin, Pir Sultan Abdalların, Karacaoğlanların, Neşet Ertaşların müthiş derinliği olan sözleri farklı ufuklar açtı hayata bakışımda. Tabi ki bu bakış açısındaki değişimler, cümlelerime de derinlik kattı. Mısralarımın arasında, okuyana hayal kurabileceği, kendinden birçok şey koyabileceği, nefes alabileceği alanlar açmamı ve bu sayede her okunuşunda çok farklı duygular hissedilebilmesini sağladı. Sözün kısası hayata ne kadar farklı pencerelerden bakıyor olsanız da, doğru açıdan geliyorsa, bir açık kapı bulup sızıyor içinize, direnemiyorsunuz şiire.
SOSYAL MEDYA ALIŞKANLIĞI OKUMAMIZI GÖTÜRDÜ
Türk edebiyatının durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle çok satan kitaplar üzerinden toplumun okumadaki seçiciliğine nasıl bakıyorsunuz?
Bu soruya cevaplamaya belki de, şu soru ile başlamalıyız. Sabahattin Alinin Kürk Mantolu Madonna kitabı yıllardır, yaklaşık beş yıldır neden en çok satanlar listesinde? İnsanın, en yakınındakinden dahi koruduğu, yabancı elin değmesine tahammül edemediği ve kendini zorda hissettiği zamanlarda kaçtığı, bir mavi limanı vardır en derininde. Buraya dokunabilenleri sever, benimser bence. Cep telefonlarımız ve sosyal medya sayesinde, günümüzde o kadar çok konuşuyoruz ki; duygularımızı, cümlelerimiz boğuyor adeta. Bu sosyal medya alışkanlığı, okuma alışkanlığımızı alıp götürürken, cümle yapısını bozarak, kelimelerin içini boşaltarak, düşün dünyamızdaki derinliği de yok ediyor adeta. Farkındayız aslında her şeyi tek düze yaşadığımızın. Farkındayız haznemizi doldurmayan sevdalarımızın, dostluklarımızın, akrabalıklarımızın. Bu lodos yemiş, buz kesmiş ilişkiler, iliklerimize kadar bizi üşütürken, gerçek olanını, sıcacık, sarıp sarmalayanını nerede bulursak sahipleniyoruz işte. Bu kadar yapmacıklığın içerisinde, ne kadar yapmacık yaşasak da, samimi olanı okuyor, seyrediyor, seviyoruz. En çok okunanlar listesine değil de, İçinde yaşadığı toplumu tanıyan, yüreğinden yakalayan, yıllara meydan okuyanlar listesine bakılmalı bence.
Genç yazar adaylarına ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
İlla ki öncelikle bol bol kitap okumalarını, ama sadece kitap değil, yaşadıkları toplumu ve dünyayı da iyi okumaya çalışmaları gerektiğini söylemeliyim. Dışarıdan gelen alkış veya övgü dolu seslerle değil, içlerinden gelen ve kendilerine ait olan ses ile yazmalı ve konuşmalılar. Objektifin tam merkezine, yani insana bakmalılar. Kıptinin dediği gibi Yaşam bir güneş gibi hayatımızın her alanına vurmakta, iş güneşin ışınlarını bir araya toplayıp, kendi ateşini yakabilmektir özlerindeki ateşi yakmayı başararak, özgün olmalılar. Çünkü özündeki ateşini yakabilenlerdir sanatçılar. Şunu iyi bilmelidirler ki; ancak yürekten çıkanlar, akacak yürekler bulurlar.
Size on kitap seçin desem bu listeye neler koyarsınız?
01 Anadolu Mayası Prof.Dr. Yalçın KOÇ
02 Aşk Üfleyen Neyzen Adem ÖZBAY
03 Aşk, Özgürlük, Tekbaşınalık OSHO
04 Hallac ı Mansur Yaşar Nuri ÖZTÜRK
05 Mantıkut Tayr Feridüddin ATTAR
06 Suç ve Ceza Dostoyevski
07 Şah Sultan İskender PALA
08 Sultan Selahaddin el Kürdi Reha ÇAMUROĞLU
09 Yaşam Aşkı, Nietzsche ve Zerdüşt Üzerine OSHO
10 Aşk Elif ŞAFAK