“Hayata karşılık gelen tek yer tiyatro”

Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda yönetmen-oyuncu olan Hakan Taner Yıldırım ile tiyatroya nasıl başladığından, günümüzde tiyatronun sorunlarına kadar detaylı bir söyleşi gerçekleştirdik. Sorularımızı içtenlikle yanıtlayan Yıldırım, onun için tiyatronun hayata karşılık geldiğini ve var olduğunu hissettiği tek yerin tiyatro olduğunu belirtti


  • Oluşturulma Tarihi : 13.08.2015 07:01
  • Güncelleme Tarihi : 13.08.2015 07:01
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
“Hayata karşılık gelen tek yer tiyatro”

E. ÇAĞLA GENİŞ

Tiyatro ne zamandan beri hayatınızda ve nasıl başladınız?

-1991 yılında lisedeyken Türkçe öğretmenimin vasıtasıyla tiyatroya başlamıştım. 3 yıl lisede tiyatroyla ilgilendikten sonra Şehir Tiyatroları’na geçtim. 2007’ye kadar burada oyuncu, yönetmen ve eğitmen olarak çalıştım. 2007’de yeni bir sistem oluşturduk. Belediye’den kadro aldık. Bu Türkiye’de çok az olan bir olay. 2007-2011 arası bu şekilde çalıştık. Sonra Tiyatro Müdürlüğü açıldı ve 2012’den beri burada çalışıyoruz. Türkiye’de Tiyatro Müdürlüğü olan birkaç belediyeden biriyiz. Kadrolu çalışıyoruz ama birkaç kişi hariç tüm ekip sözleşmeli. Onlar da daha önceden belediyede çalışan arkadaşlar. Bu yıldan itibaren de genel sanat yönetmenliği görevini ben aldım. Yani 24 yıldır tiyatro hayatımda.

Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz, aileniz bu durumu nasıl karşıladı?

-Ailem ilk etapta pek sıcak bakmadı tabi. Ticaretle uğraşan bir aileden geldiğim için daha feodal bir yapı vardı. Uzun yıllar epey direndiler; ticaret yapmamı istiyorlardı. Ama ben asla vazgeçmedim. Okulu okurken de beni hiç ilgimi çekmedi kamera arkası. Hep kamera önünde olmak istedim. Olmak istememin temel sebebi de başka bir şeyden keyif almamamdı. İşin içine girdikten sonra başka türlü tatmin olmadığımı fark ettim. Özellikle üniversite yıllarında bilincim daha yerine oturmaya başladığında kendimi başka türlü ifade edemeyeceğimi anladım. Hala da edemiyorum. Sahne dışında kendini fazla ifade edebilen biri değilim. Şuanda çok fazla oyunculuk yapmıyorum. Asıl reji üzerine çalışıyorum. İhtiyaç olursa oyunculuk yapıyorum. Yönetmenlik çok başka bir şey; tüm kurallarıyla tüm normlarıyla her şey sana ait. İstediğini dilediğin şekilde anlatabiliyorsun. O yüzden çok çekici geldi ve tamamen ona yöneldim. 1997’den beri profesyonel olarak reji yapıyorum. Radyo, sinema ve televizyon bölümü okumuş olmama rağmen sinemayla pek alakam olmadı. Sadece bir defa özel bir şirketin tanıtım filmini çektik; çok becerebildiğimi de söyleyemem. İşin teknik kısmına çok hakim değilim. Sinema yönetmeninin her şeyden anlaması gerekiyor. O kadar donanımlı değilim açıkçası. Benim uzmanlığım daha çok sahne üzerindeki rejiler. Diğerleriyle pek ilgilenmedim, bilenlere bıraktık.

Sizce günümüzde tiyatronun en büyük sorunu nedir?

-Hükümet! Tiyatronun her zaman en büyük sorunu sistem olmuştur. Televizyon veya sinema, tiyatroyu baltalıyor söylemine pek inanmıyorum; bu sığ bir söylem. Tiyatroyu baltalayan tamamen bir ülkenin sosyal alt yapısıdır. İngiltere’de, Amerika’da, Almanya’da ve Avrupa’nın tüm gelişmiş ülkelerinde sinema mı yok? Veya internet mi yok? Her şey var ama tiyatro da en az onlar kadar güçlü ve kuvvetli. Sadece Londra’da tüm Türkiye’de olduğu kadar sahne var. Bu sahneler her akşam perde açıyorlar; gayet dolu geçiyor oyunlar. Nasıl oluyor bu? Tabiki sosyal yapıyla ilgili. 12 Eylül’den öncesini ustalar, “60’lı, 70’li yıllar inanılmaz hareketli ve güzeldi. Çok iyi oyunlar vardı” şeklinde anlatır. Fakat 12 Eylül’den sonra sistem istemediği için bastırılmaya çalışıldı. Çünkü hep bir protest tavrı vardır tiyatronun. En büyük özelliği mücadeledir zaten. Halkı sistemin hatalarına ve defolarına karşı uyarmaktır. O yüzden iktidara gelen özellikle despot, diktatör yönetim hayali kuranlar tiyatroyu ve oyuncuyu ortadan kaldırmak ister. Çünkü tehlikeli görürler. Gerçi 3. Dünya ülkelerinin hiçbirinde tiyatroya değer verilmez; sadece Türkiye’ye özgü değil.

Seyirciyle aranız nasıl, oyunlarınızla ilgili neler söylüyorlar?

-Seyirciyle aramız gayet güzel; o konuda iyiyiz. 2007’de yeni sisteme geçtikten sonra aksatmadan her hafta sahne açtık. Her perşembe ve cuma Uğur Mumcu Kültür Sanat Merkezi’nde oyunumuz var. Ayrıca Çamdibi Nedret Güvenç Sahne’miz var. Orada her perşembe günü gösterimiz oluyor. Bugüne kadar seyirciyle ilgili çok fazla sıkıntı yaşadığımızı söyleyemeyiz; seyirci sayımız iyi. Oyunlarımız yüzde 90-95 doluluk oranıyla devam ediyor. Ekim ayının ilk haftası açarız sezonu açıp mart ayının sonuna yani 27 Mart Dünya Tiyatro Haftası’na kadar sezonu en az 2 ya da 3 oyunla devam ettiriyoruz. Aldığımız geri dönüşler de gayet güzel.

Size göre iyi oyuncu tarifi nedir?

-İyi oyuncun özgüveni sağlam olmalı. Artık günümüzde şarkı söylemeyi ve dans etmeyi iyi bilmeli. Politik, toplumla iç içe ve toplumun problemlerini biliyor olmalı. İlla bir eğitim alması gerekmiyor ama alaylı da olsa belli başlı eğitimden geçmesi gerekiyor. Uyumlu olmalı çünkü bireysel bir şey değil tiyatro. Tamamen bir takım oyunu. Tekniğinden rejisine... Oyuncusundan sahne arkasına kadar tiyatroda uyum çok önemli. Oyuncu tayfası egoları yüksek insanlardan oluşur genelde. Teşhircilik vardır bizde; oyuncu kendini sahnede göstermek ve bunun karşılığını hep almak ister. Aldıkça da daha fazla ego sahibi olur. Zaten egosuz olan bir oyuncu da düşünemiyorum. Fakat bunu dengeleyebilecek kişilik ve karakterde olması lazım. O gösteriden sonra insanların karşısına geçip alkış almak çok acayip bir şeydir. İnsanı çıldırtabilir; özellikle kendini bilmeyeni. Bunu kaldırabilecek enerjiye ve çelik gibi sinirlere hakim olması lazım. Çalışmayı hiçbir zaman bırakmaması gerek. Çünkü kullandığın kendi sesin ve kendi vücudun kendi yüzün… Çok nankördür; bıraktığın an geriye doğru gidersin. Oyuncu çalışmayı elinden bırakmamalı her daim kendini geliştirmek için elinden geleni yapmalı. Yenilikleri takip etmeli, yeni oyunculuk tarzlarını takip etmeli. İmkanı varsa bunların içinde bulunmalı ve eğitimlerini almalı. Workshoplardan kesinlikle uzak durmamalı. Benim için ideal oyuncu tipi budur.

Bugünkü Türkiye’yi en iyi anlatan oyun hangisidir sizce?

-İyi anlatan yazarlar var. Aziz Nesin, Orhan Kemal gibi açık biçimli yazarlar gayet iyi anlatır. Cadı kazanı diye bir oyunu 2 yıl önce sahneye koyduk. Amerika’da Mc Carty döneminden esinlenerek yazılmış bir oyun. O dönem senatör Mc Carty elinde bir bavulla komünist avına çıkıyor Amerika’da. Bu avdan kurtulabilmek için sadece başka birini suçlaman gerekiyor. Mesela ben sana geliyorum, ‘Sen komünist misin?’ diyorum sen, ‘Hayır değilim ama hakan komünist’ diyorsun;  kendini kurtarmak için. ‘Ha tamam o zaman sen çekil’ diyorum. Hakana gidiyorum ve onu tutukluyorum. Türkiye’de böyle bir durum var mı tartışılır. Tam böyle olmadık henüz ve olmayalım da zaten; o çok feci bir durum. Ama bunun hayalini kuran bir yönetimimiz var maalesef. O yüzden Cadı Kazanı olabilir.

Türkiye’deki tiyatro potansiyelini hem seyirci hem oyuncu açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Ben gayet memnunum. Kötü tiyatro yapanlar, tiyatroya rağbet olmadığından yakınıyor genelde. Bizim öyle bir yakınmamız yok. Oyuncu olarak çok iyi ve çok yetenekli çocuklar yetişiyor. Eskiden herhangi bir konservatuara 50-60 kişi başvururken bugün İstanbul’daki okullara başvuru sayısı bine yaklaşıyor. Bunun tabi şöyle de etkisi var; dizi piyasası enteresan bir piyasa ve çok büyük paralar dönüyor. Ünlü olmanın da hızlı ve çabuk bir yolu. Bir hayal ama bu hayal bile insanları bir şekilde besliyor. Bu mesleğe ilgi duyulmasını sağlıyor. Çocukluğumda babalar çocuklarını götürüp spor kulüplerine yazdırırdı. Belki topçu falan bir şey çıkar diye. Şimdi bu iş tiyatro için geçerli. Burada kurslarımız var. Çok iyi taklit yapıyor, bizi çok güldürüyor diye çocuklarını kurslarımıza getiriyorlar. Bu benim hoşuma gidiyor çünkü sanatın kötüsü olmaz. Sanatçının da kötüsü olmaz. İlla oyuncu olması gerekmiyor; ne kadar çok ilgi olursa toplum o kadar ileriye gidecek. İnsanlar ne kadar sanatla iletişim kurarsa hayatı, yaşamayı ve sevmeyi daha çok öğreneceklerdir. Ülkede de bu gitgide artıyor. İstanbul’da, Ankara’da pek çok tiyatro var. İzmir’de yavaş yavaş özel tiyatrolar artıyor. İyi oyun kendi izleyicisini yaratır ve yaratıyor da. Nitelik bir şekilde sağlanır bizim niceliği artırmamız lazım.

Sahnedeyken rolünüzü unuttuğunuz oldu mu hiç?

-Elbette. Unutmadan olmaz çünkü canlı performans bu. Bir oyun en az 2 ay ile 3 ay arası çalışılıyor. Tüm mizansenler, duygular, ne yapacağın… Her şeyin hazırdır. Ama insanız sonuçta ve her sahneye çıkışında aynı psikolojide olamıyorsun. Büyük usta Muhsin Ertuğrul’un söylediği şey vardır. ‘İçeri girerken üstündekileri çıkartırsın ve o şekilde sahneye girersin. Dertlerden, problemlerden, kederlerden ve her şeyden arınıp... Kendi oynayacağın rol ve karaktere bürünüp’ der. Ne olursa olsun sahnedesin ve bu bir canlı performans. Her şey olabilir. Oluyor da; güzel tarafı da bu. Bu durumu kurtarmak ayrı bir zevktir. Saçmalamadan…

Sahnedeyken başınıza gelen ve unutamadığınız bir olay var mı?

-Çok var diyebilirim. Oynadığımız oyunun birinde bir kapı vardı hepi topu. O kapı oyun esnasında bozuldu ve bütün antreler o kapıdan yapılmak zorundaydı. Biz bir türlü açamıyoruz o kapıyı... Tüm oyunu toparlayabilmek için o kadar çok yalan söyledik ki. En büyük sıkıntılar zaten hep teknik arızalardır. Kapılar bozulur, ışık patlar; karanlıkta kalırsın. Bu tip şeyler çok yaşanıyor. 10 kere sahneye çıkıyorsan bunun 2’si normal geçer. Ufak tefek seyircinin hiçbir şekilde anlayamayacağı hatalar olur. Büyük hatalar da o kapının bozulmasıydı mesela. Seyirci de fark etti ama idare etti.

Gençlere tavsiyeleriniz var mı?

- Sanat yapsınlar. Sanatın bir tarafından mutlaka tutsunlar. Tiyatro, resim, sinema… Sağlıklı yaşam açısından spor da hayatlarında mutlaka bulunsun. Sanat, insanın kişiliğini oturtması ve topluma faydalı olması açısından çok faydalıdır. Yeter ki sanatın bir ucundan tutsunlar. Önemli olan gençlerin bu hayatta anlamlandırılabilecek çok şey var tekdüze bir şekilde bakarsan bir şey bulamayabilirsin. İşte sanat sana bu gözlüğü veriyor. Hayatı çok farklı açılarından gözlemleme fırsatı veriyor.

Haber Merkezi